Bölüm 8

255 6 0
                                    

---BÖLÜM HAKKINDA ÖNEMLİ UYARI---

Arkadaşlar merhaba;

Bazen wattpadten kaynaklı hatalar yüzünden koyduğumuz bölümün sayfaları gözükmüyor, aynı sayfadan bir daha oluyor veya bölümler yarım oluyor. Lütfen bu tarz şeylerle karşılaşmamak için hikayemizi mobil uygulamadan okumaya çalışın, bilgisayarınızdan okuyorsanız sadece 2.sayfayı okursanız bütün hikayeyi okumuşunuz olacaksanız. Eğer hikayenin sayfaları düzgünse lütfen bu uyarıyı dikkate almayın. Teşekkürler :)

Not: Fotoğraf Muguet'in kolyesidir.

İlyada

Binanın içerisindeki büyük holde duruyorduk. Bizi buraya kadar getiren,yani sürükleyen,adamlar hala kollarımızı tüm güçleriyle tutuyorlardı. Laboratuarda,adamlarla uzun kovalamacamızda incittiğim kollarımı ve hemen hemen bütün vücudumu,kelepçeleri çıkarmaya çalışırken iyice zorladığım için biri koluma parmağını değdirse bile acıyacağından adamların bu tutuşu kollarıma kırılma acısı hissi veriyordu. Normalde,normal bir insanın,şu anda deli gibi korkuyor olması gerekirken ben korkacak gücü bile kendimde bulamıyordum. Üstelik arabada kızlarla yaşadığımız o küçük “kolye krizi”nden sonra sanki yeteri kadar düşünecek şeyim yokmuş gibi bir de bu eklenmişti. Kendimi bildim bileli o kolyeyi boynumdan çıkarmamıştım. Nereye gidersem gideyim hep yanımda olmuştu,hatta bir süre sonra onu şans tılsımım gibi görmeye başlamıştım. Bu yaşıma kadar da şekline anlam verememekle beraber sadece bende olduğunu düşündüğüm için hep hoşuma gitmişti. Fakat şimdi,yani kızların kolyeleriyle birleştiğinden beri kolyemin sandığım gibi sadece kolye olmadığını düşünmeye başlamıştım. Fakat şuanki durumumuzda kolyeyi,ya da her neyse,düşünmeye bir ara vermem gerekiyordu,en azından şimdilik. Girdiğimiz bina bizi öldürüp,yıllarca saklayabilecekleri kadar büyük bir yerdi. Lobinin en arkasında bir merdiven vardı ve merdivenin üstünde karınca sürüsüne benzer şekilde,bizi kollarımızdan tutan adamlarla aynı siyah kıyafetleri,bu durumda üniformaları,giyen insanlar inip çıkıyorlardı. Hepsi bizleri içeri girerken gördükleri an bir kaç saniyeliğine durup baktıktan sonra işlerine kaldıkları yerden devam etmişlerdi. Galiba bu tarz olaylar bu yerde çok popülerdi,kimse ne şaşırıyor ne de bunlar kim diye soruyorlardı. Lobinin tam ortasında bizi bindirdikleri arabanın üstünde olan amblemi görmüştüm. Başı kuru kafa,gövdesi ahtapot kollarından oluşan bu amblem başka bir amblemin üstünü kapatmış gibiydi çünkü amblemin durduğu bayrağın altından kanata benzer bir şekil gözüküyordu ve belli ki devamı da bayrağın altındaydı. Kısacası,eğer yanlış tahmin etmiyorsam bu bina eskiden başka bir kuruluşun binasıyken bu siyah giyen beyler/bayanlar tarafından ele geçirilmişti. Şuan,net bir şekilde tek bir duyguya sahiptim:
Korku.
