Bölüm 4

858 118 47
                                    

Kahkahaları kulaklarımı çınlatacak boyuta geldiğinde onu böyle görmenin tadını çıkarıyordum. Araba yıkama işinden sonra eve gitmeme izin vermeyip elime bir limonata tutuşturmuştu, muhabbet beraberinde geldiğinde birbirimize eski anılarımızı anlatmaya başlamıştık.

"Yani babanı o şekilde bırakıp kaçtın mı? İnanılmaz."

"Peşimizde kocaman kurtlar olduğunu düşünmüştüm, toy bir köpek olduğunu değil."

"Baban koşmadığı için kucağından atlayıp onu yere düşürmüşsün ve öylece kaçmışsın, Ten."

"Çocuktum, bana anlatmaya çalıştı kurt olmadığını ama, iş işten geçmişti. Ne yapabilirim?"

Omuz silkip babamla çocukken kampa gittiğimiz bir anıyı anlatmıştım, babamın eski arkadaşı olduğunu söylediği için daha çok ondan bahsediyorduk. Babamın Taeyong gibi bir arkadaşı vardı ve ben bunu yeni öğreniyordum.. Onun dışında öğrendiğim bir sürü şey vardı, fizik öğretmeni olduğunu ama istifa ettiğini, ailesinin Amerika'da yaşadığını, en sevdiği yemeğin yosun çorbası olduğunu ve favori renginin koyu mavi olduğunu.. Bu gibi şeyleri zihnimin bir köşesinde eski bir sandığın içine kilitlemiştim.

"Bu yüzden mi bu kadar temizsin? Babanın oğlu olduğun için."

Birkaç saniye düşündükten sonra onu onaylamadan önce biten limonata bardağını kenara doğru ittim. Masada karşılıklı oturuyorduk, ikimizin de üzerinde hala kot tulumlar vardı. Yakışmadığı bir gerçekti ama rahatlığına hakaret etmiştim, hemen bunlardan birkaç tane edinmem gerekiyordu.

"Herkes öyle der, ama kendim olmayı tercih ederim. Ayrıca babamdan çok farklıyım."

"Farklı olduğunu görebiliyorum, bağlılık açısından demiştim. Açık konuşmam gerekirse yaşıtlarından olgunsun."

"Bunu da çok duydum, karakter meselesi. Bazıları yaşının insanı olamayabilir."

Cevaplarıma memnun bir şekilde gülümsediğinde düşündüklerini kestiremiyordum, ukala olduğumu düşünmemesini ummaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu.

"Peki sen, olduğun yaşta mısın yoksa hissettiğin mi?"

Soruma karşılık gülümseyişini genişletti ve biraz düşündü. Beklediğim bir cevap yoktu, sadece merak ediyordum.

"Olduğum yaştayım, yirmi sekiz koca yılım ben."

"Doksan beşli gibi duruyorsun, hakkını yemişler senin."

Esprime yine garip kahkahasından attığında ona eşlik etmeden duramadım. Gülüşü en komik espriden bile daha komikti, daha doğrusu hoştu.

"Boşver, yaş hiçbir önem taşımıyor hayatımda. Sadece doğumdan ölüme kadar olan süreden ibaret."

Söylediği şeylerden sonra içimdeki umut tohumu filiz vermişti resmen, beklemeden bir şüpheden daha kurtulmak adına konuştum.

"Yaşın davranışlarını belirler mi? Ya da düşüncelerini? Buna izin verir misin?"

Sorularımdan sonra uzun bir süre birbirimizin gözlerinde oyalanmıştık. Aramızdaki yaş farkının önemi olmamalıydı, düşünceler önemliydi. Bakışlarının verdiği cevabı ise asla anlayamıyordum, işte bu biraz kötüydü.

"Bilmiyorum. Soruların değerli, üstün körü cevap veremem ama net bir cevap oluşturamadım kafamda."

"Anlıyorum."

İçecekleri bitirmemiz konuşmamızı da böldüğünde birlikte salona geçmeye karar vermiştik. Orada ne kadar oyalanacağımızı bilmiyordum, ama eve dönmek istemediğim kesindi.

***

Saatin kaç olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu, hava çoktan kararmıştı. Taeyong ile birbirimizi tanıma faslını geçeli çok olmuştu, şimdi ise derinlere iniyorduk, en dibe. Karanlık salonu aydınlatan büyük bir avize dışında hiçbir şey yoktu, yanına kıvrılmış onu dinliyordum. Ses tonu bile bambaşka hissettiriyordu bana, üzerimdeki etkisi cidden korkutucu boyuttaydı.

"Kendi kendime yetebilmeyi öğrendim küçük yaşta, belki de karakterimdendir bilmiyorum ama, başkalarına mutluluk verdiğimde mutlu oluyorum en çok. Hep doğru olmaya çalışıyorum, kendime doğru olmam gerekiyor en başta."

İçtiği içkinin de etkisiyle hiç susmuyordu bugün, susmasını istemiyordum da zaten. Keşke bana kendisini anlatmasına lüzum olmadığını bilseydi, çünkü garip bir şekilde her hareketi güven veriyordu, sanki yıllardır birbirimizi tanışıyormuşuz gibi hissediyordum.

"Bazen sıkıştığımı hissettiğim oluyor, yirmi sekiz yaşıma geldim, kendim için ne yaptım diye düşünüyorum, bulamıyorum. Ama bu beni hiçbir zaman yıpratmıyor, izin vermiyorum."

Kendi mutluluğunu başkalarının mutluluğunda bulan bir adamın kalbini düşünüyordum, gözlerimi bile kırpmadan izlediğim adamın güzel ruhunun yüreğime dokunduğu saatlerdeydim.

"Ve biliyor musun, Ten, ne kadar doğruysam o kadar güçsüzüm."

"Değilsin."

"Bilemezsin."

Tek dikişte bitirdiği bardağı masanın üzerine bırakıp yamuk bir gülümseme ile cevapladı. Güçsüz olduğunu düşünmüyordum, sadece iyi bir adamdı, iyi olmak onu güçsüz yapmazdı, yapmamalıydı.

"Beni nasıl yerle bir ettiğini görmeni isterdim. Elimde güçsüz olmadığına dair seni ikna edebileceğim tek şey bu."

Kafasının dumanlı olmasından aldığım cesaretle dizdiğim kelimeler önce odanın sessizliğine karıştı, sonra da bir bir beynimde yankılandı. Kelimelerim beni ne ara ele geçirmişti, bilmiyordum.

"Seni yerle bir etmek bana güç vermez. Yanlışım olup bütün doğrularımı götürürsün."

Söylediklerinden sonra dişlerimi sıkmıştım, nefsime yenik düşecektim ve hataya dönüşecekti ama zerre korkum yoktu. İlk defa hissettiğim şeylerden korkuyordum ama hataya sürüklemesi umrumda bile değildi. Ona olan hislerim, hataya düşmekten daha çok korkutuyordu.

"Yanlış yapmak seni korkutuyorsa, o zaman gerçekten güçsüzsün demektir."

Bakışlarımı bir saniye bile gözlerinden ayırmamıştım. Yüzündeki buruk tebessüm bütün hikayenin özetiydi. O an gözümde dünyanın en güçlü insanı gibi gözükmüştü. Aslında güçlü olmanın da güçsüz kalmanın da hiçbir anlamı yoktu benim için. Güçlü de olsam güçsüz de olsam ben bendim.

Düşünceli halim, verdiği derin nefesi hissetmemden sonra kaybolmuştu. Avuç içini yüzüme yerleştirdiğinde baş parmağı kirpiklerime ve göz kenarlarıma dokundu. Dokunuşu altında ezildiğimi hissettim, işte güçsüzlük buydu.

"Peki sen, yanlışım olmak ister miydin, Ten?"

Yüzümü yüzüne yaklaştırıp mesafeyi yok ettim, buna izin vermişti. O içmişti ama ben sarhoştum, ya da tam olarak değildim. Ancak beni öptüğünde, kendimi kaybedebilirdim.

"Tek istediğim, seninle yanmak."

Sabırsızca bir dokunuş çaldım dudaklarından, benim kadar sabırsızdı ama kendini dizginleyebiliyordu. Dudaklarını ele geçirdiğim anda vücudu harekete geçip tek hamlede kucağındaki yerimi bulmamı sağladı. İşte bu gece, on sekiz yaşımda, asıl yanlışın ve güçsüzlüğün en büyüğünü, en zevklisini ve en acı verici olanını tecrübe etmiştim.

___

Aşk güçsüzlüktür, olay bu..

Burn Baby 'TaeTenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin