MAVİ GÖZLÜ ÇOCUK

17 1 0
                                    

 
  Hellooo😊🤗 Lafı uzatmadan hikayemi size sunuyorum, umarım beğenirsiniz🌺
  ***
Rei Brown - I Can't See You In The Dark
Les Discrets -  Song For Mountains

Çok güzeldi, inanılmaz derecede hoşuma gitmişti bu bileklik ve hayranlığımdan olsa gerek yarım saattir yatağıma uzanmış öylece bakıyorum. Gümüş zincirli ve ortasında da beyaz mermerden oval bir taş var, taşın üstünde ise siyah gülün en sevdiğim motifi çizili.
  Bir antikacıdan aldım bugün bu bilekliği. Eve dönüş param dışındaki bütün parayı harcayarak hem de. Sırf üstünde sevdiğim motif var diye sevmedim bunu ben çünkü o dükkan da daha uygun fiyatlı ve daha güzel modeller de vardı. Sadece bakmak için girdiğimiz bir dükkanda bütün paramı bitirince arkadaşım şoka girmişti resmen. Günün kalanın da almak istediğim hiçbir şeyi alamamıştım ama pişman değilim. Bilekliği ve bugün yaşadıklarımı düşünmemeye çalışarak yumdum gözlerimi.
  ***
  Gülmekten gözümden yaş gelmişti resmen, hala gülerken sildim gözümdeki yaşları. Ama bir dakika! Neden gülüyorum ve neredeyim, bu insanlar kim? İlk defa böyle bir rüyaya uyanmıştım. Elimi yüzümden çekerken incelemeye başladım etrafı.
  Bir arabadaydım, daha doğrusu bir arabadaydık. Bu insanları tanımıyordum ama korkmuyordum da. Arka koltukta ortada oturuyordum, sağımda benden iki ya da üç yaş büyük duran bir erkek, solumda da şirin mi şirin bir kız vardı ve en fazla üç yaşında olmalıydı. Şoför koltuğunda ki adamın ve onun yanındaki kadının yüzlerini göremiyordum.
“Şimdi biz orada ne kadar kalacağız hayatım?” diye sordu kadın. Elini eşinin koluna koyup sormuştu bu soruyu ve bir şey dikkatimi çekti. Kadının kolunda benim bilekliğimin aynısı vardı. Biraz daha yakından bakmak için öne yaklaştım, evet. Benim bilekliğimin birebir aynısıydı.
“Aslında bana kalsa birkaç hafta kalırdık ama biliyorsun işlerden dolayı en fazla beş gün kalabiliriz.”
“Olsun” dedi kadın, “Bu bize yeter de artar bile, sende kafanı dinlemiş olursun hem.” Sevgiyle bakıyordu kocasına kadın, anlayışla. Tuttu adam kadının elini ve dudaklarına götürüp bir buse bıraktı. Hemen başka yöne çevirdim başımı, iki insanı bu kadar yakından izlemek sapıkmışım gibi hissettirmişti bana. Beni göremediklerinin farkındaydım ama yine de birilerini bu kadar uzun süre izlememeliydim. Gerçi aynı arabadayken bu ne kadar mümkündü bilmiyorum ama.
  Sağımdaki çocuğa çevirdim bu kez bakışlarımı, kulağında kulaklığıyla dışarıyı izliyordu. Siyah saçları mavi gözlerinin üzerine gölge düşürmüştü adeta ama huzurlu duruyordu. Başını kaldırıp benim olduğum tarafa döndü, bir anlığına kesişti gözlerimiz sanki. Beni fark etti sanıp umutlanmıştım ama hayır… O sadece küçük kardeşini kontrol ediyordu. Zaten beni fark etmesi aptallık olurdu, sonuçta ben bir yabancıydım; hatta şuan kendime de yabancıydım. Asla tanımadığım bir arabada, tanımadığım insanların arasında bu kadar sakin kalamam ben ama şuan sanki ben, ben değilim. Kıyameti koparmam gerekirken oturmuş bu insanları sapık gibi izliyorum.
