(Yazarın anlatımıyla)
Bir zamanlar geçmişte yaşayan bir kız varmış. Gözleri gibi adı da Ela'ymış. Annesi, babasının gözlerine aşık olmuş. Bu yüzden hayatı boyunca daima kızının ela gözlerine baktıkça babasını hatırlamak istiyormuş. Gözleri aşık olduğu adamınkine benziyor olsada diğer her özelliğini annesinden almış. Aşık olduğu adam ona her baktığında aşık olduğu kadını gördüğü için dünyalar onunmuş gibi hissediyormuş.
Yıllarca mutlu yaşamışlar. Ama hayatları hep gece başlayıp,güneşin ilk ışıklarıyla bitiveriyormuş. Bu yüzden yaşıtları onun hep bir vampir olduğunu düşünürlermiş. Aslında onlar gibi biriymiş. Sadece güneş ışıklarına maruz kalınca, kanser olur ve birdaha nefes alamazmış. Bu yüzden sadece geceleri hayatını yaşarmış. Aslında yaşıtları hep böyleymiş. Onun gibi geceleri de uyanık olur,film izlerler,gezerler,şarkı söylerler,yemek yerler... Kız bu yüzden pek üzülmezmiş. Nefes aldığına şükredermiş hep.
Bir gün, kız kedisiyle oynarken bir anda bir ses duymuş,zil çaldığını anlayıp kapıya koşmuş.Kapıda en sevdiği Nurcan ablası. Gözleri kıpkırmızı olmuş minicik Ela'ya acı içinde bakıyor. Ellerini tutmuş ve sakince onu üzmeden anlatmaya çalışmış. Ne yapsa da biliyormuş,üzülecek, ağlayacak ama anlatması gerekiyormuş. Ağlamaklı sesiyle 'Ela' diyebilmiş.Ela ortada kötü bür durum olduğunu sezmiş ve 'ne oldu...kötü...birşey mi oldu'. Ablası acı içinde kafasını sallamış. 'Annen...' o kadar çok nasıl söyleyeceğini bilmiyormuş ki. Kafasında milyonlarca cümle kurup,iptal ediyormuş. Her salisa başka bir şey söylemeye yeltenip vazgeçiyormuş. Ela annesine bir şey olduğunun farkındaymış.Hemen kalkmış. Koşmuş,tüm odalara bakmış, mutfağa gitmiş bakmış. Tek tek her yere,halının altına,televizyonun arkasına,koltuğun arkasına,dolapların içine,perdelerin arkasına. Belki oyun oynuyordur diye. Yıllarca güle güle oynadığı o oyundan o an nefret etmiş. Annesini görmek istiyor,onun kucağında ağlamak, ona sarılmak,kokusunu içine çekmek istiyormuş. Ne yapacağını bilememiş. Minik kız çocuğu ne ağlayabiliyor,ne sakin kalabiliyormuş. Sadece gözlerinin dolduğunu hissetmiş. Küçücük bir çocuk gözlerinin dolduğunu nasıl hisseder ki,o hissetmiş.Dolu gözlerle ablasına gidip ellerini minnacık ellerinin arasına almış ve 'Nereye saklandı...abla...söyle o kazanmış söyle...bu sefer pes ediyorum...Nerde ,nereye saklandı!?' bir cevap beklerken ablası hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Minik Ela'yı kollarının arasına alıp evden çıkmış. Annesinin mezarına gitmişler. Küçük kız saatlerce ayrılamamış. Yalvarmış ona hani gitmicektin diye. Toprağa vurmuş,'annemi geri ver,ben sana en sevdiğim oyuncaklarımı vericem söz veriyorum!' diyerek ağlamaya başlamış.'Hatta en sevdiğim kıyafetlerimi de veririm,annemi ver lütfen' diyebilmiş acı içinde.Babası gelmiş. Ve ona eğer istersen anneni eve götürelim demiş. Küçücük kız nasıl hayır diyebilirdi. Hemen evet demiş. Babası yanında getirdiği küçük kaba biraz toprak doldurmuş ve göstererek bak şimdi evdeyken bu topraklarla konuşursan annen seni duyabilir,görebilir demiş. Sana sarılır demiş. Hatta anneni süsleyebiliriz deyip mezarın üstündeki bir çiceği doldurduğu kaptaki toprağın içine dikmiş. Şimdi eskisi gibi çok güzel bir kadın oldu değil mi annen demiş. Ela ağlayan gözleriyle babasının gözyaşlarını silmiş. Elinden tutmuş ve 'evet çok güzel oldu. Benim annem her zaman güzel olmalı.O bizi göreceği için ağlamamalıyız. Bizi böyle görürse üzülür' deyivermiş. Birden gözyaşları içinden gülümsemiş ve arabaya doğru ilerlemiş.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yakındaki Uzak
RomanceUzansam değecek gibiyim ama uzansam dokunamayacağım kadar çok uzakta. Yan yanayız ama aramızda kilometreler var. Bedenlerimiz yakın,ruhlarımız uzak...