Chapter 3: Elastic Heart / 1

56 7 3
                                    

Ocak 2015

Son sınıftaydık. Bu zamana kadar sızlandığım şeylerin hiçbirinin önemli olmadığını fark etmiştim. Pekala, şu anda sızlandıklarım da önemsiz sayılabilirdi ama belki de hayatımın en stresli dönemini o zaman yaşamıştım.

Birincisi, iki yıldır Chae Young'la çıkıyordun. Hala sık görüşüyorduk ve arkadaştık tabii ama benimleyken ondan bahsediyor olman üzücüydü.

İkincisi, sınav yaklaşıyordu. Kötü notlarım yoktu, iyi bir okula gidebilirdim ama senin de benimle gelmen gerekiyordu. Oysa sen çalışmaktan nefret ederdin. Ne kadar spor faaliyetleri senin için ekstra puan sağlasa da, sen biricik sevgilinden bahsetmeyi bıraktığın her an seni çalışmaya itiyordum. Muhtemelen bu da seni benden soğutuyordu.

Üçüncüsü, annem ve babam boşanıyordu. Tek çocuktum. Küçük ve sıcak bir yuvamız olmuştu her zaman. Bu, benim için büyük sürprizdi. Bir salı sabahı hiç acımadan verdikleri kararı açıklamışlardı bana.

"Haera! Çık artık şu pis yerden!" Okuldaki temizlik odasının kapısını yumruklarken bağırıyordun. Okula geldiğimizden beri oradaydım, içeri kilitlemiştim kendimi.

"Lütfen, yalnız bırak beni. İyi hissetmiyorum." diye mırıldandım. Ağlamam gerekiyordu ama insanların karşısında ağlamaktan nefret ederdim. Özellikle de sana, Jungkook, yenilmiş halimi gösteremezdim.

Sertçe nefes verdiğini duydum. Sonra da "İyi. Sınıfta olurum." diye homurdandın. Birkaç dakika bekledim gittiğinden emin olmak için.

Boş koridorda hızlı adımlarımı hiç kesmeden revire gittim. Telefonda ettiği keyifli sohbetten olacak ki hemşire beni pek de umursamamıştı. Bu işime gelirdi. Yatağa oturup sırtımı soğuk duvara yasladım düşünürken.

Ölmek istiyordum. Bir ergen olarak, bütün ergenlerden daha fazla ölmek istiyordum. Öyle sanıyordum en azından.

Ama biliyorsun, ölmekten her zaman korktum ben Jungkook.

O gün, annem ve babam kahvaltıda bana boşanacaklarını söylemişlerdi. Dürüst olmak gerekirse aralarındaki uzaklaşmayı hissediyordum ama bunu hep reddetmeyi seçmiştim. Sonunun böyle biteceğini bilsem bile istemiyordum çünkü.

Ailemi bir arada tutamıyordum, hoşlandığım çocuğa açılamıyordum, arkadaşlarımla aramı bozuyordum. Kendimi çok çaresiz hissettim. Tek yaptığım bencilce ders çalışmaktı. Elimde ne varsa kaybediyordum sanki.

Kafamdaki saçmalıklar artarken yanımda bir hareketlenme hissettim. Islak gözlerimi silip kafamı kaldırdım hızla. Ciddiyim, insanlar karşısında ağlamaktan nefret ederdim.

Bu Jung Jaehyun'du. Aynı sınıftaydık ama belki de hiç konuşmamıştık daha önce. Onun hakkında tek bildiğim şey, ikinizin de okulun basketbol takımında olduğuydu. Yani, bütün lise hayatımız boyunca barbarca övündüğün şey bu olduğu için unutmam pek mümkün değildi. İşin komik tarafı, her zaman çok mütevazi bir insan olduğundan bahsetmene rağmen sanki en değerli oyuncu seçilmiş gibi anlatırdın kendini. Bunların hepsi sana LeBron James gibi oynadığını söylemem yüzünden başlamıştı. Şimdi fark ediyorum da, egonu kendi ellerimle beslemiştim.

"Sen iyi misin?" dedi Jaehyun elindeki mor peçeteyi bana uzatırken. Bu tuhaf peçeteyi nereden bulmuştu acaba?

Gözlerimi silerken kafamı salladım. "İyiyim, sorun yok."

Hala telefonla konuşan hemşireye göz atıp saçlarını karıştırdı. "Başka bir yere gitmeye ne dersin? İki ders kaldı zaten."

Teklifini kabul ettim. Onu hiç tanımıyordum, çok kötü biri olabilirdi ama ben seninle arkadaş olmaktan o kadar yorulmuştum ki herhangi yeni bir arkadaş adayına hayır diyemezdim.

Okuldan kaçtığımızda sakin bir kafeye gidip oturmuştuk. Çıkış saatine kadar sohbet etmiştik Jaehyun'la. Çok iyi biriydi ama onu seninle karşılaştırmaktan alamıyordum kendimi ve sen her konuda eziyordun onu. Yine de kafamı çok bulandırmamaya çalıştım.

"Bazen kendimizi özgür bırakmamız gerekir Haera. Her zaman kurallarına göre oynarsak hayatın ne eğlencesi kalır, değil mi ama?" demişti sevecen sayılabilecek, ama seninkiyle yarışamaz, gülüşüyle.

Öyle yaptım ben de, kendimi özgür bıraktım.

Kendimi o kadar özgür bıraktım ki, beni ilgiyle dinleyen bu çocuğa sana bile anlatamadığım sorunlarımı anlattım.

"Ben yedi yaşımdayken de benim ailem boşanmıştı. Nasıl hissettiğini çok iyi anlıyorum. Bence ara sıra böyle molalar verip konuşmalıyız, ne dersin?"

Bu teklif karşısında gülümsemeden edemedim. "Fantastik olur."

Bana değişik bir varlıkmışım gibi bakıp kahkaha attı. "Fantastik olur, ha? İlk kez duyuyorum böyle bir tepkiyi."

Yanaklarım kızarmıştı. Gülerken siyah irislerimle gri fayansları taradım, utanmıştım.

§

"Buraya kadar zahmet etmemeliydin. Evinin ters yönde kaldığını biliyorum."

Hafifçe sırıtıp ensesindeki saçları çekiştirdi yeni arkadaşım. "Seninle konuşmak iyiydi ama. Fark etmemişim bile."

Gülümseyip eve davet ettim onu. Ne yazık ki kabul etmedi, saat yeterince geç olmuştu çünkü. Benim yüzümden antrenmanını kaçırmıştı, işlerini daha fazla engelleyemezdim.

Benim için zaman yaratmaya çalıştığını bilmek gülümsememe sebep olmuştu. Yeni arkadaşıma ilk günden kanım kaynamıştı.

Yorgun bedenime karşılık tebessüm eden suratım çok tezat duruyordu ama buna ihtiyacım vardı. Bazen kendimi özgür bırakmam gerekti.

Ben kapı kilidiyle uğraşırken arkamda bir hareketlilik hissettim. Çok iyi tanıdığım kokunun sahibi ellerini iki yanıma sabitleyip beni kıstırmıştı.

"Jung Jaehyun demek, ha?"

Plum | JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin