"Kızım, gözlerini aç hadi! Bak ben burdayım."
Bir kadının yanağıma hafifçe vurduğunu hissedebiliyordum. Hafif nemli, sıcak eller... Kimdi bu kadın, ben kimdim, neredeydim? Sanki düşünme yetim elimden alınmış, beynim uyuşturulmuştu. Gözlerimi açtığım anda her şeyin birbirine karıştığını hissetmiş, bir anda boğazımı yakan acı sıvının varlığıyla iki büklüm olmuştum. Karşımda bana endişeli gözlerle bakan bir kadın vardı. Anlamıyordum kimdi bu kadın? Dudaklarını oynattığını gördüm, uzaktan boğuk bir şekilde bile olsa sesini duyabiliyordum ama bir türlü ne dediğini idrak edemiyordum. Beni bir kez daha sertçe salladığında kendime geldiğimi hissettim. " Acele etmemiz lazım, geldiler diyorum sana." Sesini yükseltmeden ama sertçe konuşuyordu. Bir kez daha arkasında bulunan kapıya çevirdi bakışlarını. "Seni de kaybedemem, çabuk kalk ayağa!" Kimden bahsediyordu bu kadın böyle. Ben ona şaşkınca bakmayı sürdürürken o beni kollarımdan tutup ne zamandır orada yattığımı bilmediğim tahta zeminden kaldırdı. "Ne yapacağını defalarca kez anlattım sana, panik yapma sadece her zaman gittiğimiz ormandaki yoldan ilerle. Unutma küçük gölün orada seni biri bekliyor."
Kolumu çekiştirerek içinde bulunduğumuz küçük tahta kulübenin içinden beni çıkardı. Etrafıma baktığımda bizim içinden çıktığımıza benzeyen birçok kulübe olduğunu gördüm. Bakışlarımı bana bakan kadına çevirdim. Ben tek bir kelime edemeden ona bakmayı sürdürürken o aniden beni kollarının içine çekti. Saçlarımdaki eliyle bir yandan saçımı okşarken kulağıma fısıldadı " Bir tanecik minik kızım benim, buluşacağız yine korkma sakın. Baban da olacak bu sefer yanımızda." O an hissetmiştim içimdeki boşluğun az daha olsa dolduğunu. Bu kadının kollarının arasında... İlk defa içime anne kokusu çekerken... Boşlukta asılı kalmış olan ellerimle beline sımsıkı sarılırken gözlerimin dolduğunu hissettim. İlk defa yaşadığım bu duyguların beni bu kadar etkilemesi normal miydi? Kadın kollarım arasından kendini geri çekip çıktığında dolmuş gözlerime baktı ve bana o ana kadar gördüğüm en gerçek görüntüyü bahşetti. Hüzünlü bir tebessüm... Ufak bir öpücük kondurdu alnıma. "Seni bu Dünya'da var olan her şeyden çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?" Kafamı salladım hızlıca. Daha sadece 10 dakikadır tanıdığım bu kadın için ağlıyordum. "Benim hayatında tanıdığım en güçlü insan olduğumu söylemiştin. O yüzden bana inan. Seni bulacağım minik bebeğim. Hadi git şimdi yoksa ikimizin de yaşama şansı kalmayacak." Yaklaşan araba seslerini duyduğumuzda telaşlı bir yüz ifadesiyle arkasını bir kere daha kontrol ettikten sonra beni ormana doğru ittirdi. Ağlıyordu, ağlıyordum. Koşmaya başladım, arkama bir daha dönüp bakmaya bile cesaretim yoktu. Hıçkırıklarım nefesimi kesiyor ama ben aldırmamaya çalışıyordum. Tenimi öpen rüzgarı hissettim, bastığımda çatırdayan dal parçalarını, uzaklarda şarkı söyleyen kuşları. Koşuyordum pervasızca, neyden kaçtığımı, nereye gittiğimi bile bilmeden.
Birden uzaktan bir el ateş sesi geldi. Şarkı söyleyen kuşlar sustular. Onlardan geriye kaçışlarının kanat sesleri ve benim çaresizliğim kaldı. Dondum kaldım sadece. Kafamı kaldırıp tıpkı benim gibi acizliklerinden kaçan kuşları izledim. O an karar verdim. Asla kaçmayacaktım. Beni ne beklediğini bilmiyordum ama o kadın için her şeyi göze almaya çoktan hazırdım.
Arkamı dönüp geldiğim yere doğru koştuğumda ise hayatımda ilk kez yaşadığım endişe duygusuyla karşı karşıya geldim. "Ne olur ona bir şey olmasın!" Biraz ileride yerde yatan kadını gördüğümde her şeyin bir kez daha benim için sona erdiğini hissettim. Ona doğru giden adımlarımı artık ben kontrol etmiyordum. Ağlamaktan hassaslaşan gözlerime rüzgarın değmesiyle daha da çok canım yanmaya başladı ve ben nedenini bilmeden daha da çok ağlamaya başladım. Kanlar içinde kalmış, daha biraz öncesine kadar sıcaklığını, şefkatini hissettiğim kadının yanına vardığımda yere çöktüm. Bacaklarımdaki bütün hisler çekilmiş, varlıklarını hissedemez olmuştum. Elimi kadının yanağına götürüp okşadım. İlk kez ve son kez... "Sana inanmamı söylemiştin ama sen beni bir kez daha terkettin anne." Sanki annem gibi ruhum da yeniden beni terketmiş sadece uzaktan bu acı anı izliyordu. Neden diye düşündüm. Yerine geçtiğim kızın bile en acı anını neden ben yaşıyordum? Bu cezayı hak edecek ne yapmıştım ki hem kendi evrenimdeki hem başka evrendeki bedenlerin acılarını benim ruhum çekiyordu?
O kadar kendimden geçmiştim ki arkamdaki adam konuşana kadar orada olduğunu bile farketmemiştim. "Minik kuş saklandığı yerden çıktı demek. Ben de bir de seni aramakla uğraşacağımızı sanmıştım." Başımı adama çevirdiğimde elindeki siyah metal parçasını bana çevirmiş, yüzüne şerefsizce bir gülümseme kondurmuş bana bakıyordu. "Devletin seni alması için zamanın geldiğini biliyorken ne diye kaçıyorsun ki, al işte şimdi annen gibi seni de öldürmem gerekiyor."
Eğildi, yüzüme dokundu az önce annem olduğunu söyleyen kadını öldüren elleriyle. Yüzümü hızla elinden çekmeye çalışırken çenemi kavradı sertçe. "Öldürmesem de biraz eğlensek mi senle minik kuş? Hem arkadaş da var sana gideceğimiz yerde." Ne diyordu bu adam böyle? Bütün duygularım alt üst olmuş, az önce kızın hayatını çalmamak için ölmek isterken şimdi bu hayattan kurtulmak için ölmek istiyordum. Anlamıştım hangi Dünya'da olursam olayım mutluluk haramdı bana. Neyin olduğunu bilmediğim bir bedel ödüyordum ve asla son bulmuyordu.
Adam ayağa kalktıktan sonra adamlarına emretti ama artık duymuyordum bile. Yere çökmüş bedenimi saçımdan çekerek kaldırdı. Çığlık atmak istiyordum ama dudaklarımdan hıçkırıktan başka bir şey çıkmıyordu. Pencerelerden beni izleyen insanları gördüm. Neden yardım etmiyorlardı? Çığlık atsaydım gelirler miydi? Yüzlerine spontan bir ifade yerleştirmiş sadece izliyorlardı. Acıyarak... Belki de bir sıranın onlara gelmesinden korkarak...
Beni bir kamyonetin arkasına bindirdikten sonra yanıma başka birisi bindi. Soğuk, hissiz metali kafama dayamış adeta bir tehdit edasıyla orada tutuyordu. Kaderimi bir kez daha kabul edip gözlerimi kapatmıştım ki boynumdaki acı hissi hissettim. Karanlığa düştüm yeniden. Siyahtan başka hiçbir renk olmayan, duygu barınmayan hissiz dünyama... Bir kez daha nerede gözlerimi açacağımı bilemeden sadece kollarımı açarak karşıladım bu karanlığı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARA
Ciencia Ficción"Benim bir ismin yok" diye fısıldadım ona. Gözlerimin içine bakmaya başladı, içime işleyen gözleriyle. Onun kehribar rengi gözleri benim kara gözlerimden bir an ayrılmadı. Ve aynı fısıltıyla cevap verdi... "Esved olsun o zaman adın..."