Burası Sisli Meşe Köyü. İnsanları sakin ve sıradan bir hayata sahip, gençleri ise ün ve zenginlik peşinde, denizciliğe biraz fazla meraklı hazine tutkunlarıydı. Dumanı tüten evler ve hayalleri yıkılmış yaşlıların aksine burasını güzelleştiren asıl detay gençlerin macera hevesi ve eğer canlı dönebilirseler denizin ötesinden getirdikleri hikayelerdi. O gün diğer günlerden farklı değildi. Köyün az biraz ötesindeki Karakış limanına yeni gemiler geliyor, sakalı ağarmaya yüz tutmuş denizciler yakaladıkları balıkların ne kadar büyük olduğuyla övünüyor ve denizin ötesinden çeşitli hikayeler anlatıyorlardı. Bu denizciler genellikle yolda mürettebatının bir kısmını kaybettikleri için buradaki hayalperest gençleri bir nevi kandırarak maceralarına dahil ediyolardı. Gemilerin limana yanaştığı gün genellikle bir panayır havasında geçerken en büyük meziyetleri çene çalmak olan bu denizciler bir güzel balıklarını satıyorlar ve akşamları adeta çektikleri zorlukların acısını çıkarırcasına Buz Köpüğü Hanı'nda yiyip içip küfrediyorlardı. Elbette bu kadar karmaşanın en güzel yanı gecenin ilerleyen saatlerinde kafalar güzelken anlatılan hikayelerdi. Bu biraz fazla hayal içeren hikayeleri genelde gençler sevdiği için yaşı biraz daha olgunluğa erişmiş aklı başında yetişkinler yarı uykulu gözlerle hanı terkediyorlardı. Herkes biliyordu ki Gemici Ulrich bu konuda üstat sayılırdı. Konuya devasa balıklarla giren bu kurnaz ihtiyar şöyle devam ediyordu. -Ben çok fazla yer gezdim. Denizin dibindeki kocaman canavarlarla savaştım ama en çok korktuğum deniz halkıdır. O halk bizden çok daha vahşi ve saldırgan bir halktır. Ellerinde inci gibi parlayan pürüzsüz kılıçlarla bölgelerine gelen gemileri batırıp denizcileri suyun dibine çekerler. Hele bu deniz halkının kızları vardır ki... Ulrich gençlerin aptalca ve heyecanlı bakışlarını farketmiş ki sözü tam heyecanlı yerinde keserek boşalmış bardağını gösteriyordu. Gençlerden biri koşarak bardağı doldurdu. Ulrich sırıtarak söze girdi. -Bu deniz kızlarını öpen kişi ölümü bile yenebilir. Eğer bir öpücük alırsanız... Uzaktan bir ses geldi. -Sahtekâr herif sen de! Bu gemici Magnustu. İnsanlar onu pek fazla sevmezlerdi çünkü genelde birşey anlatmayan soğuk bir tipti. Nitekim bu soğukluk onun ağzından çıkan her sözü daha bir gerçekçi kılıyordu. -Deniz kızları bile ölümü yenemezler. Ölümü yenen tek şey denizin dibinde gömülü. Ben de onu bulacağım. Gençler Ulrich'in masasından kalkıp Magnus'un masasına oturdu. Bu sefer nefessiz bir şekilde onun yüzüne bakıyorlar ve söyleyeceği şeyi gözlerini açmış bir şekilde bekliyorlardı. Magnus anlatacaklarını mümkün olduğunca sade ve net bir şekilde aklında oluşturdu ve kendinden emin bir şekilde anlatmaya başladı. -Beni az biraz tanıyorsunuzdur. Gençler birbirine baktı ve hafiften onay verir gibi başlarını salladılar. -Ben asla sizi kandırmam, hikayeler anlatmam. Eski dostum Tahta Bacak Neil bana yaşlı bir çingeden karabüyüyle ölümsüz olan bir hortlağın yerinin denizin altındaki batık bir gemide olduğunu ve tam olarak bu batık geminin haritasının kendisinde olduğunu söyledi. Gençlerden biri daha fazla dayanamadı ve söze girdi. -Bunlar da deniz kızı hikayelerinden farklı değil, hem bu hortlak bizi nasıl ölümsüz yapacak ki? Magnus gözlerini gence dikti ve şöyle dedi. -Adın ne evlat?
+Jonathan, efendim.
-Bak Jonathan, eğer sana kanıtlarsam benim mürettebâtıma katılır mısın?
+Evet!
Magnus ceplerini yokladı ve masaya ölü bir fare, içi kan dolu cam şişe ve kesik bir parmak çıkardı. Parmağı sıkı sıkı bağlamıştı. Parmağı Jonathana attı. Jonathana "İpleri sök evlat" dedi. Jonathan ipleri söktüğünde gözlerine inanamadı. Parmak hareket ediyordu. Dahası da vardı. Magnus fareye içi kan dolu şişeden bir parça döktü. Fare bir iki titremeden sonra ayağa kalktı. Herkes şok içindeydi. Magnus söze girdi. -Umarım seni ikna edebilmişimdir. Ben gidiyorum, biraz uykum geldi, gemimde kestiriyor olacağım. Sen de eğer bir ailen varsa onlara vedâ et, yarın yola çıkıyoruz ve bu arada diğer delikanlılar da isterse bana katılabilirler. Magnus eşyalarını topladı ve kendi kendine garip birşeyler mırıldanarak kapıdan çıktı.
O gece Jonathan'ın gözüne uyku girmedi. Neredeyse bütün gece tavanı seyredip yeneceği tek düşmanının hayalini kurdu. Bu düşman kuşkusuz ölümdü. Babasının ölümü ardından evin erkeği olan Jonathan bir tür ikileme düşmüştü. Annesine kim bakacaktı, cebinde hiç parası yoktu. Bunları düşünürken sonunda yorgunluğuna yenik düşüp uykuya daldı. Ertesi gün kapının vurulma sesiyle irkilen Jonathan yerinden fırladı. Kapıdaki kişi Magnustu. -Hazır mısın? +Fazla bir şeyim yok zaten ama sizinle gelemem efendim. -Nedenmiş o?
+Annem hasta ve yaşlı bir kadın, bensiz idare edemez de ondan. -Annen pazar meydanına inip kendine balık alabilecek durumda mı? +Evet, sanırım. Magnus cebinden bir kese altın çıkararak Jonathan'a verdi. -Burası küçük bir yer ve insanları da iyi kalplidir. Bu para anneni biz dönene kadar idare eder. Sen benimle geliyorsun çünkü söz verdin yani seçme şansın yok. O sırada kapıya yavaş adımlarla Jonathan'ın annesi geldi ve söze girdi. -Oğlum, konuşmalarınıza kulak misafiri oldum. Sen genç, hevesli ve hırslı bir çocuksun. Bu da çoğunlukla ölüme sebep olur. Jonathan konuşmaya çalışır ama annesi onun sözünü keserek. -Eğer gitmek istiyorsan seni tutmayacağım lâkin erken gelmen şartıyla. +Söz veriyorum anne! -Tamam öyleyse, ne duruyorsun. Jonathan hızlı adımlarla yukarı çıkar ve geceden hazırladığı üç beş eşyayı da yanına alarak Magnus'a katılır. Magnus hızlı adımlarla ilerlerken yaşlı bir adamın bu kadar atik olmasına şaşıran Jonathan ona ayak uydurmaya çalışır. Gemi limandadır. Çok ihtişamlı görünmeyen bu gemi üzerine yapışmış midyeleri ve rutubetli görünümüyle sanki macera için yaratılmışa benziyordu. Jonathan Magnus'un peşinden gemiye bindiğinde gördüğü tek şey bir kaç yaşlı adam ve dünkü hikâyeden etkilenen iki tane arkadaşıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Become Lich (Lich Olmak)
AdventureBurası Sisli Meşe Köyü! Buradaki herkes ünlü bir korsan olmanın hayalini kurar. Jonathan'ın tek amacı ise ölümü yenmektir. Bir gün köye Magnus adında bir kaptan gelir ve bu hayalini gerçekleştirebileceğini söyler.