🌠
Mina cam kenarına, Mark da soluma geçmişti. Soluma.
Hyunjin de ön tarafa koridor tarafındaydı. Kimse tek kelime etmemişti. Olağan bir şekilde gelmişlerdi. Olağan bir şekilde yerlerine oturmuşlardı ve zaten buraya hep birlikte gelmişiz gibi konuşmadan duruyorlardı.
Mark bunu bana acıdığı için mi yapmıştı?
Mina ve Hyunjin'e de her şeyi anlatmış da onlar da bana acımış mıydı?
Ama ben kendime acırken böyle ezik hissettirmiyordu. Bir başkası, arkadaşlarım bana acıyınca bu daha ötelenmiş hissettirmişti. Yetim kalmakla eş değerdi ve ben çoktan tatmıştım bu hissi.
Göz ucuyla Mark'a baktım. İkimiz de kafalarımızın içinde göz gözeydik sanki. Ben ona göz ucuyla bakarken kasları katılmış da donakalmış gibi milim kımıldamamıştı. Ellerini birbirine kenetlemişti. O gün belimi kendisine çekmiş olan tanıdık elleri birbirine bağlıydı. Öyle bırakılmıştı.
Tırnak kenarları kemirilmiş parmakları birbirinden ayrılınca gözlerimi irkilip kaçırdım. Kafasını bana çevirdiğini hissettim. "Lavaboya gel." Fısıldadı. Neredeyse duyamayacaktım ancak ona o kadar odaklanmıştım ki, nefes seslerini ezberlemiştim.
Boğazım kurudu. Bir kelime dahi etmeme kalmadan yerimden kalkıp koridorda ilerlemeye başladı. Arkasından onu izlerken, neden kimsenin konuşmadığını anlamaya çalışıyordum. Hyunjin ön koltukta oturuyordu. Mina kulaklıklarını takmış, camdan dışarıdaki gecenin maviliğini izliyordu. Ben de Mark'ı.
Yerimden kalkıp çantamı koltuğuma bırakarak titrek adımlarımla ve enerjisi uçup gitmiş olan cılız bacaklarımla koridoru arşınladım; büyük bir korku kalbimde büyüyüp giderken. Saç diplerim terlemişti, hissedebiliyordum. Uyuşmuştu parmak uçlarım henüz onunla tekrar göz göze gelmeden.
Lavabonun meşgul yazan yazısına göz atıp iki kere kapıyı tıklattıktan sonra yazı müsaite döndü ve kapı açıldı. Içeri bir adım atınca arkamdan kapıyı kapattığı an küçücük tuvalette karşı karşıya kaldık.
Nihayet gözlerime baktı. Siyah saçlarının arasından parlak siyah gözlerini bana çevirince yine o küçük oğlan çocuğunu gördüm. Sokakta koşuşturup duran küçük çocuk yeniden filizlendi aklımda, her sahnesi baştan oynamaya başladı.
"Mark."
İsmine birkaç acımı sıkıştırıp yutkundum. Ne diyebilirdim ki şimdi? Ona isminden başka ne söylesem bana iyi gelirdi?
Bakışları bir anda değişti. Acı çeker gibi gözlerini sıkıca kapatıp açınca dudaklarım büküldü.
"Renee..." bana doğru uzanmadan hemen önce ismimi andı. Sanki bunu bekliyormuş gibi gözlerimde henüz kuruduğunu zannettiğim yaşlar, sağanak bir yağmura özenir gibi kendilerini bıraktılar.
Kolları belimi sarıp elleri beni kendine çekti ve alnını alnıma bastırıp acele bir hevesle dudakları benimkileri sahiplendi.
Tanrım, yalvarırım bu defakini bana acıdığı için yapmasın.
Kirpikleri benim göz kapaklarımı okşuyordu, burnu burnumun hemen yanına yerleşmişti nefesi beni öldürüyordu.
Ellerimi ensesine götürüp kollarımla boynunu sardım ve kendimi ona bıraktım.
Beni özlemiş gibi öptü. Beni sever gibi öptü. Kalbinde bir yerim varmış gibi öptü. Bir imkansızlık kendini nasıl bu kadar gerçekmiş gibi hissettirebilirdi?
Sıcak dudakları, çatlak dudaklarımı sarıp derin bir öpüşün şevhetine çağırdığı anlarda boğazımdaki düğüm, Mark'ın tanıdık kokusu oldu. Evde hissettim. Bir eve ait bile olabileceğimi düşünemezken bana evin sıcaklığını hissettirdi. Kolları duvarlarımdı. Kaburga kemiklerimi sardı. Beni kendine bağladı.
Dudakları şöminemdi. Bu kadar sıcakken nasıl üşürdüm ki? Bu gerçek olsaydı, asla ölümü düşünmezdim.
Sırtımı kapıya yasladığında kendime geldim. Dudakları benimkilerden ayrıldığı gibi yaşlarımın nemlendirdiği yanağıma bastırdı sertçe ardından da boynuma götürdü iyice harlanan şöminenin ateşini.
Yapma demek istedim. Dudaklarımdayken bu kadar olmamıştı ama safça yanağıma kondurduğu öpücük boğazımı daha çok düğümlemişti. Beni öldürebilecek bir şeye dönüşüvermişti.
Gözlerimi ve dudaklarımı sıkıca kapatıp hıçkırığımı içimde tutarken ellerim donmuş gibi ona sarılı kalmıştı. Yüzümü omzuna yaslayıp yüzümü ondan gizlerken o da alnını boynuma yaslamıştı.
Omuzlarım isteğim dışında sarsıldı. Mark elleri belimden daha yukarı çıktı ve bana daha sıkı sarıldı.
Sessizce dertleştik sanki sarılmaya devam ederken.
"Sana demiştim... Renee, sana demiştim." Diye sızlandığı sırada yutkunamıyordum, nefes alamıyordum. "Seni ittiğimde bana tutun demiştim."
bu kısa bölüm kiss isteyen topunuza gelsin { • :
kiss ile ilgili ne gibi bi problemim var bilmiyorum ama utanıyorum puhahhshsh ve onların aurasını tamamlayacak tek şekil şu an buydu umarım sevmişsinizdir çünkü kendimi bu konuda ana sınıfı gibi hissediyorum neyse ben acı çekmeye gidiorum görşrz öptm byü au revoir bonjour
bi de oylayın ve en önemlisi yorum yapın allana kurban olduklarım beni yalnız bırakmayın şuralarda yetim öksüz
şimdi gerçekten gidiyorum 👶
ŞİMDİ OKUDUĞUN
French Kiss
Fanfiction"Herkes olduğu yere ait değildir. Bazen çıkıp araması gerekir. Bazılarının ait olduğu yer, zaman ve mekanın sabit olmadığı bir dünyadır. Ve bu dünyada deniz kenarları ve akşamüzerleri kutsaldır." 🌠 Babasıyla yaşamını sürdüren Renée Harbin, yaşadığı...