Yaşam nedense daima zıt karakterleri seçerdi. Tıpkı mıknatıslar gibi, Jeongguk ve Jimin'in de tekrar karşılaşması kaderin cilvesiydi.
Jeongguk ruh eşini tekrar gördüğünde soğuk bir Pazar gününün öğleden sonrasıydı.
Kocası, son teslim tarihi yaklaşmakta olan projesi ile meşgulken o da Jisung'u dışarı çıkarmayı teklif etmişti çünkü kendisinin de temiz havaya ihtiyacı vardı.
"Sen harikasın" dedi kocası yanağına bir öpücük bırakarak.
Sadece birkaç ay öncesinde olsaydı onun bu sözlerine inanabilirdi. Şimdi ise kafası başka bir adamın düşünceleriyle dolup taşarken artık bu durumdan emin olamıyordu.
Hava soğuk da olsa park, oyun oynayan çocuklar ve onların renkli kahkahalarıyla doluydu. Çocuklar etrafta koşturup yanaklarını kızartırken Jeongguk oturduğu bankta geriye yaslanıp kaslarını rahatlatmaya çalıştı. Jisung birkaç dakikanın ardından yanına geri gelmişti. Jungkook'dan büyük bir iştahla pamuk şeker istiyordu. Jeongguk bu seferliğine onunla uğraşmak istemediği için yemesine izin vermişti.
Pamuk şeker standına yaklaşmaya başlamışlardı ki o anda bahar aniden geri gelmişti adeta. Havada onu sakinleştiren bir şey var gibiydi. İçine bir his oturmuştu öylece. Sonunda her şeyin doğru olduğu hissi. Taşlar yerine oturuyor gibiydi. Jisung sınıf arkadaşına ismiyle yüksek sesle seslenene kadar Jimin'i farketmemşti Jeongguk. Minik kız, geriden Jeongguk'a bakan adam gibi muhteşem tombul yanaklara ve narin dolgun dudaklara sahipti.
Gözleri birbirlerinde kenetli kaldıkça etraflarındaki sessizlik büyüyerek onları içine hapsetmişti.
"Babacığım... Baba!"
Aşağıda pantolonunu çekiştiren oğluyla bir anda kendine gelip kızaran yüzüyle çabucak oğluna döner. Onun oğluna. Onun.
Jeongguk cüzdanına yeltendi ama Jimin daha hızlıydı, satıcıya yaklaşıp şekerleri ödedi.
"Dur, vereyim..." dedi Jeongguk elinde hala açamadığı cüzdana küfrederek.
Jimin minik bir gülümsemeyle "Gerek yok," diye cevap verdi. Jeongguk o anda Jimin'in bileklerinden tutup damarlarında akan hayatı hissedebilmeyi diledi.
Sonunda çocukları oynamaya gidip onları yalnız bıraktıklarında oturdukları bankta titriyorlardı. Jeongguk bir şey söylemek yerine sertçe yutkundu. Bir itirafa bile benzemeyen bir konuşma yapmaya henüz hazır değildi Jeongguk.
İlk konuşan Jimin oldu.
"Yani, biliyorsun," dedi. Bir sorudan ziyade onaylama gibi.
"Biliyorum"
Jimin başını eğip ellerine baktı. "Seni bulabileceğimi hiç düşünmemiştim," onun mırıldandığı sözler Jeongguk'un pişmanlığında birer yankı uyandırdı.
"Artık senin benim için var olmadığından emindim. Senden bir şey beklemiyordum. Hayat için geç kalmıştık"
Jeongguk, "Kimsenin böyle bir şey bekleyeceğini sanmıyorum," diyerek katıldı. Boğazının kasılıp gerildiğini hissetti.
Jimin tekrar konuşmadan önce kısa bir anlığına tereddüt etmişti. "Ben... Ben hatırlamaya başladım..."
Jeongguk yüksek sesli bir soluk verdi, "Ben de... "
Gözleri yanıyordu artık.
"Belki... " diyip durakladı Jimin. Uzaklara bakan gözlerini geri kucağına indirmişti. "Arkadaş olabiliriz...bunu yapabiliriz. Ben... Ben karımı seviyorum ama sen, benim... sana ihtiyacım var? Anlayamıyorum, sadece... sana ihtiyacım var... bu çok kötü."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tarde - jikook [çeviri]
Fanfiction"Gün yok, zaman yok Tanık yok, suç yok" -Keaton Henson - No Witnesses Jungkook'un istediği tek şey oydu, sadece adını biliyor olması önemli değildi. The owner is this story is @PinkBTS on AO3