Her şeyin çöküşü Jisung'a patlamasıyla başladı.
Jeongguk'un uyku sorunları vardı - kemik ağrıları- ve oğlu parka gitmek istemediğini kabul etmiyordu. Jeongguk'un ayağa kalkmaya bile cesaret edemeyeceğini anlamayacaktı. Sakinliğinin sonuna yaklaşırken Jimin'in gerçek bir öpücüğünü düşlemekti aklını bocalayan. Jisung susmuyordu ve Jeongguk uçlarda dolaşıyordu artık, sabrı tükeniyordu.
"Ama baba,"
"Hayır dedim" Jeongguk tekrarlarken şakaklarını ovuyordu.
Jisung kaşlarını çattı. Küçük elleri yumruklar, ayakları ise bir öfke nöbeti için hazırlanıyordu. Israrla Jeongguk'un gömleğini çekiştiriyordu.
“Ama Jiwoo bekliyor, baba!"
"Gidebileceğimizi söylemiştin, baba! ”“Jisung-”
“Onunla oynamak istiyorum, Jimin amca onu getiriyor. Gitmek isti-"
“Hayır dedim Jisung!”
“Jeongguk!”
Jisung yerinde zıpladı, gözleri oldukça şişmişti ve gözyaşları dökülüyordu.Alt dudağı sallanıyordu ve Jeongguk'un özür dilemesine fırsat dahi vermeden merdivenlerden hızla çıkmıştı. Odanın diğer tarafında duran kocası sessizce onu izliyordu. Mutfak havlusu üzerindeki tutuşu güçlenirken Jeongguk oturduğu yerden ondaki hayal kırıklığını görebiliyordu.
"Ona asla bağırmamakta anlaşmıştık" dedi kocası yavaşça. “Böyle olmayacağımızı kabul etmiştik.”
“Ben... özür dilerim. Düşünmedim… ”
Eşi burnunu çekerken hızla gözlerini kırpıyordu. "Sen değiştin. Neler olduğunu bilmiyorum ama değiştin. Bizimle zaman geçirmiyorsun, hep kızgınsın... artık bana zar zor dokunuyorsun ve şimdi de bu… ” konuştuğunda sesi titriyordu.
"Üzgünüm," diye mırıldandı Jeongguk. Avuç içinden nefes alıyordu. "Çok özür dilerim ."
Sessizlik, aralarında uzanırken genelde sıcak olan evini bir buz kalesine dönüştürmüştü.
"Misafir odası hazır," diye fısıldadı kocası merdivenleri çıkarken. "Bu gece yatak odamıza gelme"
ʚ ɞ
Namjoon, Jeongguk'u üçüncü soju şişesinin yarısında, masanın üstünde yarı uzanırken bulmuştu.
“Gguk,” diyip önünde oturdu.
Jungkook hiçbir şey söylemedi, burnunu silip boğazını delicesine yakan bir yudum daha aldı ve acı tatla birlikte yüzünü kırıştırıp genzinden acı bir inilti çıkardı. Namjoon iç çekti ve garsona bir bardak daha getirmesini söyledi. Sabahın erken saatlerinde dükkan sahibi onları dışarı atana kadar içtiler.
Caddeye geri döndüklerinde bile, parkın yanından geçip nehir kenarına oturana kadar Jeongguk hiçbir şey anlatmamıştı.
Buz kesmiş toprağın üstünde yarı ölü gibi otururlarken güneşin doğuşunu izliyorlardı. Namjoon sıcak nefesiyle ellerini ısıtırken sıkıntıları Seul'ün ışık banyosu altında soluyordu.
"Keşke onunla hiç karşılaşmasaydım"
Namjoon dediklerine başını salladı, emindi ki Jeongguk'un neler yaşadığını asla tam olarak anlayamayacaktı. Ruh arkadaşlarının mutluluğun nihai kaynağı olması gerekiyordu, kalbinizi tamamlayacak olan mükemmel kişi olmaları... Jeongguk'a baktığında bu masal hiç gerçek gibi görünmüyordu. Hemde hiç.
“Keşke onu ilk gördüğüm günü silebilseydim,” diye devam etti Jeongguk, gözleri burnu kadar kırmızıydı “Keşke o hiç olmasaydı…”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tarde - jikook [çeviri]
Fanfiction"Gün yok, zaman yok Tanık yok, suç yok" -Keaton Henson - No Witnesses Jungkook'un istediği tek şey oydu, sadece adını biliyor olması önemli değildi. The owner is this story is @PinkBTS on AO3