eighteen : bloodly mask.

314 45 75
                                    

15.09.20

🌠

"Torpido gözünde Fransa'nın şehirler haritasını buldum."

Mark'ın sesi beni uyardı ve gözlerimi aralayıp ona baktım. Elinde büyük bir Atlas vardı.

"Renee, sen uyusana." Hyunjin dikiz aynasından bana bakarken konuşunca irkildim.

Mark omzunun üzerinden dönüp bana baktı. "Sen niye uyandın? Uyumaya devam et."

Ikisine de baktım. "Uykum kaçtı." Diye mırıldanarak doğruldum ve bağdaş kurarak koltukta oturdum.

"Hayır, dinlenmen gerek!"

Ikisi de aynı anda konuşunca onlara şaşkınca bakakaldım. "Pekâlâ, bir şeye ihtiyacı olan sizsiniz. Sizin sakinleşmeniz gerek. Şoför değişimi yapın, biraz Mark kullansın sen uyu Hyunjin. Sonra da tam tersi-"

"Ben gayet iyiyim." Dedi Hyunjin, uzun parmaklarıyla direksiyonu kavrayarak.

Mark ince kaşlarını çatıp, küskün bakışlarla yüzümü inceledi. "Benim de uykum yok. Bence sen uyumalısın Renee. Gözlerin hala kıpkırmızı. Yani, şuna bir bak. Beyazlardan eser yok."

Hyunjin kafasını sallayarak onayladı. "Evet. Kesinlikle. Uyumalısın Renee."

"Neyiniz var sizin böyle be?" Diye çıkıştığımda sustular.

Mina uyuyordu.

Hava kararmamıştı henüz. Akşamüzeri vakitleriydi ve yağmur yağacak gibiydi. Paris'ten çıktığımıza inanamıyordum. Gerçi... oraya gitmiş olduğumuza da inanamıyordum. Tam bir delilikti. Şimdi bakınca, iki gündür yaptığım delilik bütün ömrüme bedeldi.

"Renee," Mark'ın mırıldanışı kulaklarımı okşadı, bana bakan gözlerine baktım. "Nasıl hissediyorsun?" Diye sordu usulca.

Gülümsedim. Gerçek olarak. Buna inanamasam da, her şeyi arkamda bırakmış bir şekilde. Sorumluluk olmaksızın. Ebeveyn'in E'sini bile düşünmeden. Sadece ben.

"Özgür." Dedim. "Özgür hissediyorum."

Dudaklarını araladı. Sonra gülümsedi. Gözleri parlıyordu, bana ön koltuktan öylece kafasını çevirmiş bakarken.

"Ya sen?" Diye sordum. Sonra dikiz aynasından Hyunjin'e çevirdim bakışlarımı. "Siz ikiniz nasıl hissediyorsunuz?"

"Ben şoför gibi hissediyorum. Hep sürmek istemişimdir zaten." Hyunjin gülerek cevapladı beni.

Mark dudak büküp yere çevirdi bakışlarını. "Ben kaybolmuş gibi hissediyorum." Dediği an kalbime bir ağırlık çöktü.

Burada olmaktan memnun değildi.

Buraya ait değildi.

O senin gibi değil.

"Neden, Mark?"

Omuz silkti. "Şuanlık pek emin değilim. Sonra konuşalım bunları."

Kafamı salladım. Söyleyecek bir şey bulamadım. Koltukta kıvrılıp Mina'yi izledim biraz. Sonra Hyunjin radyoyu açtı, gitarın baskın olduğu bilmediğim bir şarkı çalmaya başladı.

"Çişim geldi benim." Mina, homurtusuyla birlikte eş zamanlı gözlerini araladı.
Çocuklar kendi aralarında gülünce iyice ayılıp yerinden doğruldu. "Kenara çekin, bir şey yapın. Valla tutamayacağım."

Güldüm. "Benim de geliyor gibi." Dediğimde durumun ciddiyetiyle duruldular.

"Şuralarda bir Petrol Istasyonu olmalı." Diye mırıldandı Hyunjin.

"Wow. Bakın kim Fransa'yı avucunun içi gibi biliyor?" Mark takıldı ona, bir yandan hala haritayı inceliyordu.

Hyunjin kıkırdadı. "Sadece iyi hafızam vardır."

"Buraya daha önce gelmişsin gibi." Dedi Mina şüpheyle.

Hyunjin tek elini kaldırdı diğeri direksiyondayken. "Beni yakaladın."

Onlara gülmemizin üzerinden birkaç dakika geçmişti ki, görünen Petrol Istasyonu ile rahatlamıştık. Hyunjin karavanı park ettikten sonra hızla aşağı inip lavaboya ilerledik Mina ile. Hyunjin ve Mark da erkekler tuvaletine gitmişlerdi. Mina kabinden çıkıp ellerini yıkarken söylendi. "Midem gurulduyor. Keşke hiç acıkmasaydık ya da susamasaydık. Değil mi?"

"Öyle olsaydı kolay olurdu."

"Dümdüz yola devam ederdik." Dedi dingin bir ses tonuyla.

Derin bir soluk verdim. "Sadece yol." Diye mırıldandım.

Lavabodan çıktığımızda Mark vardı bir tek. Hyunjin'in  marketin cam duvarının ardında olduğunu görebiliyordum. Kafasına beresini iyice çekmişti. Bir şeyler alıyordu.

"Bensiz alışveriş? Nasıl ya?" Mina isyan ederek markete gitti.

Mark'a dönüp baktım ben de. Ellerini, kotunun arka ceplerine sıkıştırmış etrafa bakınıyordu. Bir mıknatıs bırakılmış gibiydi ortamıza, kim koyduysa almak gibi bir niyeti yoktu.

Ellerini arka ceplerinden çıkarıp göğsünde birleştirince cebinden bir şey düştü. Refleks olarak yere eğilip aldım. Maske?

Aceleyle elimden alıp cebine geri tıkıştırdı. "Merak etme çalmayacaktım."

"O yüzden değil."

"O maske şey değil mi?"

Gözlerini bana çevirdi. Durgunlaştı. "Şey... Evet." Çenesiyle dizlerimi gösterdi.

"Neden atmadın? Kanlıydı o?" Diye konuştum gülerek. Sonra elimi dudaklarıma götürüp kendimi durdurdum. "Doğru. Romantik olan bu." Duraksadım. "Biliyor musun? Oksijen bende kafa yapar. İçmeme gerek kalmaz."

Sırıttı. "Fransa'dan gitmeden önce bir şarap almalısın bize."

Dudaklarım yavaşça kıvrıldı. Kafamı olumlu bir şekilde salladım. "Olur." Diye mırıldanırken Mina elinde poşetlerle gülerek geldi.

French KissHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin