6.

368 39 3
                                    

DONGHYUCK

Koşarak yanına gittim. Yine o geceyi yaşatacaktı bize. Ama daha dikkatliydi. Yüzüme baktı. O an kalbimin durduğunu hissettim. Neden bu kadar acı veriyordu yüzüne bakmak? Kolundan çekerek onu yere savurdum. Elleriyle destek almak istercesine yere tutunuyordu. Oturur pozisyondaydı ama kendimi kaybetmiş gibiydim. Hemen yanına gittim oturdum. Dizlerimi kendime çektim ve arasında kafamı gömdüm.

Yavaşça ellerini getirdi ve yüzümü kavradı.

"Yaptığına bak! Bu kadar zaman sonra nasıl beni yine çatıya getirip atlar gibi yaparsın! Benim tekrarlanmasını istedğim anı bu değil! Beni tekrar çatıya getirip o anı canlandırman istediğim en son şey bile değil! Beni yine acıya boğman nasıl yardım eder? O kadar zamandır yoktun ve şimdi bu anı tekrarladığımızda seni hatırlayıp kollarına geleceğimi mi düşünüyorsun?"

Hatırlatmasını istediğim anımız öpüşmemizdi. Azıcık kalın kafasını kullansaydı da öpseydi bari. Gerçekten salaktı.

"Hayır, senden böyle bir şey beklemiyorum. Ben sana geleceğimi söylediğim hâlde bile sen bana geldin. Bu bile büyülü hissettirirken nasıl kendimden nefret ettirir ve acı çekmeni isteyebilirim? Yakında çıkacaktım karşına ama yapamadım Donghyuck. Beni sevmezsin diye ödüm kopa kopa yaşadım. Hayatımda ilk kez bu kadar köklü bir değişim yaparken..." Tamam daha fazla dinleyemeyecektim. Zaten kafam bir süre sonra kafam almıyordu.

Birden dudaklarımı onunkilere bastırdım. İyi niyetini anlamıştım ama susup susup uzun cümleler kuruyordu. Kendimi garip hissettim. İlk kez yaşadığımı hissettim. 2 yıl sonra yemek yemişim, uyumuşum gibi hissettim. Sevilmiş hissettim. Ellerine götürdüm ellerimi. Sıcacıklardı. Bu çocuk zamanla cennete dönüşmüştü. Ölüm değildi. Sıcacıklardı. Dudakları, ellerini yavaşça çıkardığı çenemin çevresi... Her dokunduğunda yanan damarlarımdan akan kandı beni yaşıyormuş gibi hissettiren.

Diliyle alt dudağımı yalamaya başlamıştı. Ben de üst dudağını yakalayınca öpüşmenin özlemle alevlenip bizi yaktığına şahit oldum. İçim yanıyordu. Bu yangına atılan körükler gerçekten kafamı bulandırıyordu. Yağmur yavaşça durmaya başlamıştı ve biz sırılsıklamdık.

Nefessiz kaldığında çekilmesi gerektiğini anladı fakat dudaklarını dudaklarımda tuttu. Burnundan verdiği nefesler yüzüme çarparken göğsünün hızlı hızlı çıkıp indiğine şahit oldum. Elleri yüzümden inmiyordu ama dokunuşları o kadar narindi ki. En sonunda dudaklarımı nefes alabilmemiz için ayırdığımda ellerini yavaş yavaş indirdi.

"Sana güvenmiyorum." Yüzüne bakmasam da gülümsediğini anlayabiliyordum.

"Biliyorum, güvenmeni beklemedim. Sadece senin için gerçek biri olmak istedim." Gözlerim ona doğru dönerken ikinci cümlesini duymamıştım bile.

"Güvenmemi nasıl beklemezsin?" Gözlerini çantama çevirdi. İçinden az önce elime tutuşturduğu kitabı aldı ve elime verdi.

"Bazen kırılan güvenin cam parçaları, kırandan çok güveni kırılan insana batar, kanatır. Bunun en basit örneği tekrar birine güvenememektir. Güveni kırılan insan hayatına insan almaktan korkar, her hareket onlara eski yaşananları çağrıştırır. Adım atarken kontrol etmeden, karşısındaki insanı yeteri kadar tanımadan hareket edemez." Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Arkasını çevirip ezberlediğim satırları okuduğunda aynı cümleleri dinlerken okuduğum için garip hissetmiştim.