Ayaklarım tir tir titriyordu,ellerim öyle terlemişti ki adamlar yanımda olmasa,kelepçelerden kurtulmayı bile başarabilecek kadar kayganlaşmış haldeydiler. Kalbim,hayatında çalışmadığı hızda çalışıyordu. Karnıma giren ağrı ve başıma giren ani sızıyla korkunun tüm belirtilerini gösteriyordum. Eğer biraz daha ayakta kalırsam,adamların üstüne yıkılmaktan korkuyordum,kendimi ayakta durmam gerektiğine inandırmaya çalışıyordum fakat bacaklarım,gövdemden ayrı hareket etmeye başlamışlardı. Küçüklüğümden beri her korktuğumda ya da heyecanlandığımda yaptığım nefes meditasyonunu yapmaya karar vermiştim,ancak bu şekilde olduğumdan güçlü görünebilirdim. Derin derin aldığım ve verdiğim üç büyük nefesten sonra bedenimi sakinleştirmeyi başarabilmiştim. En azından artık ayaklarımı kontrol edebiliyordum. Bizi tutan adamların fark etmemesi için kaçamak gözlerle kızları kontrol ettikten sonra,binayı ve özelliklerini taramaya başlamıştım. Şuan elimden ancak bu kadarı geliyordu. Tam,bir umut eğer şansımız yaver giderse diye kaçabileceğimiz kapıların ve pencerelerin yerlerini ezberlemeye çalışıyordum ki bize doğru gelen adamı gördüğümden dikkatim dağıldı. Adam bize yaklaşınca,bizi buraya getirenlerin başı olduğunu düşündüğüm adam konuşmaya başladı;
-Whitehall aşağıda mı?
+Evet aşağıda sizi bekliyordu. Biraz daha geç kalsaydın senin için problem olabilirdi çünkü yavaş yavaş kızmaya başlamıştı. Senin yerinde olsam bir an önce aşağıya inerdim Bakshi. Kızlar bunlar mı? Çok gençlermiş.
-Genç olduklarına bakma hepsi tam bir baş belası. Bir an önce şu laboratuar farelerini Whitehall'a teslim edip kurtulmak istiyorum,haber verdiğin için sağol.
Adamlar birbirlerini başlarıyla selamladılar ve adının Bakshi olduğunu öğrendiğim adam bizi tutanlara dönüp işaret ettikten sonra;
-Kızları Whitehall'un yanına götürün,ben de belgeleri alıp geliyorum. Sakın ama sakın saçma bir şey yapmalarına izin vermeyin. Anlaşıldı mı?
Dedikten sonra farklı bir yöne yürümeye başladı. Bizi tutan adamlar da tam karşıdaki merdivenin yanındaki asansöre doğru bizi sürüklemeye başlamışlardı. Aklımdaki sorular serisine şimdi de nereye gittiğimiz ve Whitehall denilen kişiliğin kim olduğu eklenmişti. Asansör koca bir binaya göre küçük sayılırdı bu yüzden de on ikimiz de binemezdik,kızlarla her birimizi zaptetmek için üç adam "gönüllü" olduktan sonra altımız asansöre bindik. Hiçbirimizin konuşmaya enerjimiz kalmadığı için ne adamlara bir şeyler soruyor ne de bizi zorladıkları şeyleri yapmamak için direniyorduk. Sonuçta artık onların mekanındaydık ve bizi kapana kıstırmışlardı. Adamlardan biri -5'e bastıktan sonra aşağıya inmeye başlamıştık. Bir bilinmeze doğru iniyorduk. Aşağıda bizi nelerin beklediğine dair en ufak bir fikrim yoktu ve bilmemek insanın gerçekten sinirini bozuyordu. Bana göre geçmek bilmeyen,uzun mu uzun asansör yolculuğumuzun bittiğini gelen bip sesiyle anlamıştım. Artık -5. kattaydık,bizi getirmek istedikleri asıl yerdeydik. Asansörün kapısı açıldığında gördüğüm yer yukarıdaki büyük hole hiç benzemiyordu. Beyaz bir koridor yol boyunca uzanıyordu. Sağlı sollu kapılar uzun koridorda karşılıklı bir şekilde yerlerini almışlardı. Tam karşıda ise diğer kapılardan çok daha fazla dikkat çeken büyük bir kapı vardı. Büyük ihtimalle gideceğimiz yer de orasıydı. Asansörden inip yürümeye,diğer bir deyişle