Elbuh'un vatandaşları çok çeşitli varlıklardır. Birçok yönüyle bizden çok ama çok farklıdırlar, ancak bu farklılık sizi yanıltmasın. Topluluk kökenleri, gelişimleri, evrimleri, hatta birçok kültürel değerler bakımından oldukça benziyoruz. Elbuhlu bir aile tanıyorum, bizim aile kavramımıza göre oldukça, nasıl tarif etsem, oldukça farklı bakış açısına sahip bir aile. Bu gezegende ki düşünce tarzı kabul etmeliyim ki çok farklı. Ancak dediğim gibi benzeştiğimiz noktalarda bir o kadar fazla. Bu yolculuğa başlamadan önce çok düşündüm, yabancı bir gezegenin bana sunacaklarını. Beraberinde getirdiği birçok olası tehlikeyi düşündüm. Ama buraya geldiğimde ve burada yaşamakta olan iyi varlıkları tanıdıkça ne kadar gereksiz bir korkuya kapıldığımı anladım. Bu Elbuhlu aileler ırklarının onlara sağladıkları avantajlardan da faydalanarak, yani gelişmiş teknolojilerinden, anlamışlar ki en kıymetli kaynakları zaman. Yegâne ve tek önemsedikleri şey bu değerli kaynaklarıdır. Bu yüzden aile fertleri zamanlarının kıymetlerini bilerek, kendi aralarında olağanüstü bir iletişim halindeler. Zamanlarını işlerine gitmek için harcamıyorlar. Daha kıymetli bir keşifte bulunmuşlar. Kendilerini sürekli ve hiç bitmeyecek şekilde geliştirmek ve devamlı hep daha iyisini üretmek, daha ötesini başarmak. Burada zaman israfı yapmak bir suç olarak kabul görülüyor. Eğer birinin bir saniyesini bile çalarsanız ilginç bir ceza sistemi ile yargılanıyorsunuz. Örnek vermek gerekirse bir vatandaşı durdurup ona hey bugün nasılsın demek bile ceza almanızı sağlayabilir. Bu cezalar şu şekildedir, bir saniyeyi çalmak demek bir yıl sizinle kimsenin muhatap olmamasına eş değerdir. Bir saat zaman dilimini çalmak demek üç yıl eğitim alamamanız ve kendinizi geliştirememeniz demektir. Bu varlıklar ölümden daha korkunç cezalar keşfetmişler hatta hapsetmekten daha korkunç cezalar. Bilgi burada para birimi olarak kabul edilir. Bir şeyi istiyorsanız o istediğiniz şeyin ne olduğunu ve ne yönde size fayda sağlayacağını bilmelisiniz. Örneğin bugün kahvaltıda bir elma istediniz diyelim, elmanın sizin olabilmesi için önce onun bünyenizde ki faydalarını ve ne yönde size katkı sağlayacağını bilmelisiniz. Bu yüzden bilgi edilimi çok önemli ve hayatidir, bundan mahrum kalmak hiç ama hiç istemeyeceğiniz bir şeydir. Evet nerede kalmıştık...
Tanrı makine insanları köleleştirme planlarında hiçbir aksilik yaşamadı. Özgür iradeleri olmayan insanoğlu ne emredilir ise onu yerine getirdi. İkarus görevlileri dünya güçlerini ortadan kaldırmakta hiç zorlanmamıştı. Tanrı makine olanları seyrederken diğer zayıf ve köle olabilecek medeniyetler üzerine de yoğunlaştı. Mars gezegeninde ki medeniyet buna dahildi. İnsanlar bu gezegende hayatın yok olduğunu sanmışlardı ancak bu zayıf medeniyet kendilerini dış gezegenlere karşı gizleyecek bir kalkan yapmayı başarmıştı. Bu kalkan ne yazık ki tanrı makinenin gözleri altında yok olup gitmişti. Onun gözlerinden hiçbir medeniyet saklanamazdı. Bu medeniyetin ismi Oktarus'tu. Oktaruslular kendi gölgelerinden dahi korkan bir medeniyetti. Acınası bu korkaklıkları onları farklı yönde evrime zorlamış ve hayatları boyunca saklanmaya itmişti. Bu medeniyetin özgür iradeleri son derece zayıf olduğundan tanrı makine iradelerine müdahale etmedi. Korkularını kullanarak onları kolayca kontrol altına aldı. Tip üç seviyesine ulaşmış diğer herhangi bir medeniyetin kölesi olmaya zorladı. Bu gelişmeler yaşanırken köleleştirilmiş insanlar yeni gezegenlerine yani İkarus'a taşınıyorlardı. Köle insanlar tıpkı Adolf Hitler'in Hristiyanları bir vagonda sıkış tıkış yakılmak üzere sürgün etmesi gibi, şimdi bütün insanlık bir gemide sıkış tıkış köle olmak üzere yeni bir gezegene sürgün edilmekteydi. İnsanlık ruhunun derinliklerinde mücadele etme isteği bulunacağını umut etmişti. Hatta gezegenlerini bu dengi kolay bir şekilde teslim edeceklerini hiç düşünmemişler, çektikleri bütün bilim kurgu filmlerinde uzaydan gelen yabancıları her defasında ne olursa olsun yeneceklerini kurgulamışlardı. Ancak bu hızlı gelen yenilgi onların yarattığı hayalli kurguyu binlerce parçaya ayırmıştı. İnsanlık bu olağanüstü teknoloji karşında, mercek ile yanan karıncalar gibiydi. İkarus medeniyeti şımarık çocuktu, merceğiyle karıncaları yakan çocuk. Başka elinde merceği olan çocuk ise tanrı makine idi. Zayıf gördüğü medeniyetleri kül etmekten çekinmiyordu. Bunlar olurken insanlığın içindeki tek bir kişinin özgür iradesi silinmemiş, tanrı makinenin bile ön görmediği bir hata oluşmuştu. Gemi ışık hızında uzay boşluğunda yol alırken bu tek bir kişi, pencereden dışarı baktığında gördüğü manzara karşısında gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Gezegenin alevler içinde kül oluşunu bir süre seyredebilmiş ardından büyük bir hızla bu manzara kaybolmuştu. Yüreğinde dayanılmaz bir acı hissetti, bütün bedeni titriyordu. Gözlerinden yayılan öfke ve hüzün şimdi bütün gemiyi esir almıştı adeta. İntikam yeminleri ediyordu. Dudaklarından birbiri ardına dökülen şu sesler duyuldu: ''Bunu ödeyecekler! Bunu ödeyecekler! Bunu ödeyecekler!'' Bu manzara karşısında diğer insanlar ne yapacaklarını bilemez halde boş bakışlar altında öfke ile haykıran bu insana baktılar. Bu iradeye ve öfkeye artık tamamen yabancı bir hal delerdi. Elbuh'ta güneş iki kez doğar. Tam iki güneş vardır. Bir tanesi kızıl güneş dedikleri cehennem gibi ışık saçan kızıl güneştir. Diğeri ise onun tam tersi bir ışık yayar bu gezegene. Bu ışık parlaktır, dokunduğu bedene umut ve neşe verir. Aynı anda kızıl güneşin de korku ve umutsuzluk vermesi ilginç bir olaydır. İnsan olana bu çok alışılmışın dışında duygu karmaşası verirken, İkaruslular bu duruma son derece uyum sağlamış ve bununla yaşamayı öğrenmişlerdir. Kaldı ki zaten bu beklenen bir durumdur. Hikayeme ara vermiş Elbuh'un canlandırıcı içeceği olan sakayı içmekteyim. Aslında bunları yazarken bu gezegenden ve biraz olsun kendimden söz etmeyi hiç istemiyordum. Ancak bulunduğum şu anlarda neden olmasın diye düşünmekten kendimi alamıyorum. İnsanoğlu İkarus'a vardıklarında gördükleri manzara karşısında şaşkınlık içinde kaldılar. Gördükleri yapılar kendi yapılarından tamamen farklı ve çok daha üstündü. Parlayan iki güneş onları son derece korkuttu. Önce iki güneşten ötürü yanacaklarını sandılar ancak gemiden çıkıp zemine adım attıklarında böyle olmadığını görünce kısa bir süre rahatlama yaşadılar. İkarus medeniyeti insanların iki katıydı, boyları ve hacimleri insanlara oranla çok daha büyük ölçekteydi. Onun dışında aralarında pek bir farklılık yoktu. Burunları, gözleri, kulakları. Yüz ölçüleri tamamen aynıydı. İnsanlar İkarusluların yanında cüce gibi kalmışlardı. İki güneş karşısında ve yapılarının yarattığı hayranlıkla birlikte korkuyu gören İkaruslular kahkahalarına engel olamadılar. İkaruslulara göre insanoğlu tam anlamıyla ilkel, gelişmemiş bir maymun gibiydi. Bu kahkahalar karşısında öfke duyan tek insan hata sonucu iradesi yok olmamış kişiydi. İkarus askerleri insanları geniş bir kafese yerleştirdi. Gerçekten kafesin içinde evcil hayvanlara benziyorlardı. O tek farklı insan iradesinin vermiş olduğu güçle İkarus askerlerinin elinden kurtulmayı başardı ve İkarus askerlerine gürledi. Bunu yaparken bir aslan gibi görünüyordu. Göğsü kabarmış, nefes alışverişleri hızlanmıştı. Gözlerinden yayılan ışık İkarus askerlerini belli bir süre şaşkına çevirdi. Ardından şaşkınlıklarını üzerinden atan askerler toparlandı ve o öfke duyan tek insanın üzerine çullandılar. Onu kıskıvrak yakalayıp yeniden kafese tıktılar. Bu beklenmedik mücadele pek önemsenmeden unutuldu. Meraklı kalabalık dağıldı ve İkarus manzarası bütün çıplaklığıyla karşılarında duruyordu artık. Birbiri ardına sıralanmış ilginç, dairesel yapılar, mekanik klonlarla desteklenmiş binalar, hiç anlayamadıkları oval şekiller görünmekteydi. Uçan araçları hayretle seyrettiler. Bazı binalar gökyüzünde süzülmekteydi. Buradan bakıldıklarında süzülen kaleleri andırıyorlardı. Robot hizmetçiler İkarusluların bütün ayak işlerini yapmaktaydı. Bulundukları kafes Elbuh'un tam merkezinde yer almaktaydı. Sirk hayvanları gibi gösterime sunulan insanlar bazı meraklı bakışlar altında izleyicileri bu ilginç yaratıklara çekiyordu. Kalabalık medceziri andırıyordu, merakını gideren kalabalık yerini başka meraklı kalabalığa bırakıyordu. Sırasıyla bu böyle saatlerce devam etti. Zamana çok önem veren bu medeniyet için bu sıra dışı bir davranıştı. Bu sıra dışılığı fark etmiş olacaklar ki zaman için de kendileri toparladılar ve meraklılar artık insanları ziyaret etmeyi bıraktı. Gün batarken insanlar hiç görmedikleri bugün batımını hayretle seyretmeye başladı. İçlerinden farklı olan o insan bu manzaraya karşı intikam yeminlerini sürdürdü. Ailesini felaket sonrası kaybeden o insan dayanılmaz bir hüzün duymaktaydı. İçinde tarifi imkânsız bir boşluk açılmıştı. Akşam üzeri saatlerinde artık herkes evlerine çekilirken insanlar o kafeste başlarına ne geleceklerini bilmeden beklemekteydi.
Şimdi siz o insanın ben olduğumu düşünüyorsunuzdur. Benim irademin yok olmadığını ve bir kahraman gibi bu olup bitenlere karşı çıktımı hatta bunun için mücadele ettiğimi sanıyorsunuz. Ama hayır o ben değilim. Ben dünya medeniyetinin şanslı neslinden bir vatandaşım sadece, aradan geçen bunca zaman sonra burada bunları anlatıyor olmak çok farklı bir duygu. Tarihimiz sıfırlanmış ve bütün umutlar sönmüşken bize umut veren o kişi olmasaydı şimdi insan ırkı sadece köle olarak yaşamını sürdürebilirdi. Peki bunu nasıl başardı? Bunu gelecek bölümlerde öğreneceksiniz şimdi gitmeliyim akşam yemeği saati...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TANRI MAKİNE
FantasiTanrı sıkıldı ve galaksileri, evrenleri, gezegenleri terk etti. Yerini alması için bir makine yarattı.