Açık konuşmak gerekirse filmlerdeki gibi ; hafif yaşlı, takım elbiseli, elinde asası ile gelen birisi gelecek sanıyordum. Otuz veya otuz beş yaşında, güzel giyinimli, esmer saçını topuz yapmış ve o topuzu uzun kalem gibi bir toka ile tutturmuş güzel bir hanfendi gözüktü. Yanında sanırım iki kişi daha vardı. İlk önce güzel giyinimli hanımefendi indi. Ardından ikisi birlikte indi. Koruması olabilirler miydi acaba? Diğer iki kişi erkekti ama rahat giyinmişlerdi. Birisi genç en fazla benle yaşıt gibi duruyordu. Gri tişörtüyle, sarı kısa saç ve yürüyüşüyle biraz itici bir tipi var gibi geldi. Diğeri ise biraz daha büyük ve giyinişi güzeldi. Deri ceketi ve saçlarının önleri hafif dikilmiş şekliyle yakışıklı bir abimizdi. Hanım efendi tam karşıma oturmuş diğerleri ise ayaktaydı. Masada oturan Aysu onları görünce hemen ayağa kalktı. Üçüde beni izliyordu. Ne yapacağımı bilemedim. Güzel giyinimli hanfendi karşıma oturdu. "Merhaba Mert, sanırım her şeyi merak ediyorsun. Öncellikle kendimi tanıtayım. İsmimi boşver beni tanıyanlar madam derler. Bu odada ki herkesi ve dışarıda ki adamlarımızın her şeyini bilirim. Senin de öyle. Hatta senin bilmediğin özelliklerini, küçükken yaşadığın ama hatırlayamadığın olayları bile bilirim. Unutmamak için her şeyi not alırız. Biz kendimize dolunayın koruyucuları deriz. Aklının karışması çok normal. Biraz daha karıştırmak gerekirse sen de baş koruyucusun. Çok eski tarihlerden beri tek gayemiz var dolunayı korumak. Kolay olmadı ama bu zamana kadar başarılı bir şekilde getirdik. Baş düşmanımız "The Hunter" olarak tanınılıyor yani düşündüğün gibi avcı. Bence bu kadar kısa özet yeterli hepsini zamanla öğreneceksin. Kimliğini her daim saklı tut. Aysu sana gereken bilgileri ve dövüş sistemimiz olan dojo'yu gösterecek. Savaşmak kanından geliyor ve içinde ki güçle kısa sürede öğreneceğine eminim. Ha bir de içinde ki sesle iyi anlaş. Küserse güzel trip atar." Hepsini dinlemiştim. Bir şeyler öğrenirim, kurtulurum derken iyice kafam karışmıştı. Açıkçası pek de bir şey anlamamıştım. Körü körüne inanamazdım "Peki madam şöyle ki dediğin her şeyi çok iyi anladım. Lâkin beni yanlış anlamayın bu dediklerinizi yapmak istemiyorum. Sizi tanımıyorum bile. Direkt dediklerinizi yapamam. Her şeyi geçtim ben daha on yedi yaşında bir çocuğum. Benim hayallerim var. Ailem var. Bu dedikleriniz çok tehlikeli ve hayallerime ters. Bu yüzden ben gitmek istiyorum. Beni bu masalınızdan uzak tutun." Çok net konuşmuştum. Dışarıdan yüz ifadem nasıldı bilmiyorum. Umarım sert durmuşumdur. Artık gitme vaktim gelmişti. Kalkacakken madam "Anlıyorum tabi. Şunu unutma biz seni serbest bırakırız. Rahatsız etmeyiz. Avcı bırakmaz. Seni arıyor her yerde. En ufak açığında bulur seni. En kötüsü de ailem diyorsun ya, bulduğunda sana dokunmaz aileni esir alır. Seni tehdit eder. İstediği her şeyi yapmak zorunda kalırsın. Seni de avlamış olur. Biliyorum doğum günün iki ay sonra yirmi beş ekimde. Daha on yedi yaşındasın. Mert! Biz sana sen de bize muhtaçsın. İstemesen de bu güç ve sorumluluk senin kaderin. Direkt kabul etme dediklerimizi bir dene ve düşün ondan sonra karar ver." Doğum günümü bilmişti. Çok şaşkındım. Sanırım dediği gibi her şeyimi biliyordu. Bunalmıştım. Güvenmem gerekir miydi ? Bilmiyordum. Tek isteğim eve gitmek ve uyumaktı. Kafamı onaylarcasına sallayarak "Peki biraz izin verin eve gideyim. Annem merak etmesin. Hem de düşünmüş olurum." Madam da anlayışla karşılamıştı. "Tabi. Unutma kimliğini gizli tut. Kimseye bir şey deme. Dikkat et kendine. Aysu senle beraber eve kadar gelsin." Bir an önce gitmek için itiraz etmemiştim "Olur. İzninizle." Ayağa kalkarken " Son bir şey daha bilekliği alırmısın." Siyah bir bileklikti. "Bu ne için?" Gözlerimin içine bakarak "Normal bir bileklik değil. Baş koruyucu bilekliği. Bunu sol bileğine tak ve kullanmak istediğinde bilekliği göğsüne hafifçe vurman yeterli. O zaman içinde ki güç ortaya çıkar. Seni daha güçlü yapar. Baş koruyucu gücünü kullanmış olursun. Tavsiyem yanında Aysu ya da bizden biri varken yap. Bünyen nasıl tepki verecek bilmiyoruz." Bitkin bir şekilde başımı sağ tarafa yatırdım. Bilekliğe uzandım aldım. Cebime koydum. Artık daha fazla kalmak istemiyordum. Hiç bir şey demedim. Merdivenlere yönelmiştim. Aysu arkamdaydı. Ben yukarı doğru çıkarken Aysu merdivenin başındaki düğmeye bastı ve o kapı yeniden aralandı. Yukarı çıktım. Binlerce kitapların arasından çıkış kapısına gelmiştim. Aysuya bakmadım hiç. Arkamdaymış. Yürümeye devam ederken "Sormak istediğin bir şey var mı?" Sormaya başlasam sabah olurdu. "Şuan yanlış anlamazsan sadece eve gidip uyumak istiyorum." Kafam çok karışmıştı. Midem bulanıyordu. Sanki kendimde değilim de sadece adım atıyormuşum gibi hissediyordum. Yol boyunca bu sefer konuşmayan Aysu değil ben olmuştum. Eve yaklaşınca "Görüşürüz. Teşekkür ederim" diyerek kapıya doğru yöneldim. Aysu da "Görüşürüz" diyebildi sadece. Evden içeri girdim. Babam hala yoktu. "Ben geldim anne!" Diye bağırdım. "Hoşgeldin" diyen annemin sesini duydum. Ayakkabılarımı çıkardım." Odamdayım!"diye tekrar bağırdım. Merdivenleri koşarak çıktım. Odamdaydım. Cebimde ki bilekliği çalışma masamın üzerine ailemle çekildiğim beyaz çerçeveli resmin yanına koydum. Pijamalarımı giydim ve kendimi yatağımın yumuşaklığına bıraktım. Bir şey düşünmek istemiyordum. Lâkin gözüm bileklikteydi. O sırada madamı, Aysuyu, kitap evini, avcıyı düşünürken gözlerim ağırlaştı ve uyumaya hazırdım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOLUNAY
ФэнтезиBiz ne kadar istemesek de hayat kartları dağıtır ve bize oynamak düşer. Küçük yaşta alınan büyük sorumluluklar, beraberinde getirdiği zorluklar bir de tatlı komik yanları.