--Gökçe--Zihnim öyle yoğun bir karanlıkla ve sonsuz bir boşlukla doluydu ki hiçbir şey düşünemiyordum. Karanlıktan bir şeyler çekip almak bir kaç düşünce ya da ufak bir hatıra yakalayabilmek için uğraşsamda başarılı olamadım. Bu sanki gökyüzünde süzülürken tutunacak bir yer arıyormuşum gibi hissetttiriyordu. Ne olmuştu? Neredeydim? Niye bu kadar berbat ve yorgun hissediyordum? Tüm bu sorular zihnimde büyük bir hızla dolanıp dursada bir karşılık bulamıyorlardı. Nerede olduğumu anlamak için gözlerimi açıp etrafa bakmak istedim. Burada böylece yatarak cevap bulmayı bekleyemezdim değil mi? En azından nerede olduğumu anlamalıydım.
Bir kaç denemenin ardından zorda olsa gözlerimi açtığımda zifiri karanlıktan başka bir şey göremedim. Dışarıda mıydım? İlk başta gökyüzü sansamda baktığım yer gökyüzü değil büyük karanlık bir boşluktu. Kafamı hafifçe yana çevirdiğimdeyse duvarları fark ettim. Kafam karışırken anlamayarak tekrar yukarı baktım. Duvarlar olmasına rağmen onları birbirine bağlayan bir tavan yoktu. Gözlerimi kısmış yukarı bakarken karanlığın ardında bir şeyler parlıyormuş gibi gelsede ne olduğunu anlayamadım.
Tüm bunlar fazlasıyla tuhaf gelirken etrafıma daha iyi bakabilmek için yanımdaki duvardan destek alıp yavaşça doğruldum ama bu küçük hareket bile tüm vücudumun sızlamasına neden olmuştu.
Yüzümü buruştururken avucumdaki soğuklukla kaşlarım çatıldı. Elimi destek aldığım duvarda gezdirirken fazlasıyla pürüzsüz ve soğuk olduğunu fark ettim. Dokunduğum şeyin metal olduğunu anlamıştım. Neden metalden bir duvar yapma gereği duymuşlardı ki? Tüm bu gariplikler beni tedirgin ederken bakışlarımı odada dolaştırdım.
Gözlerim yavaş yavaş karanlığa alışırken köşede bir gardrop, masa ile sandalye ve masanın biraz üstündeki küçük bir ayna dışında bir şey göremedim. Birde üzerinde oturduğum bu yatak vardı.
Odaya tekrar göz atarken karşıdaki kapıyı az çok seçebilmiştim. Dışarı çıkıp nerede olduğumu sorabileceğim, konuşabileceğim birilerini bulabilirdim belki.
Ayaklarımı yataktan sarkıtıp doğruldum ama kalktığım an başım dönmeye başladı. Bir an olduğum yere yığılıp kalacağımdan korksamda beklediğim olmamıştı. Gözlerimi kırpıştırıp biraz bekledikten sonra etrafımda dönüp duran oda normale döndü. Sanırım uzun süre yattığım için böyle olmuştu.
Kendime geldiğimde kapıya doğru ilerliyordum ki üstüne bastığım yerin de metal olduğunu fark ettim. Diz çöküp yerde elimi gezdirdiğimde buna emin olmuştum. Sadece nedenini anlayamıyor ve daha önce böyle bir yer gördüğümü sanmıyordum. Doğrulup tekrar kapıya doğru ilerledim.
Kulpu indirip kapıyı açtığımda yine sadece karanlıkla karşılaşmak beni hayal kırıklığına uğratmıştı. İleriye doğru birkaç adım atıp gözlerimi kısarak etrafımı incelemeye başladım. Karanlıkta zar zor seçebilsemde anladığım kadarıyla bir sürü masayla doluydu etrafım. Sanki bir kafedeydim.
Buradan da dışarıya çıkabilmek için bir kapı bulmak umuduyla çevreme baksamda burası biraz önceki küçük oda gibi değildi. Oldukça büyüktü ve ileriyi görmem zordu.
Daha net görebilmek için ileriye doğru birkaç adım daha atmıştım ki aniden açılan ışıkla gözlerim sıkıca kapandı. Tam bu sırada hafif bir kapı sesi duydum. Elimi gözüme siper etmiş etrafa bakmaya çalışırken gözlerim yanıyordu.
Ben daha ne olduğunu anlayamadan biri sertçe kollarımı yakalayıp beni duvara ittirdiğinde yüzüm soğuk metale sertçe çarptı. Şaşkınlık ve korkuyla kalbim hızlanırken ellerimi kurtarmaya çalıştım. Beceremeyeceğimi anlayınca büyük bir hızla arkamdaki kişinin neresine geleceğini umursamadan bir tekme savurdum. Elleri biraz gevşerken ondan uzaklaşmaya çalışsamda başarılı olamadım. Bu haraket tekrar hatta daha sert bir şekilde bileklerimi sıkmasına neden oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir şaka ya da anı gibi
Science FictionSırf para ve güç uğruna ölümlere şahit olmaya hatta ölmeye mecbur bırakılmış insanlar. Onları ve aslında tanımadıkları milyonlarca hayatı kurtarmak için her şeyi yapabilecek dört kişi. Birbirlerini tanımadan aynı amaç için uğraşsalar da yapılan tü...