~• 3 •~

27 1 0
                                    

   Artık çoktan bu mide bulandıran nem ve küf kokusuna alışmıştım. Bulunduğum karanlık bodrumun tek ışık kaynağı olan tepedeki minik pencereden sızan ışığa baktım. Saat kaçtı, günlerden neydi? Çoktan zaman kavramımı yitirmiştim. Pencereye bakmaya devam ederken artık düşünemiyordum. Çoktan sorgulamayı, düşünmeyi, neden aramayı bırakmıştım. İnancımı tamamen kaybetmiş, kendimi Dünya'daki varlıkları asla bilinmeyen zavallılardan biri olarak kabullenmiştim. Filmlere, kitaplara konu olanların dışında kalan, hikayeleri anlatılanlardan daha acınası hikayeleri olan, kurtaracak bir kahramanları olmayanlardan... Kaderin en aşağı tabakaya mahkum ettiklerinden. Acı çekmesi için yaratılmış olanlardan. Bunlardan biriydim sadece. Nereye gidersem gideyim, hangi evrende olursam olayım artık tek gerçeğim buydu. Gözlerimi pencereden ayırıp çevreme bakındım. Benim gibi olanlara, diğer kader mahkumlarına baktım. Duvarın dibine çökmüş onlarca çocuk, genç, yetişkin belki de. Yüzlerindeki kirden artık kaç yaşlarında olduklarını bile ayırt etmek çok zordu.
   Uzattığım bacaklarıma yatan minik kıza çevirdim bu sefer bakışlarımı. Nefes alış veriş sesinden sonunda uyuduğunu anladım. Daha dün bu küf kokan bodrum katına atılan bu masum kız çocuğu gece boyunca bana sarılarak ağlamış bense hem annemden sonra ilk kez birine sarılmanın verdiği şaşkınlıkla hem de kızın bu acısını benimle paylaşmasıyla önce donakalmış gecenin geri kalanında ise onu teselli etmeye çalışmıştım. Ona içinde kahramanlar geçen minik masallar anlatmış benim içinden alınan umudu onun içine koymaya çalışmıştım. Dizlerimde yatan kızın sarıya çalan saçlarını okşamaya devam ederken bu küçük kızı buraya hapseden sebepleri, hayatını düşünmeye devam ettim. Zar zor sakinleştirdikten sonra ona ne olduğunu, neden burada olduğunu sormuştum. Söylediğine göre ailesi kaçaktı. Ona kaçağın ne demek olduğunu neyden kaçtıklarını sorduğumda önce bana deli görmüş gibi bakmış sonra da tabiki işgalcilerden demişti. İşgalciler de kimlerdi? Kahretsin ki bu Dünya hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Minik kızın ailesi kaçak oldukları için infaz edilmiş kızı da buraya getirmişlerdi. Kıza daha soracak çok fazla sorum, bilinmezliklerim vardı. Ama hem o bunları kaldıramayacak kadar yıpranmış hem de ben daha fazla cevaba ve bu bilinmezliklerin çözülmesine gerek duymadığıma karar vermiştim. Ölmeyi bekliyordum. Amacım da yoktu. Sebebim de.

   Kilitli kapı açıldığında odadaki bütün korku dolu bakışlar oraya odaklandı. Her sabah yaptıkları gibi bir grup insanı alıp götürecekler ve bir daha onları geri getirmeyeceklerdi. Onları götürürlerken bize düşen onların çığlıklarını dinlemek ve onlara ne olduğu, bize ne olacağı konusunda korkunç teoriler üretmekti. Adamın adım sesleri bodrumda yankı yaparken etraftan başka ses çıkmıyordu. Herkes bakışlarını yere odaklamış seçilmemek için içten içe dua ediyorlardı. Ne kadar da ilginçti. İnsan Yaratıcı'ya inansa da inanmasa da en zor anında yine ona sığınıyor yine ondan yardım diliyordu. Umut ediyordu. Ben de bakışlarımı küçük kızın saçlarındaki ellerime odakladım. Kızın o güzel rüya aleminden ayrılıp bu acı gerçekliğe dönmemesi için, seçilmememiz için yalvardım. Adamın siyah botlarının dizlerimin hemen yanında durmasıyla bir kez daha dualarımın reddedildiğini anladım. Kafamı kaldırıp adama baktım.

"Sen ve kız kalkın, benimle geliyorsunuz."

   İtiraz edenlere, ağlayıp sızlananlara neler olduğunu görmüştüm. Adam diğer şanslıları seçmeye gittiğinde kızı yavaşça uyandırmış ve ona sessiz olmasını söylemiştim. Onu koruyacaktım. Ne olursa olsun onu koruyacaktım. Annemi koruyamamıştım. Hayatımda ilk kez kokusunu içime çekebildiğim o güzel kadını koruyamamıştım korkak gibi kaçmıştım. Ormandaki o kuşlar gibi... Ardımda bıraktığımı umursamadan, bencilce kaçmıştım ve bir daha yapmaya hiç niyetim yoktu. Adam seçme işini bitirdiğinde kapıdaki görevli diğerleri kolumuzdan tutup bizi sürüklemeye başladı.
   Uzun loş bir koridorda yürürken yanından geçtiğimiz odalardan birinin içine kaydı gözlerim. Sandalyeye bağlı kafası öne eğik beden gördüğümde kaç diye bağıran içgüdülerimi susturmaya çalışıyordum. Kaçamazdım, imkansızdı. Buranın ne olduğunu az çok anlamıştım. İşkence yapılan bedenler, kilit tutulan insanlar, ailesi öldürülmüş çocuklar... Yanımda yürüyen kızın ellerini ister istemez biraz daha sıkı tuttum. Büyük bir odaya girdiğimizde ise çoktan kızla beni birbirimizden ayırmışlardı. Kız ağlamaya başlamış, o mavi okyanusu andıran gözleriyle ona bakan herkesin saklı vicdanlarını çalıştırmıştı. Kızı tutan adam eğilmiş kıza ona bir şey olmayacağını ama daha fazla ağlamamasını söylemişti. Kız hıçkırıkları arasında nefes almaya çalışıp parmağıyla beni işaret etti. Anında kolumu tutan kişi beni oraya doğru sürüklemiş ve kızı susturmamı söylemişti. Kızı kucağıma aldım ve sırtını sıvazladım sakince. O sırada içeri giren siyah botlu adamın sözüyle ben ve kızın dışındaki herkes birbirine mesafeli sandalyelere oturtulmuştu. Adam bana hiç bakmadan yanındakilere seslendi.

"Kız alıcıya çıkarılacak. Hiçbir şey bilmediği belli zaten. Yediler de küçük çocukları satın almayı seviyorlar."

   Adamın bakışları benim kirli yüzüme değdi. Kucağımdaki kızın gözümün önüne gelen saçlarından adamı pek göremesem de yüzünü bana bakınca buruşturduğunu görmüştüm.

"Kızı şundan alın, temizleyin. Şunu da sorguya alın."

   Adamın sözüyle sert bir şekilde çekiştirilmiş kızın kucağımdan alınışını izlemiştim.

...

   Yüzümde yediğim tokadın etkisiyle ağzımın içine metalik bir tat yayıldı.

"Örgüt nerede?"

Artık kaçıncı kez duyduğumu bilmediğim soruyu bir kez daha cevapladım.

"Örgüt ne onu bile bilmiyorum, nerede olduğunu nereden bileyim."

   Hıçkıra hıçkıra ağlıyor acıdan bağırıyordum. Bilmediğimi kabul etmiyorlardı. Onlara göre bilmek zorundaydım. Karnımda hissettiğim derin acı karşısında nefesim kesildi. Yetimhane bile bu kadar kötü değildi. Kimse sana yumruk atmıyordu. Tamam, onların da benim hayatımı çok umursadıkları yoktu ama en azından işkence görmüyordum.

