Tenime dokunan ve orada barınamayıp usulca intihar eden yağmur damlalarının vücudumu gıdıklaması ile gözlerimi araladım. Harika, kumların üzerinde uyuyakalmıştım. Gözlerim az önce denizin üzerinde duran dolunayı ararken elim ile kumlardan destek alarak doğruldum.
Saat kaç olmuştu?
Doğrulduğum an başıma giren sızıyı inledim. Yağmur şiddetini arttıracağını bağırır gibi aniden göğü yarıp kuvvetli bir ışık bıraktı geçtiği yerlerde.
Gök gürültüsü.
Uğursuzluk.
Yerden destek alarak ayağa kalktım ve üzerime yapışan kum tanelerini umursamadan eve doğru koştum. Ayaklarım yerdeki kumları bir sağa bir sola savuruyordu. Islandıkça daha da hızlandım. Sonunda merdivenlere ulaştığımda kapının üzerindeki çıkıntı sayesinde yağışın şiddetinden kurtulabilmiştim. Ancak yağmurun sesi hala kulaklarımı dolduruyordu.
Önünde durup soluklandığım demir kapının yuvarlak kilidinden tutup çevirdim ve içeri girip kapıyı ardımdan kapattım. Bedenimin titremesini kontrol altına almaya çalışsam da başarılı olamamıştım.
Gerçekten uğursuz bir geceydi.
Tepesinde onu izleyen dolunayın kendisiyle vedalaşmadan gidişinden belliydi. Hoş o onu selamlamaktan öteye gidemeden sızıp kalmıştı bile. Başımı iki yana sallarken üzerinde porselen çaydanlık bulunan ocağın altını açtım. Gözlerim doğalgazın yaydığı ilk alevde takılı kalmıştı. Ona bakarken sessizce yutkundum ve yağmurun sesini de hiçe sayarak üzerimdekilerden kurtulmaya başladım. Vücuduma yapışan kıyafetleri hızla çıkarırken yerine de temiz ve kuru olanlardan bir şeyler giydim. Uzunluğundan ve gür oluşundan dolayı uzun bir zaman kurumayacak olan saçlarımı dolaptan bulduğum bir tişörte doladım.
"Kimse yok mu?"
Soğuktan ve endişeden diken diken olan tüylerim kapının ikinci kez ve sert bir şekilde çalınmasıyla daha ürperdi.
Gecenin bu vaktinde kim olabilirdi ki? Üstelik kapıdaki kişinin sesi de tanıdığı kimsenin sesine benzemezken.
Kapının hemen yanındaki pencereden usulca başımı çıkardım. Perdenin arkasında gizlenirken havanın karanlık oluşu sebebiyle koyu renkli giyinmiş bir adamdan başka bir şey göremiyordum.
Adeta bir silüet.
Yağmurun sesine eklenen ısrarcı kapının sesi kulaklarımda basınca neden olurken kapıya uzandım ve açtım. Ağır bir gıcırdama sesi ile açılan kapının önünde yağmurdan sırılsıklam olmuş bir adam duruyordu. Uzun ıslak saçları yüzünün yarısını örtmüş, bedeninden sular damlıyordu. Kısa bir süre karşımdaki iri yarı adamı izlerken en sonunda gözlerine bakıp bekledim. Güçlü bir şimşek arkasında belirirken yutkundum.
"Buyurun."
"Rahatsız ediyorum kusura bakmayın, yağmurda kaldım ve buraya yeni geldiğim için yönümü kaybettim galiba. Sizin ışığınızı açık görünce de şansımı denemek istedim."
Bir eli ile yüzüne yapışan saçları geriye atarken diğer eli de mahcubiyetle ceketini düzeltti. Burada yaşamaya başladığımdan beri buranın dilini öğrenmiştim. Tanımadığım bu adam da bu dili yeni öğrenmiş gibi acemi bir aksanla konuşuyordu.
"Tabii, buyurun çok ıslanmışsınız." dedim biraz önce ıslanan ben değilmiş gibi. Adam içeri adım attıktan sonra kapıyı yavaşça kapattım. Arkasından temkinli adımlar atarken az önce başıma doladığım tişörtü sıyırıp kenara bıraktım ve parmaklarımla saçlarımı tarar gibi yaptım.
"Şöminedeki odunları tutuştururum şimdi ısınır içeri." dedim ve şömineye yöneldim.
İnce odunlar kısa bir sürede yeniden alev aldı. Üzerinden hala sular damlayan yabancı misafirim de alevleri izliyordu.
"Siz buraya oturun." dedim şöminenin önündeki sallanan koltuğu gösterirken. Evin içinde kısa bir süre göz gezdirdikten sonra dediğimi yaptı ve kalktığım yere oturdu.
"Ah, kahve yapmak için su ısıtmıştım. Üşümenize iyi gelecektir, ister misiniz?"
"Çok sevinirim, teşekkürler."
Kibar sesi ile kısaca söylediklerimi onayladıktan sonra yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Peki, yolunu kaybetmiş ve ıslanmış birine yardım etmek beni de uzun bir zamandan sonra gülümsetmişti. Amacı kalmayan hayatımın küçükte olsa bir amaç buluşu onu mutlu etmişti. Arkamı dönüp kapıdan çıkacağım sırada kapının üzerinde asılı olan kalın ve uzun boynuzlu geyiğe takıldı gözlerim. Arkamda duran yabancı misafirimin gözlerini sırtımda hissettiğimde sertçe yutkunduktan sonra hızla mutfağa yöneldim. İki büyük kupa çıkartıp içine çoktan kaynamış ve bir kısmı da ocağın üzerine taşmış olan suyu doldurdum. Tezgahın üzerinde duran kahve kutusundan kupalara ikişer kaşık kahve atıp yeniden tezgahtaki yerine bıraktım.
Tezgahın üzerindeki ahşap duvar rafının içindeki küçük cam şişede takılı kaldı gözlerim. İçinde kıpkırmızı bir sıvı olan ve anneannemin zor bir anımda kullanabileceğimi söylediği özel karışımı.
"Al bu şişeyi. Tek bir damlası bile yeter sana zarar vermek isteyenlere."
İçimdeki şeytan ve melek kendi aralarında bir kavgaya tutuştu. Şeytan başını olumlu anlamda sallarken yüz ifadesi gurursuzdu. Melek ise ona kızgınlıkla bakıyor ve başını bana çevirip olumsuz anlamda iki yana sallıyordu. Onlara bakıp başımı aşağı yukarı salladığımda melek panikle beni izledi. Kupaları elime alıp oradan çıkmamla birlikte o da rahatlamıştı. Kendi kendime gözlerimi devirip içeride beni bekleyen yabancı misafirimin yanına gittim. Onun olduğu odaya girdiğimde gözleri kapının üzerindeki geyik başından bana kaydığında olduğum yerde derin bir nefes aldım.
Kahvesinden ilk yudumu aldığında onu izliyordum. İlk yudumun verdiği sıcaklık ile arkasına biraz daha yaslandı baştan sona simsiyah giyinmiş olan adam. Şöminenin ısısıyla omzuna dökülen saçlarının uçları da kurumuştu. Kahvesinden bir yudum daha aldı ve bir eli ile dizinin üzerine yerleştirdiği kupayı tutarken diğer eli ile de dağılmış nemli saçlarını geriye doğru attı. Yüzü daha çok açığa çıktığında tanıdık gelen yüzünü izlediğimi anlamaması için elimdeki kupadan ilk yudumu aldım ve sonra boğazımdan aşağı akan sıvının geçtiği yerlerde bıraktığı sıcaklığa gülümsedim. Kahvemden yeni bir yudum daha almaya yeltenirken sorduğu soru ve kullandığı dil beni afallattı ve biri kahveyi başımdan aşağı döküyormuş gibi hissettim. Bakışlarımı yeniden ancak bu kez şaşkınlıkla ona yönelttim.
"Nasılsın Aforia?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN GÖLGESİ
Historia CortaKaranlığı yaran ışığın altında o ışıkla oynaşan bedenleri geçmişin küf tutmuş raflarında bir anı olarak kalırken bir kurt uludu. Sesi geçmişi getiriyordu. Sesi insanı geçmişe götürüyordu. Küfler etrafa dağılırken anılar zihninin gerisinde boş bir...