-Hikaye 30 Ekim 2006'dan başlıyor ama teknolojiyi bugünlerde gibi hayal edin mümkünse jfjfhjdksmfm- (Bu arada Oceane, oo-şay-nii diye okunuyor.)
Siyah cübbeli birinin, evinin karanlık holünde koşarak kaçtığını görünce Oceane, önce çıktığı odaya adımladı. Yerde yüzüstü yatan kişinin yüzü görünmüyordu, ama Oceane onu kıyafetlerinden tanıdı. Cübbeli kişinin peşinden koştu. Siyahlı, karanlık holden parlak beyaz ışıklı kapıya doğru koşuyordu, Oceane koştukça ondan daha fazla uzaklaşıyor gibiydi.
"Oceane..."
Daha hızlı koşmaya çalıştıkça siyahlı daha fazla uzakta kalıyordu.
"Oceane."
Oceane kendisine seslenen sesi umursamadan siyah cübbelinin üstüne atıldı. Şapkasını açtığı sırada-
"OCEANE!"
"NE VAR BE!?"
Oceane karşısında ilkokuldan beri arkadaşı olan Galilei ikizlerini görünce nerede olduğunu anlamdıramadı. En son hatırladığı, gece yatağa yattığıydı.
"3 derstir uyuyorsun kızım. Kendine gel artık."
Oceane, Galilea'nın sesini duyunca önceden kendisine seslenen Galileo'dan gözünü ona çevirdi. Kızın yüzünde kızgın bir ifade vardı.
"Ben ne zaman buraya geldim? En son gece bilgisayardan dizi izliyordum."
Galileo sırıtarak kendisini yanıtladı, "Sabah neden okula ruh gibi geldiğin belli oldu."
Galileo ve Galilea Galilei, ünlü bilim adamı Galileo Galilei'nin soyundan geliyordu. İkizlerin büyük babaları yıllar önce İtalya'dan Fransa'ya göç etmişti, bu sebeple Fransız-İtalyan meleziydiler. Ayrıca Oceane'nin en yakın arkadaşlarıydı ve onunla her zaman birlikte olurlardı.
"Okula bok gibi gelmişim anlaşılan, argh!"
Oceane, okul tuvaletlerinin aynasına koştu. Saçları karışmış, gözlerinin altında torba oluşmuştu. Kıyafetleri ise evde giydiği Adidas eşofmanlarının ta kendisiydi.
"Okyanusum, yine mi anime izledin?"
Oceane, yanına gelen Galilea'ya baktı.
"Bir bölüm izleyince bir daha izleyesim geliyor, kendimi durduramıyorum Lea."
"Ah demek sorunlu kızımız da buradaymış, yine kafayı mı sıyırdın? Bir dakika, kafayı zaten sıyırmışsın!"
Oceane, gelen sesle arkasını döndü. Üvey kardeşi Fleur Mauriat, ona her zamanki alaycı gülümseyişiyle yukarıdan bakıyordu. Kibiri asla düşmezdi, nasıl olsa babasının gerçek kızıydı. Aslında Oceane bunu pek kafasına takmıyordu, ne de olsa babasıyla arasında güçlü bir ilişki yoktu. Genelde gerçek ailesi ile yaşardı.
Hemen taştan maskesini büründü. Gerçek kişiliğinin yabancılar tarafından görülmesini asla istemezdi.
"Ne var Fleur? Yine ne istiyorsun?"
"Bana adımla hitap etmemelisin tatlım. Ne de olsa senin 'Senpai'nim, değil mi?"
Fleur sinsi bir gülüşle ona baktı. O, Oceane'den bir yaş fazlaysa ne olmuştu? Kibirli kız, yanındaki kıza 'gidelim' işareti yaptı. Oceane, o kızı tanıyordu. Adele Bourgeois. Babası en ünlü fabrikatörlerden biriydi. Oceane, her ne kadar O, Fleur'un arkadaşı olsa da Adele'i severdi, iyi kızdı.
Oceane, onlar gider gitmez sinirden kudurdu, zira Fleur'dan fazlasıyla nefret ederdi. Babasının hep kendisiyle olmasından nispet yapar, Oceane'yi delirtirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
monophobia
Mystery / ThrillerOldukça sıradışı bir gizemi araştırıp çözen, sonrada yazıya döken Océane Mauriat aslında çok büyük bir cinayet zincirinin içinde olduğunu anlayamaz.