Sabahın en erken saatiydi.Her halde saat altıydı.Kalkıp ne saate bakmış ne de her zaman yaptığım gibi perdeyi aralayıp dışarıyı izlemişdim.Uyanır uyanmaz yastığımı dikeltip yatağımda oturur konum almış ve gözümü sadece masada duran çizimlerime dikmiştim.Dikkatle onları izliyor,onlarla gelecekde yapacaklarımı hayal ediyordum.
Harika,şirin,küçük bir atölye ve ismi dünyanın dört bir yanına yayılmış ‘HAVVA’ markası.Bu ismi uzun zaman önce düşünmüştüm.Nerdeyse doğduğumdan beri bu isim kendini bana sevdirmişti.Babam beni Havva diye çağırırdı.Evde annem ve artık ismini bile hatırlamadığım komşularım ve diğer akrabalar da bana bu ismi yakıştırırdı. Nasıl hatırladığımı inanın bilmiyorum,ama bu ismi her duyduğumda eskilere giderim.
Havva,Eva isminin Amerikanlaşmış versiyonu,dolayısıyla da bana yakışan ikinci isimdi.Ama ailem öldüyünden beri kimse bana bu isimle hitab etmedi.Zaten artık bu ismin kullanılmasını da istemiyordum.Babamın kullandığı bu ismi sadece ünlü olunca kullanacaktım.Her kes beni bu isimle tanıyacaktı.Dünyanın ilk kadınının ismini taşıyan kadın,aynı zamanda dünyanın en ünlü kadını olacaktı.
Yatağımda oturup sadece bunları düşünüyordum.Çizimlerim her kes tarafından sevilmeliydi.Ama bunun tek yolu burda kalıp Hala’ya katlanmak ve okulu bitirmekti.
Sonra dün gece olanlar geldi aklıma.Uzun zaman önce onların-Mira’nın,Jamie’nin,özellikle de Karol’un söylediklerini kafama takmamayı öğrenmişti.Her ne söylerlerse söylesinler bana arı vızıltısını hatırlatıyordu.Bunu bana babam ve annem tavsiye etmişti.
Aslında bu çok uzun zaman önce olmuştu.Nerdeyse 4-5 sene önce.
15 yaşındaydım ve buraya geldiğim uzun zaman olmuştu.Yine bi gün akşam yemeyinde çocuklar beni kızdırmak için elinden geleni yapmıştı.Mira ve Karol bir ağızdan ne kadar küstah olduğumu ve burda yemek yiyebilecek kadar yüzsüz olduğumu söyleyip duruyorlardı.Yemeğim zehir olduktan sonra da ağlayarak odama koşmuştum,ama ardımdan iğrenç kahkahalar atıp beni daha da çileden çıkarmayı başarmışlardı.O gün geçirdiğim en berbat geceydi her halde.Yatağıma uzandım,ama bi türlü sakinleşip uyuyamamıştım.Uzun süre ağladıktan sonra da bitap düşüp sonunda uykuya dalmıştım.
Ve o garip rüyayı görmüştüm.Rüyamda kocaman,pespembe bi odanın ortasındaydım.Oda o kadar pembeydi ki Barbie’yi bile kıskandıracak tarzda bir yerdi.
Duvarlarda farklı farklı modacıya,ya da ressama ait çizimler asılıydı.Başımın üstünde ünlü modacı ve benim idolüm sayılan Coco Chanel’in portresi vardı.Kadın arkaya attığı kolyesiyle ve asil duruşuyla rüyamda bile tüylerimin ürpermesine neden olmuştu.Kaç kere onun gibi olmayı hayal etmiştim.Ama sonra eskiden beri bildiğim bir kuralı hatırlıyordum: kimseye benzeme,kendin ol.Bu lafı nereden öğrendiğime dair hiçbir fikrim yoktu.Ama aklıma o kadar kazınmıştı ki,bu ‘kural’ın dışına çıkmaktan çekiniyordum.
Coco Chanel’in yanında köpeğiyle birlikte Valentino bile duruyordu.Ve o da tasarımlarıyla beni hep şaşırtırdı.
Ama beni en çok şaşırtan bu modacıların ve ressamların bu odada ne aradığıydı.Hem de tasarımlarıyla birlikte.Duvarda,her modacının yanında birkaç çizimi vardı.O kadar harika görünüyorlardı ve o kadar kendimden geçmiştim ki kağıt bulup çizim yapmamak için kendimi zor tutmuştum bir an.
Rüya olduğunu bilsem de o kadar gerçekçiydi ki,büyüsüne kapılmamak mümkün değildi.Renkler ve tüm eşyalar gerçek dünyadan fırlamış gibiydi.
Üç duvarda ünlü modacılar boy gösteriyordu.Ama karşımdaki ve önünde masa olan duvarda asılmış portrelerdeyse incecik mankenler poz veriyor gibi kıvrılmış,elbiselerini sergiliyorlardı.Rengarenk kiyafetlerini farketmemek mümkün değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Awaking
FantasyHiç canlanan çizimleriniz oldu mu?Peki ya sizinle konuşan resimleriniz?Onlarla dertleşebileceyiniz,sorunlarınızı çözen kreasyonlarınız?Ben hep onlarla yaşadım.Geldikleri gibi hayatımı hem cehenneme çevirdiler,hem de karanlıkta bi ışık misali odamı v...