song|jaymes young- what is love
İkilemde kalmak, başıma gelmesini isteyeceğim en korkunç olaydı. Kararsızlık, karar verememek, ne ak olmak ne de kara göstermek. Orta çizgide kalmak, ne yapacağını tam olarak bilememek, içine düştüğüm sonu belirsiz çukur da bundan ibaretti işte.
İkilemde bırakıyordu Park Jimin beni. Değişen tavırları, bir gün ak olup diğer gün kara oluşuna anlam veremiyordum. Onu bazen anlıyor, iyi bir insan olduğunu düşünüyordum. Bazen bana dünyanın en kötü, en sinir bozucu insanı gibi geliyor, onun hakkında vardığım tüm olumlu düşüncelerimi yerle bir ediyordu.
Onu tanıyamıyordum. Ona nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. İkilemde bırakıyordu beni. Bana hep aynı olmasını isterdim, rengi değişmesin eğer kara ise kara kalsın. Ama öyle değildi, Park Jimin'in huyu yerine oturmayan dengesiz bir düzenekti.
Hayatımı tepe taklak etmekten, yürüdüğüm yolda bana çelme takmaktan çekinmiyordu. Sıradanlıkla dolu hayatıma bir bomba misali düşmüştü ve önüne gelen ne varsa küle dönüştürmüştü.
Bir gün cennet, diğer gün cehennemdi. Ortası yoktu. Bu beni yoruyor, rahatsız ediyordu ama onu değiştiremeyeceğimi biliyordum. Tek çarem zamana bırakıp, alışmaktı.
Onun bütün bu dengesizliklerine karşı güçlü durmaktı.
Okul saati bittikten sonra, Yoongi ile konuşmuş, benim yüzümden veya başka bir sebeple asla Taehyung veya Jimin'le kavga etmemesi için tatlı dille ikna etmiştim. Ki Yoongi fazla söz dinleyen biri değildi. Yine de şansımı denemem gerekirdi, Yoongi'nin Jimin'le veya Taehyung'la kavga etmesi, okulda bir takım sorunlar çıkarabilirdi. bunun yanında şiddet, kavga ve gürültü asla çözüm yolu değildi. Birbirlerini sevmiyorlarsa, uzak durmak en doğru yoldu.
Bunu savunurdum ve evren de beni her zaman haksız çıkarmak için elindeki tüm kozu oynardı. İnsanın sevmediği ot burnunda biterdi. Şayet Park Jimin, yan komşumdu. Ona karşı nefret beslemiyordum ama bazı davranışlarını da onaylamıyordum.
Bu hafta içerisinde sinir sistemimin altını üstüne getirmişti. Onunla savaşmak, dil dökmek kifayetsizdi. Hayatımda ki en yorucu iş, tahammül etmek, insanların kasıntı inatlarına karşı savaşmaktı.
İnsanı anlamak, insan olmaktan daha zordu anlaşılan.
Evime doğru gidiyorken, apartmanın bahçesine gireceğim zaman babamdan acil bir telefon almıştım. Yoğun işleri bir gün olsun bizi rahat bırakmazken, bana bugün mesaiye kaldığını, eve gelmeyeceğini söylemişti. Bu da demek oluyordu ki, koca ev bana kalmıştı. Yalnız olmayı seviyordum ama yalnızken sessizliğe katlanamıyordum.
Garip bir şekilde, evde yalnız kaldığım zaman rahat edemiyordum. Sanırım annemin varlığına çok alışmıştım. Bir evi ev yapanın aile olduğunu ise bir kez daha anlamıştım.
Apartmanın bahçesinden içeriye girdiğimde, Jimin'de tam arkamdan gelip önüme geçmiş, sanki beni görmemiş gibi benden önce davranıp asansöre binmişti.
Beni görmemezlikten gelmesine alışmıştım. Ama saatler önce bana 'herkes gibi olmadığımı' söyleyerek, bana herkes gibi davrandığında, -herkesi nasıl umursamıyorsa beni de öyle umursamıyordu- bu tutarsız davranışları hoşuma gitmiyor, yersizce üzülüyordum.
Bana herkes gibi olmadığımı söylemişti. Ona göre davranmalıydı. Onun için neydim, beni gözünde ne olarak, kim olarak görüyordu? Neden kafamı karıştırıyordu?
Asansöre bindim, gözlerimi dalgın, ifadesiz suratından ayırmadan. Asansör kapandığında o boğucu sessizlik havuzuna düştük. Tek kelime etmedim. Onu arkama alacak şekilde, yerimde durdum ve asansörün beşinci kata gelmesini gergince bekledim. Dakikalar saatler gibi geliyordu ve tam arkamdaki varlığı beni geriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sillage | jikook
FanfictionYüreği kanayan bir çocuk tanıdım, ne zaman deşsem yarasını bende kanadım. 25\05\20 25\10\20