Çanta

24 0 18
                                    

Artvin, 14 Ağustos 1985

"Bu taşlar ayaklarımı çok yordu. Sence de öyle değil mi? Bence biraz beklemeliyiz."

Mukaddes o kelimeyi duyduğunda aklına eski yaşamı gelmişti. Eski, karanlık, korkunç yaşamı. Aklına gelen anılarını unutmaya çalıştı. Onlarla ilgilenemezdi. En yakın arkadaşı Sıdıka ile beraber bu lanet olası tatil için geldikleri ormanlık alanda kaybolmuşlardı ve üstelik ayakkabıları dahil her şeyleri çalınmıştı. Üstlerindeki kıyafetler ve Mukaddes'in garipçe büyük çantası dışında hiçbir şeyleri yoktu. Lanet olası hırsızlar... Onları bir yakalasaydı Mukaddes onlara neler yapardı!

"Mukaddes beni duyuyor musun? Neden yürümeye devam ediyorsun bekle beni biraz!"

Mukaddes düşüncelerine daldığında yürümeye devam ettiğini fark etmemişti. Sıdıka onu uyardıktan sonra hemen durdu.

"Çok özür dilerim..."

Sıdıka kendine oturacak rahatça bir yer buldu. "Bir şeyin mi var? Boş bakıyorsun biraz."

"O ne demek şimdi ya? Düşünüyorum görmüyor musun?"

"Neyi?" Sıdıka açık ela gözlerini genişletmişti.

Mukaddes Sıdıka'ya dönerek "Bilmem neyi acaba? Farkında mısın bilmiyorum ama şu anda kocaman bir ormanın ortasındayız ve yanımızda hiçbir şey yok! Vahşi yaşamın ortasında vals atıyoruz resmen!"

Mukaddes'in dedikleri gerçekten doğruydu. Kocaman bir ormanın ortasındalardı. Gün içinde olmalarına rağmen sık ve uzun olan ağaçlar yüzünden güneş ışığı aşağıya inecek yer bulamıyordu. Oldukları yerde bilmeseler akşam olduğunu düşünebilirlerdi. Etraflarındaki bitkiler çok güzel görünüyordu. Çok renk vardı ve daha önce hiç görmedikleri egzotik böcekler bu rengarenk çiçeklerin üzerinde dans ediyorlardı adeta. Ancak nerede olduklarını bilmedikleri ve yanlarında içecek bir suları bile olmadığı için bu etraflarındaki güzelliği göremiyorlardı.

Sıdıka Mukaddes'in büyükçe çantasına işaret ederek "Tam olarak her şeyi çalmadılar..." dedi.

Gerilerek "Hayır! O olmaz! Yardım edemez bize o. Boş ver onu sen zaten bir işimize yarayamaz. Gereksiz zaten o yüzden çalmamışlardır hem..." dedi Mukaddes. Gözleri dönmeye başlamıştı adeta. Çantasını arkasına saklamaya çalışıyor, Sıdıka'nın ayaklarının ağrısını avantaj olarak görerek hızlıca ondan uzaklaşıyordu.

"Gereksiz olduğu için mi çalmamışlardır? Mukaddes benim kullanılmış pedlerimi bile çalmışlar. Çantanda ne var ki bu kadar önemli. Yol boyunca söylemedin. 13 yıldır arkadaşız hadi ama! Bana şu kadarcık bile mi güvenmiyorsun?" Sıdıka üzgün duruyordu. Ama Mukaddes'in pek umursadığı anlaşılmıyordu.

"Kullanılmış pedlerini yanında mı taşıyorsun?"

Sıdıka utanarak "...Biliyorsun işte ya... kocam şey ya işte... yatakta-"

Mukaddes keserek "Tamam! Tamam! Bunu bana söylemiştin ileri gitme lütfen."

"Ee, bu çantanda ne var senin?"

"Belki sonra ne olduğunu görürsü-"

Konuşmaları yüksek bir sesle kesilmişti. Uzaklardan gelen ama oldukça gür bir ses. Havadan geliyor olmalıydı. Ama ne olduklarını çıkaramadılar. O sesten sonra aralarında bir sessizlik oluştu ve bir süreliğine bakıştılar. Bu sessiz ve garip bakışmayı Mukaddes kesti:

"Madem bu ormandan çıkacak bir yer bulamıyoruz, o zaman bu geceyi geçirecek bir yer bulalım."

"Önce bana o çantada ne var onu söyleyeceksin!"

"Sen 'Hayır'dan anlamıyor musun?"

Sıdıka oturduğu yerden ayağa kalktı. Mukaddes'e doğru hızlıca yürümeye başladı. Elini çantayı alacakmışçasına uzattığı anda Mukaddes koşarak ondan uzaklaştı.

"Çantamdan uzak dur! Yoksa buradan uzaklaşırım ve ikimiz de tek kalırız!"

Sıdıka yavaşladı. "Gerçekten arkadaşlığımızı bir çantadan daha değersiz mi görüyorsun? Pekâlâ öyle olsun... Enerji sarf etmene gerek yok. Ben uzaklaşırım. İyi akşamlar Mukaddes." Son bir kez Mukaddes'e bakıp ormanın sık ağaçlarının gölgesinde kayboldu.

Neredeyse hava kararıyordu. Ormanın içinden pek belli olmasa da orman gittikçe karardığından Mukaddes çabucak geceyi geçirebilecek bir yer bulması lazım olduğunu anlamıştı. Büyükçe çantasını kuvvetlice küçük elleriyle kavrayıp yürümeye başladı. Çantası onu biraz da olsa yavaşlatıyordu. Onun için biraz ağırdı ama onu ne olursa olsun taşıması gerekiyordu

***

Sonunda gecesini geçirebilecek bir yer bulmuştu. Bulduğu yer etkileyici bir şelalenin yanındaydı. Kim bilir başka neler vardı bu ormanın içinde. Şelalenin yanında ormanın çoğu yerindeki gibi çok ağaç yoktu. Etrafı çoğunlukla düzdü ve uyumak için uygun duruyordu. Mukaddes çantasını çalıların içine sakladı. Şelalenin düştüğü su birikintisinin içinde bir sürü küçük hayvan yaşıyordu. Çoğunlukla kurbağalar ve çekirgeler vardı. Su çok temiz duruyordu. Mukaddes girmenin bir sorun yaratamayacağını düşünerek giysilerini çıkarmaya başladı. Su beklediğinden soğuk ama rahatlatıcıydı.

***

Mukaddes suyun içinde süzülürken ne kadar zaman geçtiğini fark etmemişti. Fark ettiğinde gece olmuştu bile. Sudan çıkıp silkelendi. Vücudu pamuk şeker kadar yumuşaktı. Giysilerini yerden alıp giydi. Kafasını kaldırırken gözü çantasına kaydı. Neredeyse çocukların çığlıklarını duyabiliyordu o çantaya bakarak. Bugün bunun için hiç de uygun bir gün değildi. Çantayı çalıların arasından çıkarıp düzlük alana koydu. Derin bir nefes alıp kısa ve ıslak olan saçlarını kulaklarının arkasına atıp çantanın fermuarını çekmeye başladı. Bunu yapmaktan hep nefret etmişti. Ona eski kötü anılarını hatırlatıyordu ama yaptığı şeyleri yapmasa yaşamayabilirdi.

Çantayı açtığında burnuna gelen koku onu yerinden kaldırdı ama kısa süre sonra geri döndü çantasına. Hırsızlar olmasaydı şu anda yanında peçeteler olmuş olurdu hatta daha iyisi pedler. Ama ikisi de yoktu o yüzden en iyi alternatifin yapraklar olduğunu düşündü. Etrafında onlardan çokça vardı zaten. Birkaç tane yaprak alıp çantanın içindeki kanı emdirmeye başladı. Yapraklar yemyeşilken aniden kıpkırmızı oluyordu. Pek hoş bir görüntü değildi ama yapması gerekiyordu. Yaşam veya ölüm meselesi... Bir başka yaprağı daha koyacakken o öğleyin Sıdıka ile beraberken duyduğu uzak ama gür sesi tekrar duydu. Ancak bu sefer daha da yakın gelmişti. Aldırış etmemeye çalıştı ne de olsa bu gece burada durmak zorundaydı ve kendisini gereksizce korkutmak istemiyordu. Sıdıka'yı düşündü. Acaba ne yapıyordu, nereye gitmişti? Sıdıka'yla beraber ise yatmadan önce hep onun uzun ve kumral saçlarını örerdi. Onu çok seviyordu ama yaptığı şeyleri öğrenmesine izin veremezdi. Bugün yaşananlardan dolayı çok üzgündü Mukaddes. Keşke şu an yanımda olsan ve o yumuşacık saçlarını örsem, uzay hakkında konuşsak, birbirimize iyi geceler konuşmaları yapsak... umarım her şey yolundadır senin için Sıdıka... diye düşündü.

Çantayı temizleyebildiği kadar temizledikten sonra son bir kez daha içine baktı. Dönüştüğü insana inanamıyordu. Fermuarını hızlıca çekip çalıların arasına geri koydu. Şelalenin yanına doğru ilerleyip en rahat duran yeri seçti. Hava biraz serindi ama dayanacaktı. Zaten yarın buradan çıkmış olurlardı değil mi? Şelalenin yanına uzanıp kafasını koydu. Gözlerini tam kapatacakken o gür sesi tekrar duydu. Bu sefer çok daha yakındaydı...

Devamı sonraki bölümde...

KartayakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin