Bölüm 4

172 17 2
                                    

Kabus...

Hayatımda gördüğüm en berbat kabustu. Bir daha uyuyabilecekmiyim diye merak ediyorum açıkçası. Ve bu kadar korktuğumu da hiç hatırlamıyorum.

O gün uyandıktan sonra karşımda Asya, endişelenmiş bir şekilde bana bakıyordu. Sanırım benden daha çok korkmuştu. Gözlerinde korku mu daha fazla yoksa endişe mi anlayamadım. Biran ne yapacağını şaşırdı ama sonra "Sadece bir kabustu!"deyip bana sarıldı. "Korkma Ülkü! Ben senin yanındayım. Bak herşey yolunda" dedikten sonra kendini çekip, elleriyle omuzlarımı sıkıca tutarak "İyi misin ?" diye sordu. İyi miyim? İyi değilim tabiki ama kötü müyüm, onu da bilmiyorum. Böyle bir rüyadan sonra, ahh pardon kabustan sonra, nasıl iyi olunabilir ki ? Hastanede yatarken böyle kabuslar görmüyordum. Herhalde ilaçlar öyle bir etki ediyordu ki, kabus görmeme bile izin vermemişlerdi. Hemşireler seruma ilacı verdikten sonra 10 dakika kadar beklememe bile kalmadan uykuya dalıyordum ve ağrıların şiddetiyle uyanıyordum ancak. Ama burada, hemen ilk uyumamda bu kabusların beni karşılaması hiç de iyi olmadı.

Kabustan dolayı öfkelendim, daha doğrusu korkunca öfkelendiğim için bu öfkemi Asya' dan çıkarırım diye sustum. Asya, ben sustukça daha da meraklandı. Beni sarsmaya başladı. İyi olmamama rağmen, bakışlarımı Asya'ya çevirip "Ee..İyiyim..İyiyim ben" diyebildim kekeleyerek. "Emin misin? Tuba teyzeyi çağırmamı ister misin?" diye sordu. Asya gerçektende çok korkmuştu. Ama daha fazla dayanamadım. Zaten o kadar çok terlemistim ki sanki yağmurda kalmışım gibi sırılsıklamdı üstümdekiler. "Hayır, istemiyorum" dedim. Hemen yorganı uzerimden çekerek, Asya' ya bakmadan, banyoya yöneldim. Napayım kurtulmam gerekiyordu ve onun kalbini en az şekilde kırmam. En iyisi bu diye düşünerken soyunmaya başladım. Kabine girdikten sonra ilk önce sıcak suyu açtım ama sonra vazgeçtim ve soğuk suyu açtım. Kâbustan sonra kendime gelmem gerekiyordu. Ama o kadar soğuğu da bünyemin kaldıramayacağını düşündüğüm için sıcak suyla biraz karıştırdım. Kasım ayında olmamıza rağmen ılık suyun altına girmemle üzerimdeki korku da her saniyesinde gitti sanki. Duşumu aldıktan ve bir süre suyun altında kaldıktan sonra havluya sarınıp çıktım.

Odama girdiğimde Asya yatağımın köşesinde oturmuş, düşünceli bir şekilde yere bakıyordu. Beni gördüğünde dolu dolu olan gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Her zaman beraber olduğumuz için birbirimizden çekinmiyorduk. O yüzden bende üstümü giyinmeye başladım. Ben ki Asya' nın ağlamasını görücem ve hiçbirşey yapmıycam,olacak iş değil cidden. Ama şimdi hiçbirşey yapmıyorum, onunlada kalmayıp görmezden geliyorum. Cidden çok değiştim. Aslında "Ben değişmedim zaman beni değiştirdi" klişesi varya, malesef o bana da vurdu. Ailemin ölümünden bu güne kadarki kısımda ben, kesinlikle eski Ülkü değilim.

Giydikten sonra yatağımın karşısındaki koltuğa geçip oturdum. Bacaklarımı kendime çekip, kollarımı birleştirerek öylece duvarı izledim. Bir süre geçtikten sonra Asya artık dayanamadı tâbi. "Bana anlatmayacakmısın?" dedi. Ne dediğini anlamadığımdan ve ne söyleyecegimi bilmediğimden, ruhsuz bir şekilde oturmaya devam ettim. "Ülkü beni duyuyor musun?" dediğinde hem konuşup hem de ağlıyordu. Kafamı ona çevirdim. Gözlerinin içine baktım. Herkesin gözlerinin en derinine bakmaya çalışırım. Çünkü birara hiçkimsenin utançtan, gözlerine 5 saniyeden fazla bakamazdım. Ama babamla kavga edişlerimizin hepsinde ondan korktuğumu anlamasın diye gözlerimi gözlerinden ayırmazdım. Bu huyumu artık herkesde sergilemeye başlayınca, bazen insanların neler hissettigini anlayabiliyorum. Uykusuzluğu,mutluluğu, kederi, öfkeyi, nefreti gözlerde görebiliyorum ve bu, gitgide hoşuma gitmeye başlamıştı. O an onların neler hissettiğini öğrenmek, sanki seni onlardan bir adım öndeymişsin gibi hissettiriyordu. Babamın bana ne zaman vuracağını kestirirdim mesela. Ve bu his beni, sanki yenilmezmişim gibi hissettiriyordu. Ama tabikide babama karşı bu yenilmezliğim pek de işe yaramadı ya neyse.

Asya bir süre daha bekledikten sonra tekrar konuşmaya başladı. "Ülkü olanların ne kadar kötü olduğunun bende farkındayım. Ama benimle konuşmalısın. Tamam güçlüsün, biliyorum ama bu kadar ağır bir yükün altından tek başına kalkamazsın. Lütfen, yanında olmama izin ver!". Off ne diyordu bu Asya? Ne yapacağım şimdi? Aniden beliren bu öfkeyle, onun kalbini kırmadan nasıl işin içinden çıkıcam? Yeter artık gerçekten de çok uğraştım ama buraya kadarmış sabrım. En yakın arkadaşım olarak elbette benim yanımda olmak istemesi gerekirdi, böyle bir durumda ben onun yerinde olsam onun gibi yapardım ancak onun yas tutmasına izin verirdim. Evet belki bu konuşmaları yapardım ama yasını bitirdiğini düşündügüm an konuşurdum. Ama Asya ben daha ailemin mezarına gidip de dua bile etmemişken, bana bunları söylemesi gerçekten de öfkemi ikiye katladı. Gözüm döndü resmen, kendime engel olmaya çalıştım ama öfke beni kontrolden çıkarmıştı. Beynimden gelen sinyallere aldırmıyordum bile. "Ne saçmalıyorsun sen Asya?" diye çıkıştım. Sesim o kadar sert ve ruhsuz çıkmıştı ki ben bile tanıyamadım. Asya, bu ani çıkışımdan şok olmuş bir vaziyette konuşmaya başladı. " Ben sadece.." diyerek söze başladı ama konuşmasına izin vermeden devam ettim. " Sen sadece ne Asya ha ne?! Ne zannediyorsun? Bu kadar kolay mı sence? Farkında mısın bilmiyorum ama ben daha ailemin yasını bile tutmadım. Sana neyi açıklayayım? Ben bile şuan neler hissettiğimi anlamıyorken sana nasıl anlatayım? Tabi senin başına böyle birşey gelmediği için anlaman imkansız, değil mi?" dediğim an Asya artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ama ben onun gözlerinden tek bir saniye dahi çekmedim gözlerimi. Bunun bana verdiği acı gerçekten de zulümdü ama bunu yapmalıyım. Her ne kadar pişman olsam da Asya'yı, tek Asya değil, sevdiğim herkesi kendimden uzaklaştırmalıyım çünkü kimse benim neler hissettiğimi anlamadan, daha doğrusu ben anlamadan, sevdiklerimin kalbini kırmadan onları kendimden uzaklaştırmak en iyisi. Hem onlar için hem de benim için.

Asya orda oturmuş ağlıyorken, ayağa kalktım. Başında dikildim. Kolundan tuttum ve onu da ayağa kaldırdım. Odamdan çıkarıp doğruca kapıya yöneldim. Asya hem ağlamaya devam ediyor hem de benim ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Aslında bende ne yaptığımı bir anlayabilsem çok iyi olurdu açıkçası. Teyzem salonda oturmuş televizyon izlerken benim odamdan Asya'yla birlikte böyle çıkmam, onu aniden yerinden kaldırdı ve ne olduğunu anlamadan bize yöneldi. Ben de kapının önünde durdum ve elimi birden çekmemle Asya'nın dengesi bozuldu ama düşmeden toparladı. Kolunu sıvazladı. Sanırım baya canını acıtmıştım. İçim parçalandı ama öfkem dinmedi. "Yeter artık tamam mı? Senin desteğini falan istemiyorum. Yanımda olmanı istemiyorum. Kimsenin olmasını istemiyorum" teyzeme de dönüp " Bana acımanızı istemiyorum. Anlıyor musunuz beni?" dediğimde teyzem de Asya da şok olmuştu. Hızla kendi odama geri dönerken kapımı kapattım ve yaslanıp ağlayarak çöktüm. En yakın arkadaşımın kılına bile zarar verilmesine izin vermezken onu şimdi ben mahvettim. Herşey bu kadar zor mu olmak zorunda ki? Herşey canımı bu kadar çok mu yakmak zorunda? Niye bu gerçek bu kadar ağır?

Gözlerimde tek gözyaşı dahi kalmadan ağladım. Bir saat gibi bir zaman geçtikten sonra teyzem kapıyı tıkladı. Hiçbirşey söylemedim. O da zorlamadı. Yatağıma geçerken heryerim ağrıyordu. Ayağıma yük gelince birden topalladım ama şuan bunu umursamayacak kadar kötüydüm.

Gördüğüm kabustan dolayı uyumaya korktuğum için gözlerimi açık tuttum ama kendiliğinden kapanıyordu. Bir süre daha dayanmaya çalıştım. Saate baktığımda 3'ü geçiyordu. Güneşin doğmasına az kalmıştı. Ve ben çoktan uyumayacağıma karar vermiştim.

Odamdan çıkıp mutfağa yöneldim. Bir bardak su alarak salonda televizyonu açıp oturdum. Teyzem uyanmasın diye sesini kıstım. Güneş doğmaya başlamıştı. Ve bir telefon titremesi ile irkildim. Ama nerede olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Etrafı aradım ama ilk önce bulamadım. Tam arayan kişi kapatmışken ben telefonu buldum. Bu telefon benimkiydi. Kazada kaybolduğunu zannediyordum ama sapasağlam duruyordu. Telefonu açıp bu saatte arayanın kim olduğuna baktığımda ekranda Yener ismini görünce birden kalbim hızla atmaya başladı. Diğer cevapsız aramalara bakınca 90'dan fazla cevapsız aramanın Yener'e ait olduğunu gördüm. Kim bilir benim içi ne kadar endişelenmişti. Ona bunu yapmaya hakkım yoktu. Hayatını altüst edemezdim. Benim bir yolum yoktu artık ama o, yolundan sapmadan devam etmeliydi. Bu yüzden mesaj bölümüne girip "Benim Ülkü. Telefonu yeni buldum. Yarın saat 1 de herzaman bulustugumuz yere gel. Konuşalım olur mu?" yazdıktan bir süre sonra "Orada olucam" diye mesaj gelince yarın için hiçte hazır değildim ama kaçamazdim. Hicbirzaman hiçbirşeyden kaçmadım şimdi de kaçmayacağım..

~ Bu bölüm pek içime sinmedi ama umarım beğenirsiniz. Buarada yeni yılınız kutlu olsun. Sağlık, mutluluk, neşe hep bizimle olsun. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. Şimdiden çok teşekkürler :')

SON BİR KEZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin