Birkaç hafta sonra
Taehyung
Bulutların ardına gizlenen dolunayın farazi ışığı altında, yağmur damlalarının eşlik ettiği dakikalar boyunca uzanıyordum. Duvarlarına tanıdık duygular işlenmiş sıcak odada varlığını sezdirmeden gezinen tek şey, içeriye sızan silik aydınlığın uzanamadığı noktalarda derinleşen karanlık değildi. Dingin bir ritimle bedeninden ayrılan düzenli nefesleri de en az karanlık kadar hissedilebilir, neredeyse kokusu kadar sakinleştiriciydi.
Saat bilmediğim bir rakamı gösteriyor, karanlık gittikçe derinleşiyor; gece yaşanmak için bekleyen bir güne uzanıyordu. Yoğun karanlığı güçsüz bir çabayla dağıtan silik aydınlık, yüzüne gölge düşmesine sebebiyet veriyordu. Sol eli ortamızda, yastığının sağ tarafında duruyor; sıcak nefesi, nefesimi tutup ezberlediğim bir ritimle tenime çarpıyordu. Pembe dudakları hafifçe aralanmış, gözlerini kapattığı için henüz geriye attığım saçları öylece yatağa dağılmıştı. Varlığını bahçe ışıklarından alan güçsüz aydınlığın tüm çabalarını yok sayan karanlık, böylesine yoğunken her şey onunla alakalıydı. Var oluşu, gözlerimi usulca kapadığımda ya da başımı olmadığı bir tarafa attığımda tıpkı yüzünü izlediğim an ki kadar somuttu.
Kuru dudaklarımı kalbimi titreten bir korkuyla defalarca alnına bastırdım. Gözlerimi kapatıyor, daha net hissedebilmek adına neredeyse çırpınıyor, kuruyan dudaklarımı cesaretten yoksun bir tavırla dokundurmaktan öteye geçemiyordum. Saç diplerinden yükselen kokuyu da, dudaklarımın ucundaki alnını da daha net hissedebilmek adına çabalıyor, diğer duyularımı köreltmeyi arzuluyordum. Bir şeyleri, kalbimin ortasına yerleşen ve bir isim verebilmeyi dahi imkansız hale getiren o duyguyu yok edebilmek adına daha hissedilebilir kılmak istiyordum. Çaresizce, o uyurken bile Jungkook'a sığınıyordum.
Gözlerimi araladım. Her şeyi; yaşanmak için, duyulmak için, görünmek için ve hissedilmek için var olan her şeyi susturup kendi köşeme çekilmeyi, her saniye biraz daha geriye gitmeyi ve var olan herhangi biri için; ulaşmak adına gösterilen her çabayı faydasız kılacak uzaklıkta silik bir ufuk haline gelmeyi arzuluyor; ama çoğu zaman bunun için bile yorgun hissediyordum. Yalnızca karışmak istediğim o hiçliği izliyordum. Hiç kimse olmanın cazibesi son zamanlarda o kadar göz alıcı ve bir şeylerden kaçma çabasına karşın öylesine kolaydı ki saatlerce gözümü üzerine dikiyor ve nasıl olurdu diye düşünüyordum Bir kimliğe sahip olmamak, bedenimi ardımda bırakıp hissedilebilir her duygudan arınmak, nasıl olur? Karışacağım karanlık, duyduğum suçluluk duygusunu bünyesine alıp sindirecek ve onu bir hiç kılıp daha büyük bir hiçliğe teslim edecek kadar sonsuza uzanmış mıdır?
Başım tekrar yastıkla buluştu. Gözlerim az önce öptüğüm alnında; parmaklarım, onunkilere yavaşça kenetlediğimden parmaklarının arasındaydı. Ve ben sağ yanağını öpmek adına yüzüne uzandığımı, bakışlarımı düşüncelerimden çekerek henüz farkına varıyor, aklımdan geçenleri somut herhangi bir şeyden daha yoğun ve hissedilebilir kılışıma hayret ediyordum.
Onu öpebilmek için ihtiyaç duyduğum cesaretin her bir zerresinden uzaktım ve geceleri uyanık olmamın nedenleri buradan başlıyordu. Masum ruhunu kırmak için özenle seçilmiş her kelimeyi neredeyse hiç düşünmeden ve ilerisini görmeden dile getiren dudaklarımı, teninin herhangi bir yerine bastırırken o kadar zavallı, öylesine aşağılık oluyordum ki acizliğime kimse şahit olmasın istiyordum. Jungkook bile. Bu nedenle gözleri ve zihni açıkken onu öpmek adına uzanmıyor, o uzandığında kendime duyduğum nefretin ateşiyle ürperiyordum.
Gece, zihnimdeki düşüncelerin yanı sıra bir de karanlığı barındırıyordu ki bu, her şeyi biraz daha zor kılıyordu. Günlerdir karanlığına karışıp eridiğim için biliyordum; gece, düşüncelerin en güçlü olduğu, zihnimde besleyip her hareketimle biraz daha güçlü kıldığım; karanlık sözler fısıldayan ve zihnimdeki düşüncelerden ibaret olan o duyguların en sık uğradığı zamandı. Suçluluk duygusundan kurtulmak adına umutsuz bir çabayla acı çekmeyi arzulayan zihnimin özenle yarattığı düşüncelerdi bunlar. Göz göze gelmekten utandığım için aynalardan kaçınıyor, söylediği her kelimeyi çaresiz bir hevesle kabulleniyor, hissedilmek için var olan her bir zerresini benliğimde yetiştiriyordum. Her geçen saniye biraz daha haklı oluyordu. Suçunu bilen ve sahip olduğu hiçlikle yetinen bir çocuk gibi köşeme siniyor, bacaklarımı karnıma çekip kollarımı dizlerime sararken başımı eğiyor, kendimden gelecek her suçlamayı kabullenmek için bekliyordum. Yalnızca Jungkook kollarını her şeyden habersiz bir tavırla omzuma sardığında ya da zihnindeki düşüncelerin arasında kaybolurken bilinçsiz bir dürtüyle şakağını omzuma yasladığında güçlü olan taraf ben oluyordum. Fakat silik, bana bile ait olmayan bir sığınaktı bu; bir nevi Jungkook'un acısını hafife almaktı. Sanki teselli edilmesi gereken benmişim gibi. Oysa hafife alınması gereken bendim; güçlü olması gereken ve yüzünün düştüğü her seferinde kollarımı uzatıp onu sarmalayarak korktuğu ne varsa yok edeceğini fısıldaması gereken bendim. Hayır, güçlü bir sığınak olmalıydım. Fakat onunla göz göze gelmeye bile çekiniyor, son birkaç haftadır şirkete de gitmediğimden neredeyse tüm gün salonda, en az rahatsız hissettiğim yeri seçip oturuyor, Jungkook'un Siwon'la ilgilenmesini izliyordum. Ben değil, Siwon en büyük sığınaktı. Görüyordum. Onları izleyen herkes görebilirdi. Minik parmağını hevesle bir şeylere doğrultup bakışlarını Jungkook'a çevirdiğinde, uzatılan yemeği yemek için hevesle ağzını araladığında ya da beğenmeyip yüz çevirdiğinde, henüz yeni uyanmışken ve gözlerini dahi açamazken Jungkook'un kollarına gittiğinde, güldüğünde ve hatta ağladığında bile Jungkook'a en iyi gelen oydu. Minik varlığıyla o kadar şey ifade ediyordu ki minnettardım. Yemin ederim Jungkook biraz daha iyiyse ve korkusunu bir nebze yenebilmişse yardımcı olan tek kişi Siwon'du ve ben minnettardım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kim Family || Taekook
FanficEvlenmek için Londra'ya taşınan Jungkook ve Taehyung, dört yıl sonra tekrar Kore'ye döner.