Arkasındaki cebinden kaybettiğim kitabımın içinde duran ve onunla tanıştığım gün ellerimle yaptığım aslanlı ayracı çıkardı. Anlamaz gözlerle ona bakıyordum.

"O gün gitmeden önce kitabını aldım." Vay be. O kadarını anladık zaten. Minhyung'un yanındayken Sherlock gibi hissediyordum bazen.

"O kırıklarımı toplamak için yapabileceğin bir şey olduğunu sanmıyorum." Kalbim deli gibi ona gitmek için, tekrar dudaklarını öpmek için yalvarıyordu ama gururum o kadar ağır basmıştı ki. Ağlaya ağlaya orayı terk etmek istemiştim.

"Bilerek seçtim. Çözümü en garip olan kitabı. Daha önce güzel çözümleri yaşamayı öğrenmediğim için garip olarak nitelendirdiğim çözümlü kitabı desem daha doğru olur sanırım." Anlamaz gözlerle ona baktım.

"Elizabeth ve Darcy evlendi işte daha ne istiyorsun?" Kafasını salladı.

"Gurur ve Önyargı'yı okudun mu?" Sorduğu soruyla güldüm. Aynı kitaptan bahsediyordu.

"Aynı kitap ama bir başlık nasıl değiştiriyor değil mi? Aşk ve Gurur sanki sonunun aşk ile biteceğinin haberini önceden veriyor. Ama Gurur ve Önyargı'yı okumak bile istemiyorsun."

"Buna da pazarlama deniyor zaten." Çekmeye çalıştığı yeri anlamamıştım.

"Orijinalinde de okumak istemediğin ad yazıyorsa, neden Aşk ve Gurur olarak değiştirip orijinali bozalım ki? Bu çözümü değiştirmeye çalışmak gibi olur. Fakat kitabı dışarıdan birisi değiştiremez. Sadece üzerini karalamış olur. Baskısı değişmez ve kitabın özü bozulmaz. Böyle demiştin, değil mi?" Sakin olmalıydım. Bizden bahsediyordu.

"Seni zorlamak istemediğimi söylemek istiyordum. Mala anlatır gibi anlatsaydım keşke." Dediği şeyle sinirlendim. İki güzel şey söylemişti ve etkilenecekken yine o salak insana dönmüştü.

Bu sefer onun kafasına vurmuştum. Bana gülerek döndü. "Acıdı." Güldükten sonra gökyüzüne baktım. Bulutlar hâlâ gitmemişti.

"Mark adımı nasıl hatırlamazsın?" Kafamı kurcalamaya çalıştım. Kafamı olumsuz anlamda salladım.

"Bazı şeyler unutuluyor." Kafasını salladı ve yanıma geldi. Gözlerine baktım bir süre. Yapabilecek bir şeyim yoktu. Ama zaman iyi gelmişti galiba. Hızlı gelişen bir şeydi.
Bir anda kafam durdu ve hapşurdum. Yağmurun altında çok kalmıştık. Her an onun da hapşurabileceğinden korktum.

Bir anda omuzlarıma sarılan montla ne yapacağımı bilememiştim. Aldığım monttu. Aynı kokuyordu. Tek bir yerine sökük, çizik veya leke yoktu. Teşekkür ettim.

Kalbim öpmemi, aklım gitmemi söylüyordu. Gururum ise bas tokadı sürüm sürüm süründür diyordu. Hangisini dinleyeceğimi şaşırdım. Akışına bıraktım. Hiçbir şey yapmadım.

"Özür dilerim." Ağzından çıkan cümleyle ona döndüm ama dolan gözlerimi yine fak etmemiştim. Gözlerimin altına odakladığı göz bebekleri yerlerini şaşmayarak bakıp dururken elleri yine gözlerime gitti. Parmaklarına gelen ıslaklık ile ellerinin sıcaklığını da hissetmiştim.

"Senden de vazgeçmek zorunda olduğumu düşündüğüm için. Sen benim vazgeçemeyeceğim tek şeysin."

Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. O ise evimmiş gibi beni sarmalamıştı. Gözlerimin altından öptü. Ben de bir süre huzuru hissettim. Çözüm önemli değildi. Karakterlerin her yaptığı önemliydi. Ben gururum yüzünden sonsuza kadar onu affetmesem de olurdu. Şu an bile dünyalara bedeldi.

give up | markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin