-4-

51 5 0
                                    

Annemin sesiyle gözlerimi açtım. Yatağımın kenarında oturmuş, beni uyandırmaya çalışıyordu. Fakat gözümü açmam ile birlikte beni soru yağmuruna tutmuştu. Neden eve erkenden gelmişim? Ne olmuş? Hastamıymışım? Anlatmak istermiymişim? Daha bunun gibi bir sürü sorular.

Annemi biraz fazla çaba harcayarak ve sabretmeye çalışarak dinledim soruları bittiğinde ise aklımda kurduğum ve Ilgın'a söylediğim bahaneyi de içine katarak düzenlemiş olduğum düzmece hastalık numarasını gayet inandırıcı bir biçimde anlattım. 

Annem de beni onaylayarak dinledi bütün hikayem boyunca. Ardından ''Bir ihtiyacın olursa ben oturma odasında olacağım.'' dedi ve odamda beni yalnız bıraktı. Kapı kapandıktan sonra derin bir nefes aldım. Anneme yalan söylemeyi istemiyordum fakat bu duygularımı kendime itiraf edemiyorsam anneme nasıl anlatabilirdim ki? Belki kedi kafamda bir şeyleri netleştirince anneme de açıklayabilirdim bu durumu.

Gözlerimi odamda gezdirerek oyalanabilecek bir şeyler aradım. Şuanda canım kitap okumayı hiç istemiyordu. Bu yüzden beyaz maundan yapılmış masamın başına geçerek bilgisayarımı açtım. Gerçekten uzun sürede açılıyordu. Sanırım bakıma ihtiyacı var, diye düşünerek yeni açılmış olan bilgisayardan favori dizim olan Doctor Who'yu izlemeye başladım.

Aslında odama bakarak bile bir Whovian olduğumu söyleyebilirsiniz. T.A.R.D.I.S. mavisi duvarlar, dış cephede bulunan duvarın üzerinde kocaman bir zaman çatlağı resmi, oldukça büyük ve ağzına kadar dolu olan bir kitaplık ve sonik tornavida koleksiyonum...

 Altı bölüm sonra hava kararmış, ben salya sümük ağlar vaziyetteydim. Rose ölmüştü! Aslında ölmemişti ama başka boyuttaydı ve Doktor ile bir daha asla görüşemeyecekti. Ayrıca Doktor Rose'a onu sevdiğini bile söyleyememişti!

Sesli bir şekilde Russell T Davies'e saydırarak aşağıya indim. Bütün hakaretlerimi hak ediyordu. Ne de olsa bu bölümün senaristiydi o. 

Annem beni görünce ''Yine kim öldü?'' diye sordu derin bir iç geçirerek. ''Rose.'' diye fısıldayarak tekrar ağlamaya başladım. Annem ise yanıma gelerek beni kucakladı. ''Rose yalnızca bir karakter biliyorsun değil mi? Yani o Bity midir Payper midir hala yaşıyor dimi?'' diye sordu İngilizceyi katlederek. 

Onun bu komik haline gülerek ''Evet Billie Paper hala hayatta.'' diyerek hatasını düzelttim. ''Ha, şöyle. Ağlama, Ayrıca anneyi de düzeltme bir daha.'' dedi annem. Bende başımı sallayarak gözlerimden akan yaşları sildim. 

''Ben yemek yapıyorum hala sen de git hadi o arkadaşını çağ...'' dedi annem fakat ben donmuş gibi uzağa baktığımı görünce cümlesi yarım kaldı. ''Ben çağırmam anne git sen çağır.'' dedim soğuk bir sesle. Annemin gözleri neden?, dercesine baksa bile ısrar etmedi. 

'İyi o zaman sen şu çorbayı karıştıra dur ben çağırıp geleyim.'' dedi üzerine sabahlığını geçirirken. Ben de annemin siyah granit tezgaha bırakmış olduğu kaşığı alarak çorbayı karıştırmaya başladım.

Domates çorbası güzel kokusu ile beni cezbetmiş, içine kaşar rendelesem de yesem gibi hayaller kurdurturken dış kapı açıldı ve annem içeri girdi. Kapı açıldığında yüreğim yerinden oynamıştı. Emir gelmiştir diye çok korkmuştum. Son olanlardan sonra o çocuğa bir daha yaklaşmayı düşünmüyorum.

Annem tek başına dış kapının hemen karşısında olan mutfağa doğru ilerledi. Şimdi gözler ile soru sorma sırası bana gelmişti. Ukala bir şekilde sol kaşımı kaldırdım ve annem de saniyesinde anladı. ''Pizza söylemiş bu yüzden gelemezmiş, teşekkür etmişmiş.'' diyerek cevap verdi.

''Hımm, peki, onu bırakta bu çorba oldu mu? Karnım kazınıyor valla.'' dedim konuyu değiştirerek. Annem de başıyla onayladı ve tabakları çıkararak çorbaları koydu. Bu sırada ben de mutfak masasına kaşıkları koydum ve salata yapmaya başladım.

Marulları, salatalıkları, maydanozları doğradıktan sonra sıra domateslere gelmişti. Sonuncu domatesi de bitirmek üzereyken bıçak domates yerine benim parmağıma denk gelen bıçak darbesi ile bıçağı elimden fırlatırken çığlığı bastım.

İşini bitirmiş oturma odasında televizyon karıştıran annem ise koşarak yanıma geldi ve o anın verdiği panikle ''Ne oldu?!'' diye bağırdı. Ben de karşılık olarak ona acayip derecede fazla kanayan parmağımı gösterdim. 

Annem de ilk yardım çantasını almaya gitti. Geldiğinde elinde çoktan pamuk ve flaster bant vardı. Annem işini hallederken Bu ilk yardım çantası da ne çok kullanılıyor böyle, diye düşündüm. 

Annem işi bitince ilk yardım çantasını toplayıp yerine götürürken ben de salatayı masaya koydum ve yemeği yemeye başladık. Yemek boyunca şundan bundan yeni komşularımızdan konuştuk ve yemek bittiğinde yukarıya, odama çıktım.

Zaten üzerimde pijamalarım vardı ve hali hazırda uykum da vardım. Ben de yastığa başımı koydum ve düşüncelerin aklıma girmesine fırsat vermeden uykuya daldım.

Arkadaşlar bu bölümün geciktiğini düşünüyorsunuz sanırım ama hayır gecikmedi, sadece programda bir değişme oldu ve bundan sonra bölümler cumartesi günleri gelecek. Okuyanlara, yorum yapanlara ve vote verenlere teşekkür ederim. Hepinizi çok seviyorum. Gelecek bölüme görüşürüz canlarım :)

Buzdan KalpHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin