***Elimde tuttuğum kırmızı gülün dikeni parmağımı kesip geçtiğinde bunu umursamayacak kadar heyecanlıydım. Parmağımdaki kanı pantolonuma sildim ve arabadan indim. İki gündür Taeri'nin yanına gidemiyordum ve bu yüzden içimde biraz utanç vardı. Ona onu asla yalnız bırakmayacağımı söyledikten sonra haber bile vermeden kayboldum ve iki gün sonra çıkıp yanına gidiyordum. Beni terslese bile bunu anlardım.
Üzerimdeki süveter tam tepemde parlayan güneşten daha fazla vücudumu yakıyordu ve terlemeye başlamıştım. Heyecandan mıdır bilinmez ama şuan soğuk terler döküyordum. Tepenin eteğine geldiğimde her zaman çalan fakat şuan sesini duyamadığım keman beni kuşkuya düşürmüştü. Gitmiş miydi? Hızla tepeyi çıkmaya başladım. Her zamankinden daha da hızlı çıkıyordum bu sefer ve iyice sıcaklamaya başlamıştım.
Tepeyi çıktığımda gözlerimi kapattım ve birkaç saniye soluklandım. Ardından doğrulup ilerlemeye başladım fakat gördüğüm manzara beni olduğum yere çivilemişti. Yine beyaz bir elbise vardı üzerinde ve kucağında kemanıyla öylece çimlerin üzerinde yatıyordu. Gözleri kapalıydı. Hızla yanına koştuğumda elimde tuttuğum gülü yere fırlattığımı bile farketmemiştim. Başını dizlerimin üzerine koyup adını seslenmeye başladım. Fakat kesinlikle gözlerini açmıyordu. İçimi ürperti kaplamıştı. Şimdi olmazdı. Şimdi gidemezdi. Beni böylece bırakamazdı.
Çaresiz seslenişlerime bir tepki vermediğini anladığımda hızla minik bedenini kucağıma aldım ve zorlukla çıktığım tepeyi inmeye başladım. Parkın içinden koşarak geçtiğimde insanların bana olan garip bakışlarını görmezden geldim. Onu kaybedemezdim. Bu kadar kolay değildi çünkü bırakıp gitmek. Bu kadar kolay olmamalıydı. Arabanın önüne geldiğimde arka kapıyı açtım ve narin bedenini yavaşça bıraktım. Ne kadar süredir orada öylece baygın bir şekilde yatıyordu hiçbir fikrim yoktu. "Dayan Taeri. Seni en iyi doktorlara götüreceğim. İyileşeceksin inan bana." Arabayı çalıştırdım ve Hastaneye sürdüm. Ara sıra dolan gözlerim görüş alanımı engellese de bütün kötü düşüncelerle birlikte gözlerimde biriken yaşları da sildim ve arabayı parketmeye gerek duymadan durdurdum. Hemen arabadan inip Taeri'yi kucağıma aldığımda Acilin kapısı önünde bağırmaya başladım. "DOKTOR! DOKTOR YOK MU?" Bütün dikkatleri üzerime çektiğimde birkaç hemşire sedye getirmişlerdi. Taeri'yi dikkatle sedyeye bıraktığımda konuştum.
"Gittiğimde baygın bir şekilde yatıyordu. Ne zamandır o halde hiçbir fikrim yok." Doktorlar hızla koşarak sedyeyi sürmeye başladığında ben de itmeye başladım. "Beyefendi. Sizi alamayız. Lütfen burada bekleyin." Kolumu tutan hemşireden kolumu kurtardığımda mahçupça gözlerine baktım. "O çok hasta. Lütfen onu iyileştirin." Gözlerimden yaşlar benden bağımsızca yanağıma hücum ederken sıkıca gözlerimi kapattım. Ona bir şey olma düşüncesi bile aklımı kaybetmeme sebep oluyordu.
"Beyefendi lütfen şuraya oturun. Onu iyileştireceğiz. Merak etmeyin." Yere çöküp ağlamaya başlayan beni kolumdan çekiştiren hemşireye kafamı kaldırdım. "Lütfen biraz daha yaşayabilmesini sağlayın. Yalvarırım." Kadın beni sandalyeye oturtmayı başardığında solumdaki su sebilinden bir bardak su doldurdu ve bana doğru uzattı. Tek dikişte bitirdim. "Elimizden geleni yapacağız. Lütfen sakin olun."
Gözlerimdeki yaşlara yenileri eklenirken seslice iç çektim ve kafamı salladım. Beklemekten başka çarem yoktu ama korku bütün bedenimi esir alıyordu. Yarım kalmış birçok şey varken öylece bırakıp gidemezdi. Ellerimi birbirine kenetledim ve kafamı eğdim. Gözlerim parmağımdaki kurumuş kan öbeğine takıldığında burukça gülümsedim. Şimdilik yapabileceğim tek şey onun için en iyisini dilemekti..
***
Gözlerim yoğun bakımdan çıkan doktoru bulduğunda hızla ayağı kalktım. Elindeki eldivenleri çıkardı ve çöpe attı. "Nasıl doktor? Yaşıyor değil mi? Lütfen bana yaşadığını söyleyin." Doktor omzumu sıktığında gülümsemişti. "Normal odaya alacağız. Şimdilik iyi ama durumu çok kötüye gidiyor. Ne kadar yaşayacağını kestiremiyorum." Zamanı kısıtlı olduğunu biliyordum. O bir kelebekti. Güzeldi ama ömrü kısaydı. Yine de bu zaman zarfında etrafına ışık saçıyordu. Doktorun karşısında saygıyla eğildim ve mahçupça gözlerine baktım. "Çok teşekkür ederim. Onu biraz daha yaşattığınız için.."
Sırtımı patpatladığında tekrardan ıslanmıştı yanaklarım. Ama bu yaşlar kesinlikle içinde hüzünü ve korkuyu barındırmıyordu. Saf mutluluktu. Onun sesini duyabilecektim. Böyle bırakıp gitmemişti. Bizi öylece yarım bırakmayı göze alamamıştı. Kendi kendime düşünürken Yoğun bakımın kapısının açılmasıyla gözlerim odadan sedyeyle çıkan ve olduğundan daha da beyazlaşmış teniyle sihirli bir uykuya dalan Taeri'yi bulmuştu. Yanlarından gitmeye yeltensem de hemşireler buna engel olmuştu. Gözlerimin önünden geçip giderken öylece izleyebilmiştim. Oysa ne de çok istiyordum ona dokunabilmeyi.
Sandalyeye oturduğumda hemşire odadan çıkıp yanıma geldi. "Şimdi biraz dinlenmesi gerekiyor. Çok ağır bir hastalık geçiriyor ve biliyorsunuz." Cümlesinin sonlarına doğru yüzündeki gülümseme yerini hüzünlü bir tebessüme bırakmıştı. Kafamı salladım. "Yine de teşekkür ederim. Onunla olan her anım çok değerli." Anlayışla kafasını salladı ve boş koridorda ilerledi. Arkasından bakmayı kesip kolumdaki saate baktım. Saat çoktan 21.00 olmuştu.
Gözlerini açana kadar burada onu bekleyecektim. Ne kadar bekleyeceğim umrumda değildi. Sadece onun gözlerini açtığında ilk gördüğü kişi olmak istiyordum. Zaten tek kişi de ben olacaktım. Bir ailesi var mıydı onu bile bilmiyordum. Yalnızdı. Yalnız yaşıyordu belki de ama kesinlikle yalnız ölmeyecekti. Her anında onunla olacaktım.
***
Kaç saat oldu saymadım. Hemşireler sürekli odasına girip çıkıyorlardı ve artık kaç hemşire olduğunu saymayı da bırakmıştım. "Kendine geldi. İsterseniz girebilirsiniz." Hızla ayağı kalktığımda gözümün kararması ve başımın dönmesi kaçınılmaz olmuştu. Hemşire kolumdan tuttuğunda teşekkür anlamında kafamı salladım ve odasına ilerlemeye başladım. Üzerime giydiğim yeşil şeylerden her ne kadar nefret etsemde buna katlanabilirdim.
Odanın kapısını iki kere tıklattığımda ses gelmemişti. Odaya girdim. Yatakta gözleri yarım bir şekilde uzanıyordu. Hızla yanında olan sandalyeye oturdum ve elini tuttum. "Taeri.."
Kafasını yavaşça bana çevirdiğinde gözlerimizi buluşturdu. Eski parlaklığı kalmamıştı. Yıldızların parlaklığı söner miydi hiç? "Yoongi.. sen?" Ellerimle dudağına bastırdım. "Konuşma Taeri. Her ne kadar sesini duymak istesem de şimdilik dinlenmen gerekiyor. Bu yüzden ben anlatacağım ve sen dinleyeceksin." Gülümseyerek kafasını salladığında istemsizce ben de gülümsemiştim."İki gündür yoktum. Çok özür dilerim Taeri. Yanına gelemedim. Çok fazla işim vardı ve biliyorum sana haber verebilirdim. Ben aptalın tekiyim Taeri. Orada keman çalmayı bırakmadın değil mi? Gittiğimde yerde baygın bir şekilde yatıyordun." Alayla gülümsedi. "Aptalın teki olduğun doğru yoongi. Şuan bunların bir önemi var mı sence? Ben sen olmadan önce de oradaydım Yoongi. Kendini suçlama. Sadece.." zorlukla konuşması beni içten içe yıkıyordu. Birkaç kelimeyi zorlukla bir araya getirip cümle kuruyordu ve nefesi yetmiyordu. "Sadece yanımda ol. Bundan sonra hep yanımda ol." Gözyaşlarım yanaklarımdan damlamaya başladı tekrardan. Bana kızmasını istiyordum ama o beni daha da üzerek beni kolaylıkla affetmişti. Bundan nefret ediyordum. Bana bağırıp çağırmalı, hatamı yüzüme vurmalıydı ama o böyle birisi değildi. Bunu ikimiz de çok iyi biliyorduk. "Bundan sonra hep yanında olacağım Taeri. Bundan sonra birlikte bir sürü anı biriktireceğiz. Birlikte gülüp birlikte eğleneceğiz. Seni yalnız bırakmayacağım. Ay ve yıldızın birbirinden ayrıldığı hangi masal kitabında görüldü ki şimdiye kadar?" Sonlara doğru gülümseyerek kurduğum cümle onu da gülümsetmişti. Bu halde bile mükemmel gülümsemesinden hiçbir şey kaybetmemişti. Hâla dünyanın en hoş gülümsemesine sahipti. "Ay ve yıldız birbirlerinden asla ayrılmazlar.."
***