adamlar tarafından itilmeye,başlamıştık. Koridor boyunca yürüyorduk,yerlerdeki beyaz fayanslar,tavandaki floresanların aşırı parlak ışığı sayesinde parlıyordu. Koridordaki kapıların üstlerinde de alfa(α),beta(β),delta(Δ),sigma(Σ),omega (Ω) ve epsilon (ε) simgeleri vardı. Bu simgelerden de tahmin ettiğim üzere burası binanın laboratuarlarının olduğu kısmı,yani binanın bilim katı olmalıydı. Bizi götürdükleri kapının üzerinde ise gama (Γ) işareti devasa bir büyüklükte kendini gösteriyordu. Fakat asıl anlayamadığım şey bizi niye bilim katına getirdikleriydi. Fark etmeden bir şey mi keşfetmiştik ya da bilim kanunlarını mı çiğnemiştik(tabi öyle bir şey varsa)? Ne yaptıysak yapmış olalım,bizim bundan farkında olmadığımız kesindi. En sonunda uzun koridorun sonuna gelmiştik,gama simgeli kapının önündeydik ama içeri girmemiştik,kapının önünde bekliyorduk. Tam niye bizi beklettiklerini düşünürken arkadan gelen ayak seslerini duydum *zaten bu koridorda ancak ayak sesleri duyuluyordu.* Gelen kişi Bakshi’ydi ve biz de büyük ihtimal içeri girmeden önce onu beklemiştik. Ne de olsa kuklalar onları kontrol eden olmadan bir hiçlerdi. Bakshi bize doğru yaklaşmaya başlayınca beni tutan adam Bakshi’ye dönerek konuşmaya başladı;
-Efendim,Whitehall’un yanına girmeden önce sizi beklememiz gerektiğini düşündük,umarız geç kalmamışızdır.
+İyi yapmışsınız Bay Adams. Geç kalmadığımızı ben de umuyorum,Whitehall'un geç kalmalara karşı tepkisini çok iyi biliyorum. Neyse,daha fazla bekletmeden önce beyler,lütfen genç kızları içeri alalım.
Bunu dedikten sonra kapıyı açarak,öncelikle bizim,ve tabi ki laboratuarımızdan beri yapışık ikizlerimiz gibi olan adamların,geçmesi için kenarda beklemeye başlamıştı. Girdiğimiz oda grinin elli tonunu da barındıran bir odaydı. Odanın tam ortasında demir bir masa vardı ve masanın üstündeki tavanda asılı floresan sadece masayı aydınlatmaya yetiyordu. İçerisi çok loş ve iç karartıcıydı. Sol duvarda iki tane kitaplık ve bir koltuk vardı. Kitaplığın sağında da üç tane bilgisayar duruyordu. Her bilgisayarın önünde oturan insanlar vardı,bizi tutan adamlardan tek farkları onların üstündeki kıyafetin siyah üniforma yerine siyah laboratuar önlüğü olmasıydı. İçeri girerken çıkardığımız seslere rağmen hiçbiri dönüp bizimle ilgilenmemişlerdi bile. Çok önemli bir şey üstünde çalıştıkları kesindi. Tam karşıda kitaplığın yanındaki koltukta ise bir adam oturuyordu. Elinde tuttuğu kitaba dalmış gibiydi. Küçük yuvarlak,siyah çerçeveli bir gözlük takıyordu. Adamın saçları hafiften seyrelmiş ve aklaşmaya başlamıştı. Suratında ise sert bir ifade vardı. Burada bulunan diğer insanların aksine beyaz gömlek ve siyah bir takım giymişti. Kafasını kaldırıp yavaşça bize baktıktan sonra elindeki kitabı kapatıp kenara koydu,koltuğundan kalkıp bize doğru yürümeye başlamıştı. Bilgisayarları kontrol ettikten sonra konuşmaya başladı;
-Bay Bakshi,tam zamanında geldiniz. Biraz daha geç kalsaydınız hepimiz için de üzücü olurdu değil mi?
Yüzüne kondurduğu yapmacık gülümsemeden sonra Bakshi’yle el sıkıştılar. İşte tam o anda anlamıştım. Bahsettikleri Whitehall bu adamdı. Bakshi kravatını düzelttikten sonra konuşmaya başladı;
-Efendim,beni bilirsiniz her zaman tam zamanında gelmeye çalışırım ama az kalsın bu gün o alışkanlığımı yerine getiremiyordum. Kızların sayesinde tabi ki. Üç genç kız bize o kadar problem çıkarmaz diye düşünmüştüm ama bunlar tam baş belaları.
+Lütfen misafirlerimiz hakkında böyle konuşmayın Bay Bakshi. Ayrıca bu genç bayanların size zorluk çıkardıklarına da inanmıyorum.
Bizi tutan adamlara sert bir şekilde bakarak;
+Beyler lütfen misafirlerimizin ellerini ve ayaklarını çözün.
-Ama efendim,eğer çözersek kaçabilirler. Onları yakalamak gerçekten çok zor oluy…
+Size çözün dedim Bay Adams ve bir daha dediğimi tekrarlamak istemiyorum. Anlaşıldı mı?
-Anlaşıldı efendim.
Bu kısa ama fazlasıyla rahatsızlık veren konuşmadan sonra adamlar ellerimizi ve ayaklarımızı çözmüşlerdi. Kelepçe bileklerimi öyle çok sıkmıştı ki ancak çıkarttıklarında acısını anlayabilmiştim. Bileklerimi ovup acısını azaltmaya çalışıyordum fakat arabada kelepçeleri kendim çıkarmaya uğraşırken elimi derin bir şeklide kestiğim için bu pek bir işe yaramıyordu. Binaya giriş yaptığımızdan beri ne ben ne de kızlar tek bir kelime bile söylememiştik. Gerçi,hayatımızın şokunu geçirdiğimizi hesaba katarsak bu durum çokta garip değildi. Tam bu sessizliğe bir son verip bizi nasıl lanet bir yere getirdiklerini sormak için boğazımı temizleyecektim ki Bakshi denilen adamın telefonunun çalmasıyla laflarımı ağzıma tıkmam bir olmuştu. Bay Bakshi,Whitehall’a ufak bir bakış attıktan sonra *sanırım telefonu açmak için izin alıyordu* telefonu açtı;
-Size,ben sizi arayana kadar beni aramamanızı söylememiş miydim? Tamam,önemli değil konuşabilirsin nasılsa artık telefonu açtım,ölüm kalım meselesi olsa iyi olur. Evet… Evet… Nasıl yani? Grant Ward elinizde mi? Ama onun S.H.I.E.L.D’ın elinde olması gerekiyordu,en son ölüm cezasına çarptırılmıştı. Kaçmış mı? Ve gelip sizinle görüşmek istedi öyle mi? İnanılmaz! Sakın bir yere ayrılmayın,Ward’ı da elinizden kaçırmayın ben hemen geliyorum.
Telefonu kapattıktan sonra Whitehall’a döndü *en ufak bir şey için bile bu adamdan mı izin almaları gerikiyordu? Gerçekten mi?!* Whitehall kafasıyla gitmesini onayladıktan sonra kapıyı açıp gitmişti bile. Tanrım! Kim bu adamlar? Burası neresi? Aklımdaki soruları susturmamın imkanı yoktu. Whitehall,kitaplığının altındaki dolaptan bir şişe aldı,sanırım viski şişesiydi. Bardağına doldurdu,bir yudum aldıktan sonra konuşmaya başladı;
-Hatırlıyorum da,bu viskiyi ikinci dünya savaşı sırasında yakın arkadaşım Johann Schmidt bana hediye etmişti. Daha sonra da pis Amerika’lının biri onu öldürmüştü. İşte tam da o zamandan beri Amerika’lılardan nefret ederim. Sizler de Amerika’lı olmadığınıza göre çok iyi anlaşacağız sanıyorum kızlar. Lütfen kendimi tanıtmama izin verin. Ben,sizin üzerinizde araştırma yapacak olan bilim adamıyım,adım Daniel Whitehall,bu ismi iyi ezberleyin kızlar. Uzun zaman unutamayabilirsiniz.

Farklı DoğanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin