Bölüm Yedi: "Kâğıt"

85 27 37
                                    

Indila - Mini world

Felsefe dersinde öğrendiğim en güzel kavramların "gerçek ve doğru" olduğuna eminim. Aralarında öylesine ince bir çizgi var ki, bu yüzden insanların, iki kelimenin de aynı anlama geldiğini var sayıyor. Ama öyle değil, en azından bence. Bence, inanmak istemediğin şeye "gerçek", içinden yapmak gelmeyen şeye ise "doğru" denir. Ve ben hep gerçekten kaçıyor, doğruyu yapmayı reddediyordum.

Kalbimin üzerini bir sis gibi kaplayan garip duygular yüzünden gecem geçmez, gündüzüm olmaz olmuştu. Birden fazla duygum vardı fakat sadece iki tanesini hissediyordum; çaresizlik ve yalnızlık.

Çaresizliğimin sebebi belliydi. Ne yapacağım hakkında bir fikrim yoktu; kendi fikirlerimi sanki uçsuz bir kara deliğin içerisine atmış gibiydim. Gözden kaybolmuşlardı ve benim onları geri getirmek için yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Yalnızlığım sebebi de belliydi. Yanımda duran bir bedene ihtiyacım yoktu, ruhuma dokunan bir ruha ihtiyacım vardı. Ruhuma dokunduğunda, beni rahatlatacak birine.

Günler haftaları, haftalarsa ayları kovalamıştı. Ve ben bu süreç içerisinde, Stefan'ın müstakbel eşi gibi davranmaktan başka bir şey yapmamıştım. Sıradan bir kızdım her zamanki gibi fakat halka göre daha şanslıydım. Atlantis'in veliahdı olan Stefan ile evlenecektim çünkü. Herkes şaşkındı, halk ve kraliyet...

Stefan o gün, beni kolumdan tuttuğu gibi saraya götürmüştü. Vakit gece yarısını geçmişti. İnsanlar sarayın müthiş büyüklükte ve güzellikteki kapısından çıkarken, biz ise koş adımlarla içeriye girmiştik. Tüm gözler üzerimizdeydi ve bu Stefan'ın hiç umurunda değil; gözleri karamıştı. Rezil olduğumu düşünüyordum fakat kral ve kraliçenin önüne çıkana kadar rezil olmadığımı fark edememiştim bile. İnci rengi sarayın içerisinde, geniş balo salonun ortasında yalnız başlarına dans eden kral ve kraliçenin, o güzel anını bozmak içimde büyük bir utanca sebep olsa da, Stefan'ın beni, "Benim evleneceğim kadın bu," diyerek tanıtmasının yerini hiçbir şey tutamamıştı. İkimizin kıyafetleri de oldukça nemliydi ve biz hiçbir şey olmamış gibi onların karşısına dikilmiştik. Kraliçenin ne diyeceğini şaşırmış ela renk gözleri ve kralın gökyüzü gibi açık renk mavi gözleri ikimizi dakikalarca süzmüştü. Konuşmamıştı, ilk birkaç dakika kralın dilsiz olduğunu düşünmüştüm. Kralın bana doğru dönüp, "Kimsin sen?" Diye sorduğunda korkudan ne yapacağımı şaşırmıştım fakat kendimi toparlamam çok sürmemişti. "Benim adım Öznur. Türkiye'den geldim." Diyebilmiştim sadece. Kral ve kraliçe beni süzerken, kraliçe oğluna, "Emin misin? Bu işin geri dönüşü yoktur." Demişti. Stefan ise iç tereddüt etmeden, "Eminim anne. Öznur'un karım ve kraliçem olmasını istiyorum." Demişti. Onun cümleleri nedensiz yere yanaklarımı ısıtmıştı. Bakışlarımı utançla her şeyden kaçırıyordum, sadece yere bakıyordum ve tek kelime etmek için girişimde bile bulmamıştım. O ana kadar meraklı olan ben, bir an da pısırığım tekine dönüşmüştüm. Hiçbir şeyi inceleyemiyor, hatta kral ve kraliçenin gözeliğine bile bakmamıştım.

O geceyi zorda olsa atlatmayı başarmıştım ve kendimi saniyeler içerisinde krallığa dâhil olacak yeni bir üye olarak bulmuştum. Bana ait geniş, güzel bir oda, giymem için onlarca kıyafet ve eşi olmam için bir veliaht verilmişti.

İlk başlarda kavramam zor olmuştu çünkü Stefan benim ne için orada olduğumu biliyor ve bana yardım etmeyi göze almıştı. Günlerce ağzımdan bir şey kaçırma düşüncesi yüzünden uyuyamamıştım. Yaklaşık beş gün boyunca da Stefan'ı görememiştim. Onun yerine, bana yardımcı olarak verilen kız olan Zehra'yla sarayı gezerken, Alya ile karşılaşmıştım. Beni gördüğünde ufak bir şok yaşamış ve üstüne bir de tavır almıştı. Neredeyse üç ayda diğer tüm element kullanıcılarıyla tanışmış, beni benimsemeleri için adımlar atmıştım.

Nemesis ~bölümler düzenlenecek~Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin