Kalktığımda sabahın körüydü saat 05.00'ti. Kapımızın önüne varmıştık hemen arabadan atlayıp eve doğru koşmaya başladım. İçeriye girdiğimde ve okula geç kalmadığımı fark ettiğimde yine telefonumdan gelen titreşim sesini duydum. Telefonu açtım, Sinemin mesaj attığını gördüm.
Sinem: "Sual eve geldiğini duyduk. Geç kalmamışsın okula gelebilirsin, daha zil çalmadı bahçedeyiz."
Sual: "Biliyorum ama yinede çok erken değil mi?"
Sinem: "Erken ama sadece biz okuldayız yani mekâna gideceğiz seni bekliyoruz."
Sual: " Tamam siz mekâna gidin ben geliyorum."
Devamsızlığım çok artmıştı bu nedenle okula hiç geç kalmadan gitmeliydim. Okulu aksatmamalıydım, bir gün bile olsa bu hatayı yapmamalıydım ve bunlar dersler için de geçerliydi. Babamlar uyumaya gitmişti, ben ise okul üniformamı üzerime geçirip yemek yemeden çıkmıştım.
Yolda bir simitçi görmüştüm. Simitçinin yanına geldiğimde ondan üç simit almıştım. Çünkü Sude ve Sinemin de yemek yemediğini biliyordum.
"Merhaba ben üç tane simit ve üç tane de ayran alabilir miyim?"
"Tabi."
"Ne kadar."
"Altı lira."
"Teşekkür ederim."
Simitleri alıp mekânımıza doğru ilerledim. Kızlar orada bana bakıp el sallıyorlardı. Onların yanına gittim. Sinem elimdeki simit ve ayranları eline aldı.
"Ay ben çok acıkmıştım teşekkür ederim Suoşcuğum!"
"Afiyet olsun."
Ben gülerek cevap verdiğimde Sude konuşmaya başladı.
"Valla sen gelene kadar başımın etini yedi acıktım diye."
"E yeseydiniz bir şeyler."
"Sual gelmeden yemem diyor."
O an hepimizi küçük bir kahkaha sardı. Ben buna bir anlam verememiştim.
"Niye ben gelmeden olmaz?"
"Olmaz işte hepimiz nefes aldığımızda bile beraber alacağız."
"Abartma o kadar canım."
Sude haklıydı Sinem baya abartıyordu.
"Kızlar saat kaç?"
Benim sorduğum soruya Sude cevap verdi.
"06.52"
Yedi dakikamız kalmıştı, okula gitmek için kalktık ve okula vardık. Sıraya girdik, İstiklâl Marşını da okuduktan sonra sınıfa gittik. Dersimize Coğrafya hocası Gülten Hoca gitmişti. Coğrafya konusu bana çok terstir ve hiç de sevmem o dersi ama eğer o dersi anlasaydım severdim de. Hoca bir şeyler anlatıyor ben ise herzamanki gibi anlamıyordum.
" Evet çocuklar, Dünya'nın İklim Zenginliği - Bitki Örtüleri. Herkes sayfa 48'i açıyor ve beni dinliyor."
Hocaların emirli konuşması beni sinir ediyordu Gülten Hoca benim dersi dinlemediğimi çok iyi biliyordu ve unutmayın hocalar her şeyi anlarlar.
Gülten Hoca önce bana baktı sonra tahtaya dönüp bir soru yazdı tahtaya.
"Bitki coğrafyası konusunda araştırma yapan bir bilim adamı, araştırma için gittiği yörede kekik, lavanta, zeytin, zakkum ve defne gibi bitkilerin yaygın olduğunu gözlemiştir.
Bu yörede bitki örtüsü aşağıdakilerden hangisine uygundur?A) Çayır B) Bozkır C) Tundura
D) Savan E) Maki
Sual bu soruyu çözebilir misin?"
Hoca beni yakmıştı ben bu soruyu çözemezdim. Albert Einstein gelse çözemezdi bu soruyu zaten. Tamam sakin olmalıydım, atıcağım tutacağım. Yapmacık bir gülümsemeyle konuşmaya başladım. Bu arada da Sude ve Sinem korkuyla bana bakıyorlardı.
"Ben bu soruyu çözemeyeceğim? E yok artık hocam yani, bundan basit bir soru yokki dünyada! Çözerim ben bunu."
Soruyu bir kere gözden geçirdikten sonra büyük bir heyecanla cevap verdim.
"Şimdi hocam şıkları eleyerek gideceğim. Öncelikle A şıkkı değil. Çünkü çayırda bunlar ne arasın ya? İkinci de değil. Çünkü değil işte, üçüncü C şıkkı zaten değil. Çünkü yani kundura yazacaklarına, tundura yazmışlar bakın ya! D de değil savan ne ya? Yok tavan yazsalarmış daha iyi olurdu en azından bir anlamlı kelime görürdük. Tamam hocam cevap veriyorum...E maki bunun ne'si kaybolmuş ama olsun ya geriye bu kaldı yani. Onu da elersem bir şey kalmayacak."
Hocayı korkuyla bekliyordum bana anlamlı bir şekilde bakıyordu.
"Sual kırk yılda bir bir soruyu bildin ama onu da batırdın ya! Evet cevap D şıkkı. Iyi salladın aferin."
Hocadan bunu duymak çok güzeldi kızlar da gülerek bana bakıyordu ama ben gösterecektim onlara.