Odanın kapısının açılmasıyla gözlerimi açtım. Artık alışmıştım zaten bu kapı sesiyle uyanmaya. Ama biliyordum bugün sondu. Son kez gözlerimi bu karanlık odada açıyor ve son kez beyaz kıyafetler içindeki bu kadının getirdiği ilaçları içiyordum. Usulca doğrulup kadının verdiği ilaçları elime aldım. Sahi kaç tanelerdi? Renkleri neden bu kadar farklıydı? Sanırım benim içinde yaşadığım bu siyah beyaz Dünya'daki tek renkli varlık onlardı. Ağzımda bırakacakları acı tadı bile bile ağzıma attım. Vücudumun komut verilmeksizin harekete geçmesiyle uzun zamandır tekrarlanan bu döngünün bir ileriki aşaması gerçekleştirerek ayağa kalktım. Beyaz kıyafetli kadın vücut değerlerimi kontrol ediyor, elindeki cihazla vücudumu tarıyordu. Son olarak bileğimdeki barkodu okuttu ve gözlerimin içine baktı "Sonunda senin sıran da geldi 117" .
Gece boyunca yaptığım gibi yeniden kapının yanında asılı duran takvime baktım: 1 Eylül. Yıllar önce bu gün doğmuştum ve tam 10 yıldır bu gün için yetiştiriliyordum. Bir yetimhane kapısına bırakılmış bir bebektim ben. 8 yaşındayken yetimhanenin bilim için bağışlanmasıyla içindeki küçük masumlar olan bizler birer deney faresine çevrilmiştik. Ve işte sıra bana gelmişti. "Son olarak yapmak istediğin bir şey var mı?" düşünce evrenimden çıkmamı sağlayan sözleri söyleyen kadına çevirdim bakışlarımı. Ve konuşmamaktan çatallaşmış sesimle cevap verdim "Hayır, gidebiliriz."Kadın önde ben arkada yürümeye başladık. Yıllardır bu kadın uyandırıyordu beni bu cehenneme ama ben hala onu beyaz kıyafetli kadın olarak biliyordum. Saçlarını her zaman topuz yapar, tek bir telin bile aykırı olmasına izin vermezdi. Kuralcıydı, disiplinliydi, aykırılıkları sevmezdi. Her gün aynı saatte bir dakika bile gecikmeden gelirdi odama. Benim büyümemi izlemesine rağmen nasıl olduğumu bir kere bile sormamış, hislerimle hiç ilgilenmemişti. Kırgındım, kızgındım. Bu kadına değil, kaderime küsmüştüm ben. Umut beni çok küçükken terk etmiş, gülümsememi yüzümden çekip almıştı. İnsan olmayı unutturmuştu bana.
Kilitli bir kapını önünde durduğumuzda kadın parmak izini ve gözünü tarayıcıya okuttu. Ve ben arkasında kapının yavaşça açılışını izledim: Beyaz kocaman bir oda ve ortasındaki kapsül. Odaya adımımı atmamla içerideki bütün gözler bana çevrildi. O gözlere baktığımda beni ne olarak gördüklerini düşündüm. Bilim adına, bilinmezlikler adına verilen bir kurban. Büyük resmi çizebilmek için atılan bir fırça darbesi.
Deneylerin ne için yapıldığını defalarca anlatmışlardı. İnsanlıklarını kaybetmemek namına devamlı hikayelerle vahşete kılıf uyduruyorlardı. Hem bilime yardımcı olup hem kimsesizlere ev bulduklarını söylüyorlardı. Ne zaman vicdanları sızlasa kendilerine bu hikayeyi telkin ediyor, vicdanlarını susturuyorlardı.
Hikaye Einstein'in görelilik teorisini üretmesiyle başlamış, birçok bilimkurgu filmlerine konu olmuş ve şimdi gerçeğe dökülmüştü. Paralel evrenler... Gerçekten var mıydı bilmiyordum. Ama tek bildiğim o kapsülden 2 şekilde çıkılıyordu. Ya farklı bir insana dönüşmüş olarak ya da gömülmeye hazır bir ceset olarak. Söylenene göre farklı evrenlerde yaşayan aynı kişilerin ruhlarının yer değiştirmesiyle gerçekleşiyordu bu düzenek. Eğer o anda yaşadığın evrene en yakın olan evrende sen bulunmuyorsan ruhun tamamen kayboluyordu. Ve bu şekilde bir bilinmezlik daha meydana geliyordu.
Önümdeki insan topluluğundaki bana en yakın olan adama bir kez daha baktım. Bu adam deneyleri yöneten adamdı. İçine ara ara beyazlar düşmüş ve özenle taranmış saçları, benimkinin aksine pırıl pırıl parlayan kahverengi gözleri vardı. Hayatında hiç zorluk yaşamış mıydı acaba? Hiç sanki kendisi için biçilmiş bu hayat ona ait değilmiş gibi hissettiği olmuş muydu? Cevabı zaten biliyordum bizleri kurban edebilecek kadar güçlü doğmuştu bu adam. O yüzden gözlerindeki meraktan kaynaklı bu parlama asla kaybolmuyordu. Dudaklarının oynayışını izledim boş bakışlarımla "Numara 117 sensin değil mi?". Kafamı aşağı yukarı salladım hızlıca. "Tamam kızım, artık bu hayattan kurtulmanın zamanı geldi senin için." Ağzımı açıp tek kelime bile edemiyordum, bu hayatı bana zindan eden onlarken bir de kurtulmaktan bahsediyorlardı. Kapsüle doğru adım attım, adam zaten benim için kapsülün kapağını çoktan açmıştı. Kapsül dikey bir şekilde hazırlanmıştı ve içinde bir insanın sığabileceği bir boşluk vardı. O boşluğu bedenimle doldurduğumda karşımda duran insan kümesinden birisi gelip kemerlerimi bağladı. Ve boynumdan bir sıvı enjekte etti. " Bu senin bilincini kapatacak, bu şekilde kalp atışların dönüş esnasında stabil kalacak ve uyandığında sağlıklı olabileceksin."
Uyanan ben mi olacaktım yoksa bir başkası mı? Benim bedenim içerisinde yaşayan bir yabancı belki de. Uyuştuğumu, kulaklarımın uğuldadığını hissetmeye başladım. Takım elbiseli adam kapsülün kapağını kapattıktan sonra geri çekilip masada bulunan kontrol panelindeki düğmelere basmaya başladı. Kapsülün dönmeye başladığını hissederken artık bilicimin son kırıntılarındaydım. Gözümden bir damla yaş akarken yıllar sonra ilk kez bir dua mırıldandım "Başka birinin hayatını çalmak istemiyorum, başka birini bu cehenneme mahkum etmek istemiyorum. Lütfen sadece ölmeme izin ver."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARA
Science Fiction"Benim bir ismin yok" diye fısıldadım ona. Gözlerimin içine bakmaya başladı, içime işleyen gözleriyle. Onun kehribar rengi gözleri benim kara gözlerimden bir an ayrılmadı. Ve aynı fısıltıyla cevap verdi... "Esved olsun o zaman adın..."