Kelimeleri bir araya getirip içinde bulunduğum durum üzerinde mantıklı bir cümle kuramayacak kadar karmaşıktı her şey. Bir o kadar da basitti aslında. Nereden baktığına göre de değişirdi bu, kendinden on yaş büyük bir adama aşık olmak kimine göre normal kimine göre yanlıştı. Belki de bu kadar hızlı gelişmesiydi oturtamadığım şey, işte bu yüzden karmaşık hissediyorum. Ne kadar düşünüp kafa yoruyorsam o kadar da umursamaz hareket ediyorum. Benim tutarsızlığım mı bilmiyorum, onu gördüğüm anda duygularımın esiri oluyorum, ilk defa yaşıyorum.
Karşımdaki nehire bakarak bunları düşünüyordum, ya da bunlar dışında hiçbir şey düşünemiyordum. Üç yıl önce avcumun içi gibi bildiğim bu şehrin en sevdiğim, kötünün iyisi olan nehir manzarasını izliyordum. Jaehyun'u da çağırmıştım, o da benimle görüşmek için sabırsızlanıyordu ama şimdi gelemeyeceğini söylemişti. Yuta diye bir arkadaşını hava alanından almaya gitmişti çünkü, bir senedir sadece telefonla görüşebildiği bir arkadaşıydı. Nihayet buluşabilmelerine sevinsem de kafa yoramayacak kadar düşünceliydim.
Zihnimin her köşesi o saniyelerle doluyduydu, o anda duyduğum hazzın ve açlığın ceremesini çekiyordum sanırım. Taeyong benim ilkimdi, ilk arzum, ilk sevgim ve ilk erkeğimdi. Hiçbir saniyesini unutmayacağıma emindim.
Buz kesmiş ellerimi pantolonumun ceplerine sokup oturduğum banktan kalktım, hava kararmıştı ve ben yorulmuştum. Eve gitmek istiyordum, belki de biraz onu görmek. Ah evet, bütün bu karmaşıklığı onunla olursam göz ardı edebilirdim.
Ağır adımlarla ilerleyerek önüme kattığım taş parçasını her adımda ileriye fırlatıyordum. Beşinci seferden sonra taşı kaybedip ilerlerken kendimce yakınıp devam ettim. Kaldırım kenarlarında yürüme, sadece renkli taşlara basma gibi şeyleri de sıklıkla yapan birisiyim. Kimin ne düşündüğü de umrumda değildi tabii ki.
Bu sıcakta her yerimden terler akarken ellerimi hissedemeyecek derecede soğuk olması sinirimi bozuyordu. Evimin olduğu köşeyi dönerken bir yandan da ellerimi ısıtmaya çalışıyordum. Arka bahçenin olduğu taraftan girecektim, çünkü canım öyle istemişti. Görüş açıma giren, çitler ardındaki bordo rengi arabaya baktım uzun bir süre, on saniye falan. Sonrasında oyalanmadan kendi bahçemizde ilerledim. Göremedim diye tam kendimi mutsuzluk hissine bırakacağım sırada yan taraftan seslendiğini duymuştum. Kendi kapısından sesini duyurması zor olsa da, duyuyordum işte. Öyle iyi bir anda gelmişti ki yüzümde oluşan tebessümü bile gizleyememiştim.
"Biraz vaktin var mı, Ten?"
Kısaca başımı sallayıp çitlere doğru birkaç adım attım. Şimdi ön kapıya mı dolanacaktım yoksa buradan mı konuşacaktık? Bahçesinin kapısı olsa böyle olmazdı.
"Hadi atla, dikkatli ol ama."
Jaehyun'un yaptığı gibi kenardan bir sandalye çektim ve üzerine çıktım, o da bu sırada benim yanıma gelmiş tutmak için bekliyordu. Gerek yoktu aslında.
"Dikkat et."
Tekrar uyarmasıyla eş zamanlı olarak kollarından destek aldım ve atladım. Ah, sinir bozucu bir durumdu. Karşı karşıya geldiğimizde bana gülümseyerek bakıyordu, ben ise içimdeki karmaşa olarak adlandırdığım şeyden dolayı tedirgin bakıyordum.
Aramızda hiçbir konuşma geçmeden bileğimden tutarak eve doğru götürmüştü. Cidden, ne yapacaklarını, ne de düşündüklerini kestiremiyordum. Evin içine girip salona geçmiştik birlikte, o saniyeler gözlerimin önünden geçiyordu şu an. Dayanamayarak sordum.
"Neden çağırdın?"
"Bilmem, seni görmek istemiştim."
Her kelimesinde biraz daha yaklaşıp mesafeyi sıfıra indirdi. Soğuk ellerimi, avuçları içine aldığında istemsizce bakışlarımı kaçırdım. Parmaklarımı dudakları hizasına getirip tek tek öptüğünü anda, kalbimin hiç bu denli çarpmamış olması beni korkutmuştu. Normalden çok çok daha hızlı atması beklediğim bir şey değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Burn Baby 'TaeTen
FanficOtuzlarına merdiven dayamış ancak profesyonelliğinden ödün vermeyen bir adamın ve on sekiz yaşında, hayata dair hiç bir bilgisi olmayan sevgilisinin hikayesi. [Ten + Taeyong] #1 TaeTen | 110321