Daha önce hiç kaynağı belli olmayan bir mutsuzluğun kara basan gibi üstünüze çöktüğü oldu mu? Bir çift kolun etrafınıza dolanıp kemikleriniz sızlayana dek sizi sıktığını, göğsünüze ardı arkası kesilmeyen yumrukların atıldığını, gözlerinizin sürekli yandığını ve boğazınıza oturmuş yumruyu yutkunmaya çalışırken boğulacak gibi hissettiğiniz oldu mu?
Ben sık sık bu duyguların hepsini birden hissederim. Çocukken anneme sarılarak geçmesi için beklediğim hislerin şimdiki tedavisi ruhumun ve bedenimin eşindeydi. Etrafta olması, hatta eşyalardaki parfümüyle harmanlanmış teninin kokusu bile yetiyordu. Belki de birçok insan için alelade bir adamdı ancak benim gözümde büyüleyici biriydi.
İç çekerek kafamı sol tarafımda kalan pencereye çevirdim. Sabah, erken saatte olan dersine yetişmek için panikle uyanan Chan ile birlikte uyanmıştım ve o gittiğinden beri çalışma odamda oturmuş bir şeyler karalıyordum ta ki en başta anlattığım his gelip beni bulana kadar. Son iki saattir gözlerimi kalemimden ayırmamıştım.
Yağmur bulutları yavaşça gökyüzünün tamamını kaplamaya başlıyordu. Fırtına çıkacak gibiydi. Gözlerimi bulutlardan çekerek duvara asılı saate baktım. Birazdan gelirdi. Sandalyemi itip masanın üstündeki küçük tabakta duran fıstıklı beyaz çikolata parçasını ağzıma attım. Yavaş adımlarla mutfağa girip hedefimi elime alarak salondan bahçeye açılan cam kapıya ilerledim.
Çıplak ayaklarıma köşede duran terlikleri geçirip hafifçe soğuk olan havayı içime çekerek etrafa bakınmaya başladım. Çoktan gelmiş olmalıydı ama onu göremiyordum.
"Nunu, haydi gelip yemeğini ye!" boşluğa doğru seslenerek beklemeye başladım ancak hala hiçbir hareket yoktu.
"Nunu, oyun oynamak mı istiyorsun? Neredesin?" aklıma gelenle mutfaktan aldığım mama poşetiyle kasesini doldurdum. Yüksekten bırakarak ses çıkarmasını sağlamıştım belki gelir diye ancak hala etrafta kıpırtıdan eser yoktu.
Eğildiğim yerden doğrularak etrafa bakınsam da onu hala göremiyordum. Neden gelmemişti? Başına kötü bir şey gelmiş olabilir miydi? Aklımdan geçen düşüncelerin seslerine karışan gök gürlemesiyle irkilerek yürümeye başladım. Evinin nerede olduğunu, nerelerde uyumayı sevdiğini biliyordum.
Yaşlı bir kediydi ve hareket etmeyi sevdiği pek söylenemezdi. Onu birçok kez eve almayı düşünmüştüm ancak Hyunjin'in alerjisi yüzünden eve evcil hayvan almak istemiyordum. Dışarıda da olsa hergün yemek yemeye geliyor ve bir süreliğine bana yol arkadaşlığı ediyordu. Hem böyle daha özgür değil miydi?
Aklım susmadan bir şeyler üretmeye devam ederken endişemin arttığını hissediyordum çünkü evi haricinde her yere bakmıştım. Adımlarımı hızlandırarak vaktinin çoğunu geçirdiği büyükçe borulara ilerledim. Gözlerim çoktan doluvermişlerdi bile. Chan'in kokusu sindiği için çıkarmak istemediğim pijamalarımı kirleneceğini düşünemeyip dizlerimin üzerine çökerek içeri baktım.
Beyaz tüyleri gözüküyordu ancak hareketsizdi. Çoktan birinin geldiğini sezmiş olmalıydı, neden kalkmamıştı?
"Nunu, neden kımıldamıyorsun?" hazırda bekleyen göz yaşlarım yanaklarıma dökülmeye başlamasıyla birlikte hafifçe hıçkırdım. Yaşlı olduğunu, bunun olması gerektiğini biliyordum ama... neden şimdi..? "Nineciğim, hadi kalkıp kucağıma gel. Lütfen." anlamsız olduğunu bilmeme rağmen ona sesleniyordum. Aptal mıydım?
Çoktan, omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamaya başlamıştım. Üstümdeki sebepsiz his kendine sebep bulup ağırlığını katlamıştı ve ben ezildiğimi, küçüldüğümü hissediyordum.
Öne uzanıp onu yattığı yerden kaldırarak kucağıma çektim. İşaret parmağımla hafifçe burnuna dokundum, buz gibiydi. Yanağımı başına dayayarak yürüyecek kadar iyi hissedene kadar öylece ağladım. Bir daha her akşam üstü olduğu gibi yemek yemeye gelemeyecekti. Tekrar onun sıcaklığını hissedemeyecek olmanın ağırlığı da omuzlarıma çökmüştü ki kafamı kaldırarak eve gitmeye karar verdim.
Yolu kullanarak eve doğru yürümeye başladım. Kucağımdaki bedene sardığım kollarım bedenimle birlikte yokmuş gibiydiler. Refleks olarak yürüyebiliyordum. Her zamankinden daha berbat hissediyordum.
Yanımda bir arabanın durduğunu bile omzuma konan elle fark edebilmiştim. Duyularımı yitirmiş gibiydim.
"Bebeğim? İyi misin?" kulağıma ulaşan ses ile kendime gelerek karşımda dikilen Chan'e kucağımdaki minik bedeni gösterdim. Yüzümün tamamının ıslak olduğunu ve berbat gözüktüğümü hissedebiliyordum.
"Nunu..." Gözlerinin dolduğunu görebilmiştim. Arkasını dönerek arabasının bagajından çıkardığı küçük karton kutuyla geri döndüğünde gözlerimi hiç ayırmadan onu izledim. Elimden almaya yeltense de kaputun üstüne bıraktığı kutuya yaklaşarak onu içine kendim yerleştirdim.
"Bebeğim," elimi yakalayarak beni kendine yaklaştırdı. Gözleri yaşlarla doluydu çünkü Nunu tüm akşam üstü sohbetlerimize tanıktı. O ikimizinde arkadaşıydı. "İyi misin?"
Kafamı hafifçe iki yana salladım. Hiç iyi hissetmiyordum. Kafamı kaldırarak hala yağmurunu bırakmamış bulutlara baktım. Diğer elimi de avucunun içine aldığında bakışlarımı yeniden ona çevirdim. "Onun iyi bir yere gittiğine eminim, bebeğim. Lütfen üzülme." dudaklarımı birbirine bastırarak gülümsedim. Arkadaşı için üzülmek yerine benimle ilgilenmesi gözlerimi tekrar doldurmuştu.
Hemen karşımda duran bedenine yaklaşarak dudağının kenarına küçük bir öpücük bıraktım. "Bana sarılır mısın?" hiç beklemeden küçük gülümsemesiyle belime kollarını doladığında omuzlarına sarılarak yüzümü boynuna sakladım.
Bu kez gözleri neşeyle değilde, yaşlarla parıldıyordu ama neyseki hala onu sarabileceğim kollarım vardı.
*
nunu benim oyuncak tavşanımın adıydı ve tüm çocukluğumun ana karakteriydi diyebilirim, isim bulamayınca birden aklıma geldi bende nunu yazıverdim🥺 umarım bölümü beğenmişsinizdir🥺 gitmeden yorumlarınızı yazmayı unutmayın~
sizi seviyorum, kendinize cici bakın. 🧡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ıhlamur ağacı. ⚝minchan
Fanfiction[feci yavaş update:)] "Her şey aynı. Hisler, düşünceler, görüntüler. Hiçbir şey değişmedi. İyi olmadığımı her zaman biliyordum, sevgilim. Fakat söz veriyorum, gittiğim yerde çok iyi olacağım. Tekrar buluşuncaya dek, elveda." © yuu, 11 temmuz 2019