- O maske bizim hayatımızı kurtarmak için kızım. Kötü koksa da zehirlenmekten kurtaracak bizi.
- Ama bomba bizi yakarsa ölürüz.
- Evet, o yüzden bu maskeyi taksak da sığınağa kaçmamız gerekir.
- Baba biraz daha koku sık.
- Tamam, gel hadi artık bağlayalım bak birazdan alarm çalacak.
- Çok kötü kokuu!
Alarm çaldığında annem birden yerinden fırlayıp beni kucakladı. En nefret ettiğim sesti bu. O iğrenç maskeyle koridorlarda koşarken herkes kabus gibi görünüyordu. Koşarak sığınaklara iniyorduk ve bu maskeler yüzümüzdeyken en sevdiğim gülüşler kayboluyordu. Kendi annemin kucağında kendimi buz gibi hissediyordum. Alarmın sesi aşağı indikçe daha da yükseliyor, beynimin içinde başka şeylere yer bırakmıyordu. Kırmızı ışıkları takip ederken sonunda gireceğimiz o küçücük odayı biliyor ve en çok da orada geçirdiğimiz zamandan nefret ediyordum. Sessizce beklemek zorunda olduğumuz süre boyunca o kadar sıkılıyordum ki! Yeniden alarm çalana kadar orada öylece bekliyor, gelen alarmın sesiyle de maskesinin altından annemin gülümseyen yüzünü görmeye çalışıyordum. Babam her seferinde ortadan kayboluyor ve ancak eve döndüğümüzde maskelerimiz çıktıktan bir süre sonra geri gelip silahlarından arınıp yeniden babam oluyordu. Ne yaparsam yapayım değişmeyecek bu çirkin tatbikat sürelerinin bir gün gerçek bir savaşta davranmamız gereken şekilleri bize öğretmek için olduğunu artık ezberlemiştim ama yine de sıkıcıydı. En iyi bildiğim şey silahlar ve helikopterlerdi. Ev hayatının dışında silahlı eskortlarla okula gitmek, aniden okuldan alınmak ve dışarı çıkma yasakları süresince komşu çocuklarıyla küçük çaplı yaramazlıklar yapmak vardı. Bir çocuğun ruhuna aykırı ne varsa tümü burada gibiydi. Dışarı çıkma yasakları nadiren de olsa kalktığında gittiğimiz yerler bile eğlenceden oldukça uzaktı. Bir oyuncak dükkanında bile geçirebileceğimiz süre oldukça kısıtlıydı. İstediğim oyuncaklara dokunamadan çıkma zamanı geldiği söyleniyor, ben de bir sonraki gelişimde dokunacaklarımı apar topar kapıdan çıkarılırken gözüme kestirmeye çalışıyordum. Bir dahaki ziyaretimize kadar da ne kadar para biriktirebilirsem biriktiriyor, planladığım oyuncakları alabilmek için elimden geleni yapıyordum. Sanırım hayatımda ilerleme kaydetmeyi ve sabrı böyle öğrenmiştim. Zor koşullarda keyif alınabilecek şeyler için daha çok emek vermek gerektiğini o yıllarda anlamıştım. Mali olarak zorluk yoktu ömrümde. Ya da normal bir hayat yaşayamadığımız için bunu ölçecek yeterli testi olmuyordu ailemin. Benim açımdan elde edilebilecek şeyler öyle azdı ki, ailemin benim maddi isteklerime cevap vermesi oldukça kolaydı. Oysa bir çocuk ruhunun besinlerinin çoğundan yoksundum.
Böyle zor koşullarda insanlar birbirlerine daha da sıkı bağlanıyorlardı diğer yandan. Tanıdığım tüm aileler benim için her ihtiyacımı görebilecek, annem ve babam yanımda yokken beni en az onlar kadar güvende tutabilecek insanlardı. Apartmanımızdaki tüm dairelerin kapısı her daim açık tutulur, alt katlarda yaşayan komşularımız tüm lojman çocuklarının küçük isteklerini karşılardı. Bütün evlerde pişen her türlü yemek, herkes tarafından tadılırdı. Bir çocuğa bisiklet alındığında tüm çocuklara bisiklet alınmış olurdu. Bisikleti alan aile sahibinden önce diğer bütün çocuklara deneme sürüşleri hediye ederdi. Öyle çoktu ki sevgi. Elimizden alınan bütün özgürlüklerimize meydan okuyacak kadar büyük yürekler oluyorduk gün geçtikçe. Ben bunların tümüne dişini sıkarak bakan tek çocuk değildim o zamanlar, buna eminim ama çoğuyla bağlantılarımız koptuğu için öğrenemedim de. Kimi savaş yıllarında çatışmalarda vedalaştı hayatla, kimi benim gibi büyük görevlere giden ailelerinin yanında başka yerlere sürüklendi.
Savaşın en alevli dönemlerinden birinde babam bir görev için çağırılmıştı. Giderken ne zaman geleceğini bilmiyorduk. Annemin onu göz yaşları içinde ve dualarla uğurladığını hatırlıyorum hayal meyal. Uzun süre ona ulaşamayacak olmak değildi canını sıkan. Döneceğini garanti etseler eminim senelerce bile beklemeye razı olurdu. Ne yazık ki işinin bir parçası olan bu görevler babamı bizden ayırırken onu bize ne zaman geri vereceğini bırak, geri verip vermeyeceğini bile söylemiyordu. Vedalaşırken bana belli etmemeye çalıştıkları feryatlarını kapı arkalarından gizlice izliyordum. Dedektif ruhum onları çok detaylı gözlemlere tabi tutuyordu. İşin tuhaf tarafı, bundan tam 30 yıl sonra bile haberleri olmaması. 3-4 gün süren bu veda konuşmaları sonunda babamın bir sabah işe gidiyor gibi evden çıkarken annemin feryatlara boğulması ile son bulmuştu. Her çocuk gibi olmadığım belki de bu zamanlarda bile anlaşılabilirdi. Annemi göz yaşları içinde gördüğümde babamın başında kötü şeyler olduğunu düşünmüştüm. Göreviyle ilgili ne gibi bir sıkıntı olabileceğini düşünecek durumda değildim. Yine de annemin ruhen taşımak zorunda olduğu yükün ne denli ağır olduğunun farkındaydım. Bana bir açıklama yapmak onu ne derece üzecek, ne kadar yalan söylemesi gerekecek ve beni teselli etmek için nasıl bir maske takacak bilmiyordum ama düşününce tümünü gereksiz ve itici bulmuştum. 7 yaşında, tüm bomba sesleri, tüm sirenler, tüm kana boyanmış karlar yani elimden alınmış tüm coşkularımın yerine konmuş tüm karanlıklarım ile annemin yaşadığı hüzne bir gram daha eklemek niyetinde değildim. Hayatımda babam yokken elimde kalan tek sıcak örtümün, annemin yüzünün bana maskelerin ardından gülümsemesiniyse hiç istemiyordum. Sormadım. Yalnızca odama gidip sakinleşmesini bekledim. Sonra ona hep daha sıkı sarıldım. Ta ki bir gün okuldan geldiğimde onu evde bulamayıncaya kadar.