"Madem örgütün yerini bilmiyordun, neden kaçtın? Başka gidebileceğin bir yer yok. Konuş bitsin."

   Cevap vermeye bile enerjim kalmamıştı. Hıçkırıklarım arasında derin bir nefes almak için ağzımı açtığımda gelen silah sesi karşısında nefes almayı unutmuş kalakalmıştım. Ne yani şimdi de birini mi kurşunlamışlardı? Ama odadaki tek panik olan ben değildim. Canımı almaya yeminli karşımdaki düşmanımın da gözlerinden şaşkınlığı okunuyordu. Koridordan gelen koşturma ve silah sesleri arttıkça ne olduğuna dair merakım artıyor ve ne olduğunu öğrenemeyecek kadar korkuyordum. Ölmek istemekle öleceğini bilmek arasında fark vardı. Ölümü istemek kolaydı ama ölümü kabul etmek hayattaki en zor karar olabilirdi. Ve ben her ne kadar bu hayattan kurtulmak için ölümü istesem de deli gibi korkuyordum. Önümdeki yeminli düşmanım elini belindeki silahına attı ve koridara doğru koştu.

   Sadece saniyeler içinde düşmanımın ve arkadaşlarının yere düşüşünü izledim. Maskeli birkaç kişi içeri girdiklerinde hızlıca bize bakış attıktan sonra içlerinden biri başka bir tanesine seslendi.

"Maral, içerdekilerin ellerini çöz. Ben diğer odaları kontrol edeceğim."

   Seslendiği kişi hemen kafasını sallayıp bize doğru koşmuş, bizi hapsolduğumuz sandalyelerden kurtarmıştı. Ama ben bedenen kurtarılmış olsam da çoktan ruhen kilitli olduğum yerin anahtarını kaybetmiştim. Sandalyeden kalkmaya çalıştığım anda yere düşmüş ve vücut kontrolümü kaybetmiştim. Zangır zangır titreyen bedenime inat kollarımı yüzüstü düştüğüm betona dayayıp kalkmaya çalıştığımda titrememi hala kontrol altına alamamış hatta defalarca başımı sert zemine çarpmama sebep olmuştum. Çevremdeki sesleri duyamıyor sadece beynimin içindeki düşüncelerle meşgul olabiliyordum. Güçlü birisi tarafından omuzlarımdan tutulduğunu ve yere oturtulduğumu hissettim.

"Hey, bana bak, gözlerime bak. Görebiliyor musun?"

   Sonunda onun gözlerine bakabildiğimde yavaş yavaş bilincimin yerine geldiğini farkettim. Sesleri artık duyabiliyordum. Gözlerin sahibinin odadan çıkan maskeli olduğunu anladım.

"Şimdi iyi misin?"

   Sesi maskeden dolayı boğuk çıkıyordu. Gerçek sesinin nasıl olduğunu merak ettim bir anda. Kafamı aşağı yukarı salladım. Beni hızlı ama nazik hareketlerle ayağa kaldırdığında kollarımdan tutmaya devam ediyordu. Ben gözyaşlarım hala gözlerimden akmaya devam ederken onun gözlerinden gözlerimi çekemiyordum. Koyu renk gözleri vardı adamın. Yüzünde görebildiğim tek nokta gözleri olması sebebiyle sadece oraya odaklanabiliyordum.

"Adın ne" diye sordu bana. Çoktan odadakileri çıkartmışlar içeride sadece o, ben ve yerde hareketsiz yatan bedenler kalmıştık. Ben onun koyu renk gözlerine bakarken bir mucize oldu ve minik penceren gelen ince ışık onun gözlerine vurdu. Ve ben bedelini ödediğim varlığın o olduğunu anladım.

"Benim bir ismim yok" diye fısıldadım ona. Gözlerimin içine bakmaya başladı, içime işleyen gözleriyle. Onun kehribar rengi gözleri benim kara gözlerimden bir an ayrılmadı. Ve aynı fısıltıyla cevap verdi.

"Esved olsun o zaman adın..."

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 08, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KARAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin