Jules gülümseyerek yeni doğan bebeğe baktı. Birkaç aydır ağabey ünvanını almak için bekliyordu, artık almıştı işte. Ama annesi Laurance'in canını sıkan bir sorun vardı. Paul. Kızının doğumuna gelmemişti. Hemşireler olmasaydı Laurance iki çocukla ne yapacağını düşünemiyordu. Ayrıca Paul'ü asla affetmeyecekti.
Laurence kızının küçük siyah saçlarına ve mavi gözlerine sevgiyle baktı. Her haliyle onu hatırlatıyordu. Jules ise daha çok kendisinin siyah saçlı versiyonuydu. Hatırlıyordu ya, Jules doğduğunda Paul kendisiyle daha fazla vakit geçiriyordu. Argh, onu düşünmemeliydi, yine kendisini hayal kırıklığına uğratacaktı eninde sonunda.
"Anneciğim, adını ne koyacağız?" Laurence, Jules'u önce anlamadı, çünkü düşünmekteydi. Sonradan ne dediğini anladı.
"Ah evet, adını koyamadık, ne de olsa 1 ay erken doğdu. Hem, adını sen vermek ister misin July?"
Jules düşündü.
"Aslında kocaman mavi gözleri var. Onun adını Oceane koyabiliriz. Lütfen, olur mu?"
Laurence, üzerindeki gerginliği atıp kıkırdadı. Aslında oğlunun garip bir isim bulacağından korkuyordu. Ama bu isim tam istediği gibiydi. Jules'ün yanağını hafifçe sıkıp yanıtladı.
"Olur tabii hayatım."
Laurence kucağındaki bebeği hastane beşiğine bırakıp dört yaşındaki oğluna sarıldı. Sarışın kadın Jules olmasa ne yapacağını düşündü bir an için. Sancısı geldiğinde, bir zamanlar uslu bir çocuk olarak ezberlediği acil ambulansı arayıp, gelene kadar bebek çantasını tamamen hazırlamıştı. Laurence daha bir ay olduğunu düşünüp tam doldurmamıştı çünkü.
Tam o sırada, odasının hastane koridoruna bakan penceresiz camından siyah cübbeli birini gördü Laurence. Siyahlı olan, kadının onu fark ettiğini anladığında oradan uzaklaştı.
Ama Laurence onu bir daha göreceğini bilmiyordu.
x x x
"...Kiremitlerin altında tekdüze yığını... Argh, yanlış yazdım!" Oceane stresle elindeki kalemi ısırıyordu. Sonra yanlış yazdığı yeri karalayıp yeniden yazmaya başladı.
"...Kiremitlerin tekdüze yığını altında sessizce ilerlerken, bazen bir polisin belirgin şekilde kaldırımları ezerken çıkardığı topuk sesi ya da sağda solda mütemadiyen duyulan sarhoş melodileri gecenin sessizliğini bozuyordu. Bir bulutun peşine takılmış adeta sürüklener- uf, silgim nerede? MASON SİLGİMİN ÜSTÜNE YÜZ ÇİZMEYİ ARTIK BIRAK!"
Mason ürkekçe silgiyi yerine koydu. Andre ise boş olan dersin başından beri önündeki ikiliyi izliyordu.
"Tamam, son kez deneyeceğim. Sesli okuyacağım, iyi dinleyin."
Andre kulak kesildi.
"...Kiremitlerin tekdüze yığını altında sessizce ilerlerken, bazen bir polisin belirgin şekilde kaldırımları ezerken çıkardığı topuk sesi ya da sağda solda mütemadiyen duyulan sarhoş melodileri gecenin sessizliğini bozuyordu. Bir bulutun peşine takılmış gibi adeta sürüklenerek akan gökyüzü, sanki hemen arkalarından bize gülümsemek isteyen yıldızların neşeni örtmek ister gibi telaşlıydı...**"
Andre şaşırdı. Oceane'nin bu kadar kendini geliştirmiş bir yazar olduğuna inanamıyordu. Mason bir ıslık çaldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
monophobia
Mystery / ThrillerOldukça sıradışı bir gizemi araştırıp çözen, sonrada yazıya döken Océane Mauriat aslında çok büyük bir cinayet zincirinin içinde olduğunu anlayamaz.