“Kucak, kucak” diyip kollarını abisine uzattı küçük kız. Kulaklığını çıkardı mavi gözlü çocuk ve kollarını kardeşine uzattı. Hemen refleksle öne doğru kaydım koltukta, sanki beni hissedebiliyorlarmış gibi. Küçük kardeşini alıp kucağına oturttu ve onun camdan dışarıyı göstererek sorduğu sorulara cevap vermeye çalıştı.
  Ben yine(!) onları izlerken bir anda araba sola doğru yalpaladı. Hemen arabayı süren adama baktım, ona bakan sadece ben değildim. “Ne oluyor Gökhan?!” dedi genç kadın korkuyla. Adamın yüzü kasılmıştı, bir şey belli etmemeye çalıştığı ortadaydı. Gülümsemeye çalışarak “Yolun ortasında koca bir taş vardı, teker kaydı herhalde.” dedi. Yalan söylüyordu, nasıl oluyor bilmiyorum ama hissediyorum. “Emin misin?” diye sordu kadın. “Emi-” daha adam sözünü tamamlayamadan bir kez daha sarsıldı araba.
  “Noluyor baba, doğruyu söyle?!” diye bağırdı bu kez yanımdaki çocuk. O da korkuyordu hissediyordum. Küçük kız da ağlamaya başlamıştı artık. Korkuyla adamın ağzından çıkacak olanları bekliyorduk. Derin bir nefes verdi adam ve gözlerini yoldan ayırmadan “Firenler tutmuyor” dedi. “Polisi arayalım.” dedi hemen kadın ama çok geçti.
  Her şeyi uzaktan izliyordum şimdi, arabada değilim artık. Yolun başındayım, uçurumun başında ama hala yanlarında gibiyim atılan çığlıklar kulaklarımda. Birkaç adım daha ilerledim, yuvarlanıyordu araba gözümün önünde! Durdu en sonunda ters bir şekilde. Oradaki insanları düşünmemek için yumdum gözlerimi, böyle bir şeyin olmadığını hayal ettim. Hiç yaşanmadığını… ama yaşanmıştı. Belki dedim, bir umut çıkan olur arabadan diye araladım gözlerimi. Fakat gözlerimi açmam ile başka bir yerde buldum kendimi. Az önce mutluluktan akıyordu gözümden yaşlar şimdi ise acıdan. Bu kez silmedim gözümün yaşını.
  Kocaman, bembeyaz bir villa vardı önümde. Eve doğru biraz yürüdüm ve demir kapıya doğru ilerledim. Elimi kapıya uzatmamla fark ettim elimdeki siyah gül buketini ve üstümdeki siyah uzun elbiseyi. Niye bunlar üstümdeydi ki şimdi? Kafayı yemek üzereyim artık ya!! Boş olan elimle araladım kapıyı ve bahçeye girdim, her yer çiçeklerle doluydu rengarenk çiçeklerle. Az önce yaşananlardan hiç yaşanmamış olsaydı belki burası gözüme daha da güzel gelirdi. Bahçe duvarı bile çiçeklerle kapanmıştı.
  Tek karanlık bendim burada, az önceki faciayı kıyafetimle dile getiriyordum sanki. Hala etrafı incelerken evin kapısı açıldı kendiliğinden! Büyülü müydü burası?! Gerçi bunu benim sormam ne kadar doğru bilmiyorum zira az önce yok gibiydim. Beni görmüyor, duymuyor hatta hissetmiyorlardı. Açık kapıdan içeri doğru yürüdüm. Korkuyordum ama merakta ediyordum.
  Evin içi de dışı gibi beyazdı ve her yerde vazolara koyulmuş renkli çiçekler vardı. Sağımda yukarıya çıkan beyaz bir merdiven vardı, karşımda ise geniş bir alan. Yavaşça salon olduğunu düşündüğüm yere ilerledim, ilerlerken solumda mutfak gördüm oraya da baktım göz ucuyla, kimse yoktu. Salona girdiğimde birilerini bulacağımı tahmin etmiştim ama kimse yoktu. Kimse olmadığı için biraz rahatlamıştım ama sorun şu ki ben yalnızlıktan korkardım.
  Salonda bahçeye açıldığını tahmin ettiğim açık kapı dikkatimi çekti. Çok güzel kokan bir rüzgar esiyordu içeriye. Kapının üstüne çekilmiş olan perde esen rüzgarla beraber içeriye savruluyordu. Ayaklarım kendiliğinden oraya doğru yürümeye başladı. Yaklaştıkça burnuma dolan koku daha da yoğunlaşıyordu sanki. Perdeyi kenara çekip kapıdan dışarı çıktım, direk gözüme vuran güneşe alışmak için kıstım gözlerimi. Bekledim bir süre ve sonunda açtım gözlerimi.
  Her şeyi ama her şeyi bekliyordum ama bu görüntüyü asla. Her rengi bekliyordum ama siyahı asla. Simsiyahtı burası ama… neden? Geri dönmek için arkamı döndüğümde şaşkınlığım biraz daha arttı. Girerken bembeyaz dediğim evin bu taraftaki duvarları simsiyahtı. Ön bahçe rengarenk çiçeklerle doluyken burası sadece siyah güllerden ibaretti. Bahçe duvarları, evin duvarı, verandada ki koltuklar, dikilmiş çiçekler hatta toprak bile simsiyahtı. Yerlerde çimen yoktu, boştu toprak. Sanırım bu koca evde en çok buraya yakışmıştım, benimde her yanım siyahtı. Üstümdeki elbise, saçlarım, tırnaklarımdaki oje, elimdeki bir buket gül, ayağımdaki ayakkabılar ile baştan aşağı siyahtım.
  Verandadan aşağı indim ve ilerlemeye başladım tüm siyahlığımla. Belki beş belki de on dakika boyunca yürüdüm ve birisi belirdi biraz ileride. Bana doğru yürüyordu sanki siyahlar içindeki adam, bende ona doğru yürümeye başladım. Kim olduğunu bilmiyordum ama belki beni buradan götürebilirdi. Yaklaştıkça tüm bu karanlığın içine doğdu mavi, bu oydu. Arabadaki çocuk, mavi gözlü çocuk… İçime doğan heyecanla beraber gelmesini beklemeye başladım.
   Sakince kaldırdı başını ve gözlerime baktı, bir damla yaş aktı mavilerinden düştü toprağa. Mavi olucaktı artık açan her yeni gül...  Neden ağlıyordu? Çatık kaşlarımla biraz daha yaklaştım ona, mavilerine ateş düşmüştü. Gözaltları ıslaktı, kendi gözümden akan yaşa aldırmadan silmek istedim gözyaşlarını. O ise sadece gözlerime bakıyordu. Elimi kaldırmamla varlığını unuttuğum bir demet gül düştü yere, açıldı ipi, savruldu bazıları. Tek bir tane kaldı geriye. Umursamadım. Ona döndüm tekrar silmek için gözünün yaşını ama yere eğildi bir anda. Kalan son çiçeği aldı eline ve o an fark ettim parmağındaki yüzüğü.
  Benim bilekliğimin taşı vardı yüzükte, birebir aynısıydı. Yavaşça doğruldu ve bana uzattı siyah gülü. Ben ise hala parmağındaki yüzüğe bakıyordum, oradan da kolumdaki bilekliğime baktım. Aynıydı. Neden her yerde karşıma çıktığını hissediyordum? Kendimi toparlamaya çalışarak aldım çiçeği elinden. Teşekkür etmem gerekiyordu değil mi, edemedim. Yavaşça geçti yanımdan, bense sadece elimdeki çiçeğe baktım durdum. Başımı kaldırdığımda karşımda iki mezar vardı. Biri normal boyutlardaydı ama diğeri… nefes alamadığımı hissettim. Diğer mezar küçücüktü. Tıpkı, tıpkı bebek mezarı gibi! Nasıl anlamıştım bilmiyorum ama bunlar, arabadaki kadınla küçük kızın mezarıydı. Hissediyordum.
  Bir hıçkırık kaçtı dudaklarımdan, bu yüzden ağlıyordu demek mavi gözlü çocuk. Dizlerimin bağı çözüldü çöktüm mezarın yanı başına. Tutamıyordum kendimi ağladıkça ağlayasım geliyordu. Hissediyordum, hiç istemesem de onun acısını bende hissediyordum. Sanki benim annem ve kardeşim ölmüş gibi hissediyordum. Arkama baktım, oradaydı ve ağır ağır yürüyordu. Omuzları çökmüştü, kalbi yanıyordu, canı acıyordu. Biliyorum çünkü aynı hisleri ben de yaşıyordum. Son kez baktım ardından ve başımı mezar taşına yaslayıp içimdeki acının geçmesini bekledim.
  ***
  (2 hafta sonra)
Dalgın dalgın bakıyordum avuçlarımdaki siyah kapaklı kitaba, kitaptan ötürü değildi dalgınlığım. Ben gariptim iki haftadır. Sürekli dalıp gidiyorum, düşünüyorum gerçi neyi düşündüğümü de bilmiyorum ki. Ya da bilmek istemiyorum. Kendimden emin değilim şu sıralar. Kaldırdım başımı kitaptan ve karşımdaki çalışan abiye uzatarak satın almak istediğimi söyledim.
  Kitap fuarına gelmiştik arkadaşlarımla, aslında harika bir gün geçirmiştim ama yine de ne bileyim, içim rahat değil. Aklımda sürekli gördüğüm rüya var, o kadar gerçekti ki sanki yaşanmıştı her şey. Tatile çıkan insanlar arasında buldum önce kendimi, benim varlığımdan dahi haberleri yoktu ama oradaydım. Sonra kaza yaptılar acı ve korku düştü kalplerine, kalbimde hissettim. Kalplerinde doğan her duygu, kalbimde verdi son nefesini. Sonra bilmediğim bir evde buldum kendimi, yabancıymış gibi hissettim önce çünkü bembeyazdı ev, ben ise simsiyah. Arka bahçeye gittiğimde ise oraya ait hissettim kendimi, siyahtı her yer. Sonra mavi gözlü çocuk çıktı karşıma, arabada görmemişti beni ama orada gördü. Annesinin ve kardeşinin mezarını gördüm en sonunda da.
  O kadar farklı ve ilgiç bir rüyaydı ki… uyandığım da ağlıyordum ve birkaç saniye boyunca sanki ölenler benim ailemmiş gibi hissetmeye devam ettim. Mavi gözlü çocuk ağladığında ona o kadar çok acıdım ki acınacak hale düşmekten korktum. Bir rüyada olduğumu biliyordum mesela en başta ama unutuyordum ara ara. Ölenlerin kim olduğunu nasıl hissetmiştim mesela? Rüyalarda mantık aramadım bugüne kadar ama tanımadığım insanları neden gördüğümü sorgulamaktan da kendimi alamıyorum.
  Bana seslenen abi ile aldım kitabımı ve başka bir stada doğru ilerledim. ilk defa bu kadar büyük bir fuar kurulmuştu ve sevdiğim yazarların bir kaçı da buradaydı bugün. Bazıları ile sohbet etme imkanı buldum, imzalı kitaplarını aldım; bazılarının ise söyleşilerine katıldım, onlarla fotoğraf çekindim.
  İleride henüz gitme fırsatı bulamadığım alana doğru yürümeye başladım tabi buna yürümek denirse. O kadar kalabalık ki iğne atsak yere düşmez resmen. Yürüme çabam en sonunda bana çarpan kişi ile sona erdi. Ve bu kişi dönüp bir “özür dilerim” i çok görmüş olsa gerek ki hızlıca insanlara çarpa çarpa yoluna devam ettim. Sinirle kıstım gözlerimi ve düşen kitabımı almak için tekrar döndüm önüme. En son aldığım kitap yere düşmüştü, tam almak için eğiliyordum ki başka birisi eğilip aldı. Baktı bir süre ve bana uzattı, kim olduğunu bilmiyordum şapka vardı başında. Kitabı aldım ama ben daha teşekkür edemeden uzaklaştı yanımdan. Elimde ki kitaba baktım bir süre ve yeni fark ettiğim ayrıntı ile beynimden vurulmuşa döndüm.
  Bu oydu, mavi gözlü çocuk!! Parmağında benim bilekliğimdeki taşın aynısı vardı, kitabı verirken görmüştüm. Rüyamda siyah gülümü bana veriyordu burada ise kitabımı.Hemen döndüm arkamı ama bu kalabalıkta onu bulmam imkansızdı…

Çapulcuyum BenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin