2⚝

161 25 57
                                    

Kapana kısılmış bir fare. Sanırım hissettiğim şey tam olarak buydu. Neler olduğunu, neden olduğunu bir türlü anlayamıyordum. Sanki bir şekilde kötü hissetmemi sağlayan kötü ruhlara sahiptim. Kurtulmaya çalışmak için ne kadar uğraşsam nafileydi ve vücudum yavaşça yılmaya başlamıştı.

Çalışma odamın masasının üzerine bıraktığım bitki çayı dolu bardağı alıp elimdeki kitabı yerine yerleştirdikten sonra aşağı kata inmek için merdivenlere yöneldim.

Bugün beni ziyaret etmeye gelecek iki misafirim vardı ve gelmek üzere olmalıydılar. Eğer biri geliyorum diyorsa, diğeri de gelirdi. İkisi tamamiyle zıt karakterli olmalarına rağmen çok iyi anlaşıyorlardı ve ayrı bir iş yaptıkları pek nadirdi.

Bardakta kalan az miktarda bitki çayını da içtikten sonra bardağı mutfak tezgahının üzerine bırakarak salona gitmek adına arkamı döndüm.

Üstümdeki ağırlık hissi bir an bile gitmezken vücudumu her zamanki koltuğuma bırakarak mutfaktan çıkmadan önce aldığım bir parça fıstıklı beyaz çikolatayı ağzıma attım. Bu saçma bir alışkanlık olabilirdi ancak çikolata benim için sigara benzeri bir şeydi ve ruhumu rahatlatmama yardım ediyordu.

Pencereden dışarıyı seyrederken çınar ağacının rüzgarda savrulan dalları dikkatimi çekti. O görüntünün aklıma getirdiği hikayeyle, hikayeyi ilk kez okuduğumda hissettiklerimi tekrar hissettim. Gerçek olmadığı aşikardı ancak benim gibi inanmak konusunda asla çekincesi olmayan biri için büyüleyiciydi. Hikayeyi Chan'e anlatmak için fazlasıyla heyecanlıydım ancak onu gördüğüm anda aklımdan uçuvereceğine de emindim. Aşk garip bir duyguydu.

Kafamı evimin duvarlarına çevirdiğimde her tarafını süsleyen sevdiğim adamın astığı fotoğraflar ve resimlerde gözlerimi gezdirdim. Kendini her an hatırlatmak istercesine, evin her yerine kendinden bir şeyler bırakıyordu fakat sanırım kalbimin en güzel boyalı duvarında asılı bir portresi olduğundan haberi yoktu.

Kapının çaldığını duymamla irkilen bedenimi çabucak toparlayarak çalan kapıya ilerledim. Sonunda gelebilmişlerdi.

"Geç kaldık. Özür dileriz." önümde dikilen küçüklerime gülümseyerek kapının önünden çekildim. Beklemek yeni düşünceler için fazladan birkaç dakika demekti yani sorun değildi.

"Mühim değil. Hadi içeri girin."

Salona yerleştiğimizde sırayla ikisinin üstünde gözlerimi gezdirdim. Aklıma onların yaşındayken ki halim geldiğinde hafif bir gülümseme eşliğinde rahatça oturduğum koltukta dikleştim.

"Aç mısınız? Bir şeyler yediniz mi?" Seungmin sakince kafasını aşağı yukarı sallayarak soruma cevap verdi. Onu hala tam anlamıyla çözememiştim. Ruh halinin değişim hızına asla yetişemiyordum.

"Gelmeden önce yedik." Seungmin'i taklit ederek kafamı aşağı yukarı salladıktan sonra geriye yaslanarak, gözlerimi Seungmin'e diktim. Bana göstermek istediği bir şey olduğunu söylemişti ve aslında ziyaretlerinin sebebi de buydu.

"Bana ne göstermek istiyordun Seungmin." sol elinin işaret parmağını sağ elinin baş ve işaret parmaklarıyla sıkıştırmasını izledim. Bunu gergin olduğu zamanlarda yapardı ve ne göstermek istediğini bu sayede çoktan anlamıştım.

"Şey. Ben bir şeyler yazdım. Senin..." sırt çantasını kucağına çekerek fermuarını açtı. Seungmin tekrar konuşacağı sırada Hyunjin çalan telefonuyla müsaade isteyerek yanımızdan ayrıldı. "Okumanı istiyorum, Ağabey. Okuyup, eksiklerimi ve hatalarımı düzeltmemde yardımcı olur musun?" çantasından çıkarıp bana doğru uzattığı kağıtları gülümsemem eşliğinde elinden aldım. Bana duyduğu saf hayranlık beni ona karşı diğerlerinden daha merhametli olmaya itiyordu ve bunun onu mutlu ettiğini kendi gözlerimle görmekse beni çok mutlu ediyordu. Tamamiyle saftı ve kafasının içinde keşfedeceği daha bir sürü hazine adası vardı. "Elbette. Okumayı bitirdiğimde sana haber veririm."

Geniş gülümsemesiyle teşekkür ederken Hyunjin geri dönerek ikimizde de gözlerini dolaştırdı. "Üzgünüm, Ağabey. Daha fazla kalmak isterdim ama ödevimle ilgili bir problem varmış okula geri dönmeliyim. Seungminie işin bittiyse geri dönelim." Seungmin asılan suratıyla kafasını aşağı yukarı sallayarak iki adımda çoktan ayağa kalkmış bedenime ulaşıp sarılarak veda etti. Bazen o, oğlummuş gibi hissediyordum ve bu zamanlarda aklımı kurcalayan çoğu şey yerlerine sinip ben yalnız kalıncaya dek bekliyorlardı. En azından birkaç dakikalığına da olsa aklım ferahlıyordu.

Onları uğurladıktan sonra koltuğuma geri dönerek yerime yerleştim. Seungmin'in az önce oturduğu yere bakarken tekrar kapının açılma sesini duyduğumda hemen ayaklandım.

Beni gördüğü anda kollarını iki yana açarak bana gülümsediğinde kalbimin hızlıca çarpmaya başladığını hissettim. O her şeyi tek hareketiyle güzelleştirebilecek kadar büyülüydü. Kollarımı sıkıca boynuna doladığımda sırtımda gezen elleri kendimi daha da iyi hissetmeme neden oluyordu. "Beni çok mu özledin küçük elma?"

Dediğiyle göz devirirken boynuna küçük bir öpücük bıraktım. "Yine yapıyorsun Chan-ah." ellerini belimden çekmeden benden ayrılarak yüzüme bakmaya başladığında bilinçiz şekilde nefesimi tuttum.

"Bana elmayı sevdirmek için elmalı kurabiyeler yapmadan önce düşünecektin bunu küçük elma." kıkırdayarak avuçlarımı iki yandan yanaklarına dayadım. Daha ne kadar güzelleşebilirdi ki gözümde?

"Ama elmaları sevmelisin, sevgilim." o da benim gibi kıkırdadığında baş parmağımla gamzesinin olduğu yere dokunarak orayı hafifçe okşadım.

Yaptığımla gülümsemesi ufalmıştı ancak gözleri hala parıldamaya devam ediyordu. Kafasını uzatarak dudaklarıma küçük bir kelebek öpücüğü kondurdu.

O etrafta olduğu müddetçe iyi hissedecektim. Bana iliklerime değin hissettirdiği sevgisi sayesinde her düştüğümde yeniden kalkacaktım.

*

sizi seviyorum, kendinize cici bakın. 🧡

 🧡

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
ıhlamur ağacı. ⚝minchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin