Yine saçma sapan konuşarak moralimi bozmuştu Bülent. Onun bana verdiği hangi işi yarım bıraktığımı görmüştü ki? Aptal herif. Eğer bana güvenmiyorsa ne halt yemeye bu iş için beni seçmişti ki? Ne demeye çalışmıştı? Sanki ben şıpsevdi aptalın biriydim. Çelişkiler yumağının içinde sıkışıp kalmıştım.
Yolda yürürken havanın ne kadar soğuk olduğunu düşündüm. Çevremi incelemeye başladım. Sokakta benden başka toplasan beş kişi daha vardı. Acaba bu soğukta dışarıda olmalarına sebep olan şey neydi? Kendi adıma konuşacak olursam işin ucunda para olmasa sikseler evden dışarı çıkmazdım. Soğuktan nefret ederdim. Yağmurdan nefret ederdim. Kardan nefret ederdim. Bu arada ben nelerden hoşlanıyordum acaba? Aklıma gelen her şeyden nefret eden biri olarak hoşlandığım şeyler kısıtlı olmalıydı. Mesela en çok hoşlandığım hatta sevdiğim bir şey vardı. Dolabımdaki sweatshirtler. Onların müptelasıydım adeta. Sweatshirt giymediğim tek bir gün bile yoktu.
Evimin bahçesine girdiğimde ilk olarak Erma’nın soğuktan titreyen çenesini gördüm. Biraz daha yaklaşınca da titreyen ellerini.
“Hira! Hoş geldin. Bende daha yeni gelmiştim. Kapıyı çaldım, açmayınca gitmeye hazırlanıyordum.” Soğuktan kaskatı kesilmiş bedenini hareket ettirmeye çalıştı. Ona kaşlarımı kaldırarak baktım. Bordodan mora dönüşeceği kesin olan burnu en az birkaç saattir burada olduğunu haykırıyordu.
“Umurunda değilmiş havalarına girmeye çalışan Erma “Şey, artık içeri girebilir miyiz lütfen?” dedi. Omzumu silkerek cebimden anahtarları çıkarıp kapıyı açtım. Erma hemen kalorifere sarılmaya gitti. Tabii dokunmasıyla kendini geri atması bir oldu. Suratı düşmüştü ve bana gözlerini kısarak bakıyordu. Hey! Bir dakika. Bu benim suçum değildi ki. Evde olmadığım zamanlar kombiyi kapatıp gidiyordum. Yoksa gelecek doğal gaz faturası yüzünden bir yıl boyunca aç kalırdım.
“Kombiyi aç önce. Sonra yiyecek bir şeyler hazırla. Yedikten sonra İnferno’ya gidelim.” dedim. Ben yiyecek bir şeyler hazırla derken kaşlarını çatmıştı. Ama sonrasında gelen İnferno sözü çılgınlar gibi zıplamasına sebep oldu. Başımı iki yana salladım. Bu aptalı tanıyordum.
“Oraya bir daha hiç gitmeyiz sanıyordum.” dedi zıplamalarının arasından. Soru sormamıştı. Ben de ses çıkarmadım. Bu duruma alışık olduğundan omzunu silkmekle yetinip mutfağa doğru yürüdü.
Sanırım en son iki ay önce gitmiştik oraya. Erma o son gidişimizi benim açımdan sorun olmayan fakat kendi açısından rezilliğin dibine vurma günü olarak ilan etmişti.
İnferno, Konya’nın çıkışında, içersinde liseli ergenlere pek sık rastlayamayacağınız bir gece kulübüydü. Erma’yla orada sakin sakin bir şeyler içerken adamın birisi arkamdan kalçamı sıkmıştı. Ben daha ‘ne oluyor’ diyemeden oradaki birkaç aşığım –Erma’nın deyişiyle takıntılım- olaya sert bir şekilde el atmışlardı. Adamın dağılmış yüzüne ikinci kez bakma ihtiyacı duymadan içkime devam ettiğim sırada bir kargaşa daha yaşanmıştı. Cılız bir kız yerde perişan halde yatan adamın yanına çömelmiş, benim sürtük bir yalancı olduğumu bağırmıştı. Ondan tarafa bakmamaya çalışarak yanıma gelmesini bekledim. Etrafta dönüp duruyordu zaten ‘nerde o sürtük’ diye. Hengame sevenlerden biri beni göstermiş olacak ki kız hemen omzumun yanında bitti. Ta kolunu kaldırdığını hissettiğim anda ona döndüm. O anda eli havada kaldı. İşte böyle güzelim, böyle. Önce düşmanını tanı.
Ve her zamanki gibi aptallığını göstermeye bayılan Erma, kzın havadaki elini yakaladı. Kız sanki beklediği tam olarak buymuş gibi Erma’nın üzerine atıldı. Ve birlikte yere yuvarlandılar. Kız resmen Erma’yı parçalıyordu. Bilerek olaya dahil olmadım. Biraz burnu sürtse iyi olurdu. Benim yanımda olacaksa bu benim kurallarımla olmalıydı. O kadar. Kızın sonraki adımının Erma’nın bağırsaklarını deşmek olacağından emin olduktan sonra yerimden kalktım. Yanlarına doğru bir iki adım attıktan sonra önümdekiler benim onlara doğru yaklaştığımı görünce hareketlenip önümden çekilmeye başladılar. Kız Erma’ya ölümcül darbeler indirirken suratını kavradım. Sinirle bunu yapanın kim olduğuna bakmaya karar vermiş olacak ki bana döndü. Benim yine tam karşısında olduğumu görünce gözleri irileşti ve rahatsızca kıpırdanmaya başladı. Haklısın sürtük kimse benim yüzümü ikinci kez görmek istemez.
Elimle tuttuğum suratına eğilerek “ Pezevengini de al ve burayı terk et.” dedim. ,ardından yavaşça suratını kavrayan ellerimi serbest bıraktım. Bir hışım Erma’nın üzerinden kalktı ve yerde yatan adamı zorla kaldırarak gözden kayboldu. Çevredekiler Erma’ya kalkması için yardım ederken arkamı dönüp çıkışa ilerledim. Aptalın arkamdan geldiğini biliyordum.
-------
Ermay’la hiç konuşmadan yaptığı soteyi yedim. O kadar güzel olmuştu ki biraz daha olsa patlayan karnıma aldırmadan yiyeceğime emindim. Erma sabırsızca beni bekliyordu. “Yediysen çıkalım.” dedi bir anda. Bensiz oraya adım atamayacağını bildiğimden “Bulaşıkları halledersen gideriz.” dedim sinsice. Gözlerini kısarak bana baktı ama tabakları toplamaya başlamıştı bile.
O bulaşıkları yıkarken ben de üzerimi değiştirmeye odama çıktım. Dolabımın kapağını açtığımda her yerde bana gülümseyip kendilerini seçmemi bekleyen sweatshirtlerim vardı. Belki gideceğimiz yer için uygun değildi ama ben seviyordum. Beni tanıyan bu şekilde tanıyordu ve bir anda tarzımı değiştirme meraklısı olamazdım. Ayrıca bana kimse bir şey demezdi. Şey aslında diyemezdi.
Geçen gün Shady Records’tan sipariş ettiğim ve bu sabah elime ulaşan Shady XV baskılı siyah sweatshirt yatağımın tam karşısındaki gri koltuktan bana sırıtıyordu. Paketinden çıkardım ve üzerime geçirdim. Güzel olmuştu.Altına da siyah taytımı giydim. Hardal rengi botlarımı da giydiğimde her şey tamam olacaktı. Odadn çıkarken masanın üzerinden bir toka kaparak uzun kıvırcık siyah saçlarımı at kuyruğu yaptım.
Merdivenlerden inip beni bekleyen Erma’nın karşısına dikildim. Beğenmediğini ima eden bakışları çok barizdi. Ama bunu yüzüme söyleyemeyecek kadar da korkaktı. Onun üzerindeyse bordo salaş bir tişört, altında da bacaklarına tamamen yakışan bir Jean giymişti. Yüksek bordo topuklarla da kombinini tamamlamıştı. Siyah kaşe kabanını üzerine geçirdikten sonra evden çıkmak için hareketlendi. Ben de askıya uzanıp deri ceketimi aldım.
------
Büyük kapıdan içeri girdiğimizde üzerimize dikilen gözler benim umurumda olmazken, Erma halinden memnun görünüyordu. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Kalabalık insan yığınının arasından geçerken herkesin birbirine karışan ter kokuları burun deliklerimi doldurdu. İğrençlik yüzünden yüzümü buruşturdum. Köşedeki bara ilerlerken beni fark eden birkaç kişi hareketlerimi incelemeye başladı. Bar taburesine rahat bir tavırla kurulurken Erma’nın tabureyle cebelleşmesini izlemek keyif vericiydi. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu tabure kesinlikle boyu kısa olanlar için azap çekme makinasıydı. Eğer vaktim olsaydı saatlerce oturup cebelleşenleri izlerdim.
Barmen siparişimi aldıktan sonra Erma sonunda kıpkırmızı suratıyla tabureye yerleşmişti.
“Hira’cığım! Yüzünü görmek cennetlik bebeğim.” Dedi tanıdık gelen bir ses. Kim olduğuna bakmak için arkamı döndüm. Üzerine yapışan büstiyeri, mini deri eteği ve yüksek topuklu çizmeleriyle sürtüklerin başını çeken Göknur’u gördüm. Konuşmaya değmezdi.
Tekrar konuşmaya başladı. “Tatlım, nerelerdesin sen?” Bir şey söylemezsem daha çok konuşacaktı. “Def ol.” dedim dudaklarımı oynatarak. Sanki kovulan o değilmiş gibi yıpranmış sarı saçalarını sallayarak yanımızdan uzaklaştı.
Erma, burnu havada bakışlarıyla etrafı incelemeye başladı. Benimse kesinlikle bir sigaraya ihtiyacım vardı. Cebimi kontrol edip paketin orada olduğundan emin olduktan sonra ayağa kalktım ve çıkışa yöneldim. Normalde sigara odaları vardı ama o odaları sigara içmek için kullanmadıklarını biliyordum.
Yerdeki taşları inceleyerek ve birkaç sene önce kapalı alanda sigara içme yasağına küfürler ederek sigaramı yaktım. Hala yerdeki yerdeki taşları incelerken yanıma yaklaşan ayak seslerini dinledim. Umarım konuşmazdı benimle. Koyu bir çift erkek botu tam karşımda durdu. Derdi neydi ki ? Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Gereğinden fazla güzel ela gözleri, kısa kumral saçları, benden en az on santimetre uzun boyu vardı. Tam yatağa atmalık bir adamdı. Benden küçük veya aynı yaşta olabilirdi. Ama kesinlikle büyük olmadığı gerçekti.
“Merhaba.” dedi pırıl pırıl bir sesle. Bir şey söylemedim. Hala yüzüne bakmaya devam ediyordum. “Bu mekanda takılıyorsun.” Soru sormamıştı. O yüzden yine cevap vermedim. Çok konuşkandı. Bana göre değildi. Sigaramı yere atıp botumla üzerine bastım. Topuklarımın üzerinde dönüp bara doğru ilerledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAATLİ BOMBA (ASKIDA)
Novela JuvenilNeden seçim yapan hep biz oluruz ki ? Karşımızdaki insan neden yapamaz bunu ? Neden her şey bizim başımıza gelir ? Neden yalnız kalan hep biz oluruz ?