(Jongdae)
(1 ay sonra)
Son yarım saattir aralıksız gülüyordum. Etraftakiler kesinlikle deli olduğumu düşünüyordu.
"Sana gülme demiştim. İnsanlar sana bakıyor."
Kafedeki küçük masalarda yer kalmadığı için, beni geçici olarak büyük masalardan birine almışlardı. Joonmyeon, masaya yüz üstü uzanmış bana bakıyordu. Gülmekten kahvemi bile içemeden soğutmuştum.
"İnsanlar seni görmüyor diye masaya çıkmak zorunda mısın?"
"Hiç de fena olmadı hm? Güzel gülümsemeni görebildim."
Yanaklarımın kızardığına emindim. Dünyaya hapsolmuş cezalı bir ruhla randevuya çıkmak tamamen benim hatamdı. Hem insanlara rezil oluyor, hem de durduk yere kendimi ele veriyordum.
"Bu akşam evine gelmemi ister misin?"
"Sevdiğin programın bu akşam olduğunu biliyorum. Numara yapmana gerek yok."
"Aynı zamanda Lee Minho'nun dizisi de bu akşam."
"Neredeyse benim için geldiğini sanacaktım."
Dil çıkarıp yattığı yerde doğruldu ve masanın üzerinde bağdaş kurdu. O eğlenirken ben de kahvemi hızla bitirdim. Daha sonra oradan ayrıldık.
Bir süre insanların peşinde koşturup kalplerindeki hisleri değiştirdi. Ben de onun peşinden gidiyordum. İzin günüm olduğu için, tamamını onunla geçirecektim.
"Artık evine gidelim mi?"
"Tamam, programın başlamadan yetişelim."
"Hadi ama Dae, oraya senin için gelmek istiyorum."
Saatler sonra birlikte televizyon seyrederken aniden gözlerime baktı. İnsanlara dokunabildiğini biliyordum. İnsanlar onun dokunuşlarını hissetmiyordu, ama o dokunabiliyordu.
Gözleri, artık gözlerimde değildi. Yavaş yavaş dudaklarıma yaklaştı ve aniden dudaklarımızı birleştirdi. O gözlerini kapatmış tutkulu bir öpücük beklerken, gözlerim iki katı açılmıştı. Dudaklarını hissediyordum.
Dahası vardı. Aniden zihnime dolan tonlarca şeyin arasında bir cümle yankılanıyordu. Yalnızca o cümleyi duyuyordum.
"Sen benim lotus çiçeğimsin."
Yaşlar gözümden süzülürken geri çekilip gözlerime baktı. O da ağlıyordu. Bu, onun da hatırladığı anlamına mı geliyordu?