GİZ

56 6 2
                                    

BİRİNCİ BÖLÜM

Tepede duran güneşin varlığı üşümemi engellemiyordu, soğuk bir nisan günüydü. Etraf o kadar sessizdi ki... Tüm bu karmaşanın içinde kuş cıvıltıları duymak günümü güzelleştiriyordu. Saat sabah altıya vuruyordu. İşe veya okula giden birkaç kişi dışında etraf boştu, bu saatte uyanmayı seviyordum çünkü şehrin en sevdiğim hâli buydu. Bomboşken.

Sırt çantamı kaldırıma, ayaklarımın kenarına bıraktım. Kafamı gökyüzüne kaldırdım ve gözlerimi yumdum. Güneş yüzüme vuruyor ve gözlerim kapalıyken siyah değilde alev kırmızısı bir renk görmek hoşuma gidiyordu. Kulaklığımdaki müzik sesi dışarı taşacak kadar gürültülüydü. Birkaç dakikalık huzurum, beklediğim otobüsün gelmesiyle uçup gitti.

Kapı sarsılarak açıldığında çantamı omzuma taktım ve bindim. Yüzüme çarpan sıcak hava dalgası ve birbirine karışmış parfüm kokuları şimdiden midemi bulandırmıştı. Araba yolculuklarında istemsizce böyle olurdu, arabadan indiğim an kusacak bir yer arıyordum. Ağzıma naneli şekerlerden birini atarak rahatlamayı umdum.

"Açelya?" diye seslendi arkamdan bir ses.

"Efendim," dedim saç tutamlarımı kulağımın arkasına iterken. Bunaltıcı bir hava vardı ve yanımda bir toka yoktu.

"Nasılsın?" dedi gülümseyerek. Muhtemelen okula gidiyordu. Onu gördüğüm an beynimde yalanlar sıralanmaya başladı. Neyi bahane edersem bana asla soru sormazdı acaba?

"İyiyim, sen nasılsın?"

"İyiyim. Uzun zamandır derslere gelmiyorsun, bir sorun yok değil mi?" dedi Rana. Uzun kahverengi saçları gürdü ve beline iniyordu.

"Rahatsızım biraz, izin almıştım." dedim yalanlarıma yenisini katarak.

Otobüs durağa geldiğinde ona veda ederek indim. Hasta falan değildim sadece paraya ihtiyacım vardı, son kiramı da ödeyemezsem evsiz kalacaktım. Bu iş benim tek umudumdu. Ofisin kapısını açtım ve masaüstü bilgisayarlara kafalarını gömmüş insanlara baktım. Geldiğimi fark etmediler bile, çoğunda kulaklık vardı.

Ölümcül bir hastalığa yakalanıp, hastanedeki cihazlara bağlanmak zorunda kalmış insanlara benziyorlardı. Son nefeslerini vermek üzere canla başla çalışıyorlardı. Onların yanından sıyrılarak arka taraftaki arşiv odasına geçtim. Kimse gıcırdayan kapının sesine dönüp bakmadı bile. Benim işim de en az onlarınki kadar sıkıcıydı ama en azından saatlerce bilgisayar başında kambur durmuyordum. Dosyaları sayıyor, diziyor, denetliyor ve sonra tekrar tekrar sayıyordum. Numaralarını not ediyor ve eksikleri kontrol ediyordum.

Arşiv odasının kapısının açılıp kapanmasıylan o tarafa döndüm. "Şaşırtıcı bir şekilde bugün geç kalmamışsın," dedi buradan sorumlu müdür.

"Normalde de geç kalmıyordum zaten," dedim umursamazca. Bir insanın katlanamadığı en büyük şeylerden biri, umursanmamaktı. İnsanı çileden çıkarırdı.

Çevremdekileri umursamadığımı hissettirmek en büyük silahtı bana göre. Umursasam bile.

"Her neyse, istediğim birkaç dosya var. Onları bulup odama getir." diyerek elime dosyaların numalarının yazdığı bir kağıt uzattı ve odadan çıktı. Sürekleri kaşlarını çatmaktan yüzü, elimdeki kağıt gibi kırışmıştı.

Dosyaların istiflenmiş olduğu bu küçük oda o kadar tozluydu ki, küçücük pencere havalanması için yetersizdi. Büyük uğraşlar sonucu bayan kırışık suratın istediği dosyaları kucaklayarak odadan çıktım. Altı tane kalın klosörü üste üse taşımak kolay değildi. Asansör dolu olduğu için hızla merdivelere yöneldim ve üst kata çıktım. Merdivenler bomboştu. Odasının kapısını tıklatıp yavaşça açtım.

ANTARESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin