Başlamadan önce medyada bulunan tanıtımı izleyebilirsiniz. İyi okumalar!
Juárez yine güneşin altında kavruluyordu. Yaz aylarında sürekli olan bir şeydi. İnsanlar alışmışlardı. Sadece sıcak hava yüzünden işlerine ara veremezlerdi, Jasiel ve oğlu gibi.
Tüm havalandırmalar açık olmasına rağmen, makinelerin ısısı da eklenince içerisi hala sıcaktı. Çok fazla insan yoktu etrafta. Üretimin alanındakilerin çoğu da koruma görevini yapmak için orada bulunuyordu. Eğer bir kartel üyesiyseniz korumanız olmalıydı. Yoksa düşman her yerdedir ve ölümünüzü hazırlamış olursunuz.
Meksika tehlikeli bir ülkeydi. Dışarıdan gelen vatandaşların girişi bile neredeyse imkansıza yakındır. Neden mi? Çünkü kaçırılabilir ve öldürülebilirsiniz. Polisler işlerini ne kadar yapmaya çalışsalarda bu böyledir. Küçüklü, büyüklü birçok kartele ev sahipliği yapan ülkede, hepsini yok etmek mümkün mü? Eğer böyle bir ihtimal olmuş olsaydı, en başından yok edilirlerdi.
Jasiel'de en büyük kartellerin birinin başındaki kişiydi. Güçlüydü. Ailesi sanki geleceği görmüşlerdi ve ona göre bir isim vermişlerdi. İsmi bile 'tanrının gücü' anlamına geliyordu. Kötü işler yapsa bile Tanrı'ya inancı tamdı. Her hafta en az bir kere kiliseye giderdi. Dua eder ve dileklerinin gerçek olmasını beklerdi. Her seferinde daha da güçlendiğini hissederdi, Tanrı ona güç veriyormuş gibi.
Bu güç ile ilerlemişti. Meksika onun için küçük kalıyordu. Asya kıtasına kadar işini büyütmeyi başarmıştı. Orası onun için hem iş, hemde aşk barındırıyordu. Seyahatı sıradında uğradığı Kore'de birine aşık olmuştu. Şanslıydı ki karşılıksız değildi. Tüm kötülüklerine rağmen kabul edilmişti. Daha sonra Tanrı'da onların birlikteliklerini kabul ettiğine dair bir hediye göndermişti. Küçük bir çocuktu. İsmini Jonathan koymuşlardı. Onlara Tanrı'nın bir hediyesiydi ve tam anlamını ifade ediyordu.
Küçük çocuğun annesi ise ona bir isim daha eklemişti. Çince karakterlerine göre o ismininde bir anlamı vardı. 'Kral' ve 'güç' anlamlarına geliyordu.
Jonathan Jeno büyüdüğünde, babası gibi ismine uygun biri olmuştu. Elinde bulunan güç ile yönetmekte çok iyiydi. Diğerlerine korku salıyordu. Ayrıca insanlar ona özeniyorlardı. Bu kadar işin arasında kendi hayatıyla da ilgileniyordu. Babasıyla birlikte gittikleri kiliseden tek ayrılırdı hep. Oradan tiyatroya giderdi. Sakin bir yere oturur ve tüm dünyadan uzaklaşarak oyuna odaklanırdı. Sanat onun kurtuluşuydu, tüm stresten ve zorluklardan.
Gün içerisinde genelde tiz sesler duyardı, makinelerden ya da silahlardan gelen sesler gibi. Tiyatroda ise sadece birkaç insan sesi ve bazen hafif bir müzik duyulurdu. İnsan seslerini hep duyuyordu ama hepsi artık ona aynı tonda geliyordu. Kaba ve itici.
Yine kiliseden sonra, sergilenecek oyuna yetişmişti. Ön sırada köşede bulunan sandalye boştu. Onun için ayrıldığını biliyordu. Sürekli olarak gelen kişiye ufak ayrıcalıklar sağlanabiliyordu.
Yavaşça adımlıyordu oturacağı yere doğru. Çünkü Juárez tiyatrosu her santiminde sanat bulunduruyordu. İhtişamlıydı. İzlenmeye değerdi. Görüntüye alışkın olsanız bile, her baktığınızda farklı bir ayrıntı göze çarpabiliyordu. Bu onu diğer tiyatrolardan ayıran en büyük özelliklerden biriydi. Diğeriyse, böyle tehlikeli bir yerde hala güzelliğini koruyabilmesiydi.
Sandalyesine oturduğunda bazı ışıklar sönmüştü. Sahneyi aydınlatan ve çok karanlık olmasını önleyen birkaç ışık açıktı sadece. Onlarda duvarlarda bulunan desenleri kusursuz şekilde göstermeye devam ediyordu. Sahnede sergilenecek bir oyun olmasa bile, oturup izlenilecek türdendi. Ama bir oyun vardı ve başlamıştı bile.
Yüzler hep tanıdık olurdu. Bu sefer aralarında yeni birinin olduğunu hemen fark etmişti. Meksikalı biri olmadığı da ortadaydı. Onun gözlerini, kendi gözlerine benzetmişti. Biraz çekikti. Asya taraflarından olduğu anlaşılıyordu. Ya da kendisi gibi olabileceğini düşünmüştü. Melez biri olabilirdi. Çok fazla takılmadı bu konuya. Sadece büründükleri rollere odaklandı.
Shakespeare'ın yazdığı Romeo ve Juliet sergileniyordu. En baştan başlamamışlardı. Özel olarak seçilen bazı kısımlar sahnelenecekti ve o farklı yüz Romeo rolündeydi.
Herkes hata yapmadan ilerlerken, Jeno'nun dikkatini bir kısım çekmişti.
"Romeo;
Gözlerimin sarsılmaz inancı,
Kanarsa böyle bir yalana, ateş olsun gözyaşlarım
Ve yaşlar içinde çoğu kez boğulup da ölemeyen bu gözler,
Yakılsın günahkar gibi cehennem ateşinde.""Yakılsın günahkar gibi cehennem ateşinde." Kendi kendine fısıldayarak tekrar etmişti bu sözü. O sırada sözü söyleyen kişi ile gözleri ortak bir noktada buluşmuştu. İkiside birbirinin gözbebeklerinde takılı kalmıştı. Sahnede olan beden hata yapmak üzereyken kendine gelmiş ve gözlerini ayırmasıyla son bulmuştu. Bu sadece kısa bir sondu. Her sonun bir başlangıcı olabilirdi, her sonun tekrarı olmayacağı gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sen burada bir yabancısın || nomin
FanfictionJonathan Jeno, Meksika'nın en büyük kartellerinden birinin yöneticisinin oğluydu. neocity fest için yazılmıştır.