Güneşte Kaybolmayan Gölge

27 2 1
                                    

Herkese merhaba ilk hikayem ile karşınızdayım umarım beğenirsiniz😊 açık söylemek gerekirse başlık konusunda tereddütlerim var, kendimi bildim bileli başlık aptalıyım. Eğer önerileriniz olursa lütfen benimle paylaşın, fikirleriniz benim için çok kıymetli. Desteklerinizi bekliyorum :)
Sizleri seviyorum🌹
Bir sonraki hikâyede görüşmek üzere..

***
TNK-Söyle Ruhum
Evgeny Grinko-Field

Hayatının en huzurlu anlarından birini yaşıyordu genç kız. Sırtında çantası, üstünde en sevdiği hırkası ve kulağında kulaklığı ile mutluydu. Kulağına dolan müzikler ile burada, kitapların arasında kaybolduğunu düşünüyordu ama korkmuyordu. Hep yapıyordu bunu, sürekli kaybediyordu kendini. Bir yandan insanları dışarıya mahkum eder, bir yandan da kendini kaybederdi. Eğer kaybolursa, yok olursa ya da insanlardan soyutlanırsa kendini bulacağını düşünüyordu. Aslında bulmuştu da sadece farkında değildi.
Kapattı gözlerini ve dudağının kenarındaki çukur ile yok oluşun tadını çıkardı. Her yanını sardı müzik, ondan başka hiçbir şey duymuyordu. İnsan yok, adım sesleri, kahkahalar, gürültü yok. İçinde bulunduğu bu kitap-kafede kitap kokusu yok, kahve kokusu yok; hatta tenine vuran ışık, saçlarını hafifçe dalgalandıran esinti yok. Var olan tek şey yokluğun ta kendisi...
Açtı gözlerini ve parmaklarını kitapların üzerinde gezdirmeye devam etti. Yokluğun tam ortasındayken hatta 'yok olmak' olmuşken bile vazgeçemediği tek şey kitaplardı belki de, çünkü insanlar ile arasındaki tek bağ, tek köprü buydu. Sosyal birisi değildi, arkadaşı yoktu, kuzenleriyle oturup sohbet edemezdi, kimsenin yüzüne(gözlerine) iki saniyeden fazla bakamazdı. Kalabalık ortamlarda bulunamazdı bu yüzden en sevdiği yazarları görme fırsatını hep kaçırmıştı.
Herkesten korkardı, kendisinden bile, kendi içinden korkardı. Sinirlenmekten, nefret etmekten, en çokta üzülmekten korkardı. Okuduğu bir kitapta ya da izlediği bir filmde birisine kızdığı zaman kendisinde korkardı mesela. İçindeki bu duygu ürpertirdi onu, neden bunları hissettiğine anlam veremezdi. Ona göre birine kızmak dahi kötülüktü, insanın kendisine yaptığı en büyük kötülük her yerdeydi ve herkesteydi.
Yok olmayı istemesinin en büyük nedeni olan kötülük aynı zamanda kitapları sevmesinin de en büyük nedeniydi, çünkü korkusunu, korkularını tam anlamıyla bilmesi gerekiyordu ve bunu insanların içine karışmadan yapabilmesinin tek yolu buydu. Ama aynı zamanda kitapların onu sakladığına inanıyordu. Ona göre herhangi bir yerde tek başına oturup kitap okuyan birisi kimsenin dikkatini çekmezdi ve kimse tarafından da umursanmazdı. Yani kitaplar bir yandan onu saklıyor bir yandan da korkularıyla yüzleştiriyordu, her birinin gerçek olduğunu gösteriyordu.
Yavaş yavaş ilerlemeye başladı ama kitaplara dokunmayı hiç bırakmadı. Kimse yoktu etrafında ve kimse umursamıyordu onu, en azından o öyle sanıyordu. "Huzur..." dedi içinden "İşte bu." diye mırıldandı. Dudağının kıyısı usulca yukarıya doğru kıvrıldı. Farklı hissettiği anda duracak ve elinin altındaki kitabı satın alacaktı. Enerjiye inanırdı Mavi, ona iyi hissettiren bir kitabı almadan gitmezdi hiçbir yere. Ne fiyatı önemliydi onun için ne de konusu, arka kapaktaki özeti ya da tanıtımı bile merak etmezdi. Bazen de kitapların onu çağırdığını düşünürdü. Fısıldıyor ona kitaplar. "Mavi... hadi gel. Al beni ve korkma, saklarım seni."
Ya gerçekten kitaplar bizi çağırırdı ve bunu Mavi gibi özel insanlar duyardı ya da Mavi sadece bir şeylerin(birilerinin) onu çağırmasını isterdi, kim bilir.
Durdu sonunda ve ne ara kapattığını bilmediği gözlerini açtı bir kez daha. Yavaşça aldı kitabı eline, İntikam. Nedensizce onlarca kez okuduktan sonra kitabın adını, yavaşça kaldırdı kapağını ve kokladı sayfalarını. Bunu yapması ile şaşkınlıktan resmen ağzı açık kalmıştı. "Adı 'İntikam' olan bir kitap nasıl böyle güzel kokar ki?" dedi. Şaşkınlığı giderek artıyordu çünkü Mavi kitapların o bilindik kokusuna aşinaydı ve ilk defa kokulu bir kitabı olmuştu.
Yavaş ve sessiz adımlarla ayrıldı rafların arasından fakat bilmiyordu ki o gün hangi kitabı alırsa alsın çiçek kokacak. Bilmiyordu ki birisi sırf nasıl koktuğunu bilsin diye bütün raflara parfüm sıkmış. Mavi bahar gibi koktuğunu ve buzları erittiğini; okyanus gözleri, gece saçları ile birinin kalbini ısıttığını bilmiyordu.
Kasaya gitti ve satın aldı kitabı ama niye çiçek koktuğunu sormadı. İnsanlarla konuşmak onun için yeterince zordu zaten ve nedense bu kitabın koktuğunu kimsenin bilmesini istememişti. Hemen çıktı oradan ve eve doğru yürümeye başladı. Hiç elinden bırakmadığı kitabı ara ara açıp kokluyordu ama asla uzun uzun solumuyordu, korkuyordu. Bitecek, yitip gidecek diye. Evinin olduğu sokağa gelince kalbini bir anda bir heyecan sardı çünkü yok olucaktı. Öyle dememiş miydi kitap? "Saklayacağım seni" dememiş miydi? Eline aldığı her kitap heyecanlandırırdı ama bu başkaydı, bambaşka... Peki nedendi bu bambaşka heyecan? Güzel koktuğu için mi, yoksa bilmeden kendi kokusuyla tanıştığı için mi?
Hızlı hızlı çıktı apartmanın merdivenlerini ve eve girdi. Annesi mutfakta yemek pişiriyordu, ona geldiğini söyledikten sonra odasına geçti hemen. Hava henüz kararmadığı için ışıklarını açmadı, penceresinin önündeki çiçeklerini suladı ve perdesini sonuna kadar açtı. Günün son ışıklarını da aldı içeriye. Oturdu yatağına ve okumaya başladı kokulu kitabını ama odaklanamıyordu çünkü sürekli koklayıp duruyordu kitabı. En sonunda derince son bir soluk daha alıp kendini tamamı ile kitaba verdi.
Yine bilmiyordu Mavi, burnuna dolan bu koku ile bir başkasının nefesini kestiğini.
Okudu her bir kelimeyi, her bir satırı, sayfayı. Yavaş yavaş sardı kitap onu ama yok etmedi, yok oldu sanıyordu gece saçlı kız ama hayır, olmadı. Çünkü artık onu gören biri vardı; duyan, bilen, korkularını hisseden, onu seyreden biri vardı. Bazı günler penceresinin önünde saatlerce bekleyen, gittiği her yerde bir gölge gibi takip eden, o bilmese de kendisini koruyup kollayan birisi vardı.
Mavi'nin uzun zamandır güneşte kaybolmayan bir gölgesi vardı...
Kalbi buz tutmuş genç adam yanıyordu adına aşk denen ateşte. Nasıl yanardı ki buz? Bilmiyordu. Belli ki onun da bilmediği pek çok şey vardı. Sokak lambasının altında Mavi'yi izlerken "Bahar da yakıyormuş demek ki..." diye mırıldandı ve yok olmayı bekleyen kızı var etmeye devam etti.

Çapulcuyum BenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin