Eve dönüş yolunda Greg hiç görmediğim kadar mutluydu. Tüm yol boyunca şarkı söylemeye devam etmişti, bu normalde sinirimi bozabilirdi ama bugün istediği kadar söyleyebilirdi. Siyah defteri elimden hiç bırakmadım eve gidip okumak için sabırsızlanıyordum. Konuşmuştuk. Aslında daha fazlasıydı. Ondan başka birşeyler olduğunu biliyordum. konuşmak yerine yazmayı istemişti. Neden böyle yaptığını merak ediyordum ama bu merak ettiklerimin arasında çok küçük bir kısımdı. İçimde yinede bir korku vardı. Onunla bir daha karşılaşamamaktan korkuyordum. Böyle bir fırsat varken ismini öğrenememiştim. Uyumadan önce ve daha doğrusu onu gördüğüm günden beri söylemek için kendimi hazırladığım hiçbirşeyi söyleyememiştim. Yanında olmak düşündüğümden çok daha farklı birşeydi.
Odama çıkıp hemen üstümü değiştirdim. Yatağıma geçip siyah defteri açtım. İlk sayfa boştu. Daha sonraki sayfalarda güzel bir el yazısıyla yazılmış birkaç şiir vardı. Daha sonraki sayfalarda tam anlayamadığım notalar vardı. Onu ilk gördüğümde elinde keman vardı ve bu notalarda bunu açıklıyordu. Keman çalarken nasıl göründüğünü merak etmiştim. El yazısı bu defterde nasıl düzenli ve güzeldi. Bana yazarken daha aceleyle yazmış olmalıydı.
Fotoğrafların kesilerek yapıştırılmış olduğu bir sayfa vardı. Bir bahçede saçları beline kadar uzun olan bir kadın ve iki kız çocuğu vardı. Biri dokuz on yaşlarında diğeri ise üç dört yaşlarında duruyordu. Fotoğraftakilerin annesi, kardeşi ve kendisi olduğunu düşünmüştüm. Çok net değildi, uzaktan çekilmişti. Ama onun için önemli olduğu belliydi. Fotoğrafın altında sonsuza kadar, yazan bir not vardı. Bir yanım bu defteri okuduğu için suçluluk hissediyordu, bir yanım ise ona ulaşmanın tek yolunun bu defter olduğuna inanıyordu.
Sarı saçlı bu iki kız çocuğu bir salıncakta sallanıyorlardı. Uzun saçlı kadının ise arkası dönüktü, onlara bakıyor olmalıydı. Fotoğrafı kimin çetiğini merak etmiştim. Daha sonra tekrar bu fotoğrafı incelemek üzere geri dönecektim ama şu an daha sonraki sayfalara bakmalıydım. Sonraki sayflarda birkaç nota daha vardı bunlarıda geçtikten sonra sağ üstünde bir tarihin olduğu bir yazı görmüştüm;
16 Mart 2011
O günün üzerinden tam iki yıl geçti. Hala yokluğunu içimde hissediyorum. Bana her zaman yazmamı söylerdin ama ben cesaret edemedim. Alice hep seni soruyor ve bende ona yarım yamalakta olsa hatırladığım en güzel günümüzü anlatıp duruyorum. Daha fazla anımız olmalıydı, güzel günlerimizin sayısı daha fazla olmalıydı. Herkes artık hayatına devam ediyor ama ben hala o günde yaşıyor gibiyim. Billiyorum bu sözlerim seni üzüyor. O gün seni almakla yetmeyip bende kalıcı hasarlar bıraktı. Eskisi gibi olamıyorum. Alice, ben ve annem seni çok özlüyoruz...
Yazıyı defalarca okumuştum. Babasından bahsediyor olmalıydı ve böyle yazıyorsa bunun tek açıklaması, babasının ölmüş olmasıydı... Bunları yazarken ne hissettiğini tahmin edemiyordum. Babamla hiçbir zaman yakın olmamıştık ve güzel bir tek günümüz bile yoktu. Babam ölseydi kendimi kötü hissedermiydim bilmiyorum. Ama o acı çekmiş, acısını en az kelimeyle ifade etmişti ama kim bilir içinde söylemek istediği neler vardı. Bunları bilmemem gerekiyordu. Muhtemelen bu yazıyı kimseye okutmak istemezdi ve ben şimdi onun özel hayatına, belkide en büyük derdine ortak olmuştum.
Aklımda kalan birçok soru vardı ama en önemlisi, bu olayın kendisinde kalıcı hasarlar bıraktığını söylemesiydi. Bu neydi?
Kalan sayfaların hepsi boştu. Onun adını veya iletişime geçebileceğim herhangi bir numarayı bulamamıştım. Ama çok daha önemli birşeyi öğrenmiştim. Hayatını.