Hafif rüzgarın estiği, bolca yeşilin bulunduğu ve beton yığınlarından çok uzakta bir yerde olduğunuzu düşünün. Nasıl hissederdiniz? Ferahlamış, huzurlu, rahat? Söylediklerim sadece aklıma ilk gelenler. İçinizden daha bir sürü güzel şey saydınız değil mi? Ne güzel, umarım hep böyle kalırsınız.
Bense cennet diye nitelendirilebilecek bu yerde, sıkışmış hissediyordum. Ruhum bedenimin içinde kapana kısılmış gibiydi ve arada sırada gelen bu his kötü hissetmeme yol açıyordu.
Bu his her geldiğinde kafamda sürekli tekrarlanan bir varsayım vardı ve ben o cümlenin kafamda her yankılanışında hüngür hüngür ağlamak istiyordum.
Ya hiçbir şey gerçek değilse?
"Saçmalamayı kes Lee Minho. Hala nefes alıyorsun ve bütün bunlar gerçek." ruhumun ve beynimin savaşının asla sonlanamayacağını düşünmeye başlamıştım. O kadar ağır hissediyordum ki, tarif etmeye aklımın sınırlarının yeteceğini düşünmüyordum.
Adımlarımın yavaşlığı hedeflediğim yere varana dek rüzgarın tenimin her noktasına değmesine yol açarken beynim ve ruhum çoktan kavga konusunu değiştirmişti. Artık onlara yetişemiyordum bile. Bir şeyler olup bitiyordu ancak benim haberim bile olmuyordu.
"Bir insan vücudunda rüzgarı hissettiğinde kendini nasıl hisseder?" gözlerim yavaşça kapanırken yere çöküp kafamı sırtımı dayadığım çınar ağacının dallarına çevirdim. Gün ışığını yüzümde hissedebiliyordum ancak hala aynı derecede kötü hissediyordum. Ne zaman geçecekti bu?
"Sanırım, üstümdeki tüm yükü esip götürmüş gibi hissediyorum. Normal bir insanım ve hissettiğim bu." çoktan bağdaş kurup karşıma kurulmuş arkadaşım Changbin'e dönerek ona gülümsedim.
"Daha şiirsel olmanı beklerdim arkadaşım." hafifçe kıkırdayarak saçlarını düzeltmesini izledim. Gözleri parlıyordu, aslına bakılırsa tüm arkadaşlarımın gözleri parlardı ve bu onları olduğundan daha samimi gösteriyordu.
"Üzgünüm, Bay Lee. Şiirsel olan ben değilim." yüzümdeki küçük gülümseme biraz daha büyürken kafamı geri çınar ağacının yapraklarına çevirdim.
"Bugün küçük bir kaza geçirdim." kafamı yeniden ona döndürerek, endişeyle kaşlarımı çattım.
"Ne kazası? Bir şeyin var mı?" Gülümseyerek elini kaldırıp iki yana salladı.
"Hemen anne ruh haline bürünme. Bir şeyim yok, hem öyle büyük bir kaza değildi." onu onaylamak için kafamı sallarken göz devirdiğimde yerden aldığı küçük çalı parçasını bana doğru fırlattı. Havada yakaladığım parçayı yere geri atarken, ona elimle devam etmesini işaret ettim.
"Stüdyo'ya giderken Jisung ve kendime kahve almak için durmuştum ama sabahları olan garip halimi biliyorsun sarhoş gibiyimdir. Sallana sallana arabaya doğru yürürken bir teyzeye çarptım ve elimdeki kahveler üzerine dökülmesin diye ileriye doğru attım ama az ileride yürüyen çiftin hemen önüne düştü ve üstleri mahvoldu. Çok stresli anlardı. neyseki çift sorun çıkarmadı ve teyze'de sadece yürüyüp gitti." alayla gülümsediğimde tam bir çalı parçası daha atacaktı ki vazgeçip vücudunu eski haline getirerek gözlerini gözlerime çevirdi.
"Daha iyi misin?" kafamı aşağı yukarı sallayarak onayladım. "Teşekkür ederim, Changbin." elini havada sallayıp yüzünü buruşturduğunda yüzümdeki gülümseme büyüdü. "Lafı olmaz."
Ayağa kalkarken onu izledim. "Gitmem gerekiyor. Tamamlamam gereken işler var. Sonra tekrar uğrarım, görüşürüz." konuşmak yerine el sallayarak ona veda ettiğimde, üstümdeki biraz olsun hafifleyen ağırlıkla gözlerimi uzaklaşan bedeninden ayırıp yola çevirdim.
Bir arkadaşla konuşmak iyi hissetmek için yapılabilecekler listemin ilk beşinde olmayı hak ediyordu ancak yeterli olduğundan emin değildim. Artık az öncekinden daha iyi hissediyordum ama hala yeni uyanmış gibiydim.
Gözlerimi ellerime çevirdiğimde susmuş olan beynime hayret ettim. Susması gereken yerlerde asla susmayan beynim şu an hiçbir şey üretmiyordu.
Saçlarıma dolanan el ile irkilerek kafamı ellerimden kaldırdım. Gülümseyerek bana bakıyordu, en güzel manzaydı bu.
"Ellerinde ne arıyorsun küçük elma?" söylediğiyle göz devirdiğimde saçlarımın üstüne küçük bir öpücük kondurarak hemen yanıma bana dönük şekilde oturdu. Kokusu çoktan burnuma dolmuştu ve çoktan iyi hissetmeye başlamıştım. Yüküm omuzlarımdan yavaşça indiriliyor gibiydi.
"Kitaplarımdan alıntı yapmayı bırakmalısın Chan-ah." sakince fısıldadım. Eğer yüsek sesle konuşursam etrafımıza doluşmuş huzuru kaçıracağımı düşünmüştüm. Her zamanki gibi bana ayak uydurarak sesini alçalttı, ona bayılıyordum.
"Pekala ama bana bir daha göz devirme." karşımdaki yüzüne dalmıştım. Söylediğini duymuştum ancak yüzü batmaya yüz tutmuş güneşin ışığıyla parlarken söylediğine karşılık bulmaya odaklanamamıştım.
Elini kaldırarak parmaklarını onun tarafındaki yanağımda gezdirdi. Artık harika hissediyordum ancak daha da iyi hissetmem için bir şey daha gerekiyordu.
"Bana sarılır mısın?" gülümsediğinden yanağında oluşan gamzesi ve parıldayan gözleriyle bana bakarken hiç bekletmeden iki yana açtığı kollarının arasına giriverdim.
Artık her şey iyiydi. Kafamın içinde patlak vermiş savaşa ara verilmişti ve artık iyi hissediyordum. Muhteşemdim, her şeyin o gidene dek olduğunu bilmeme rağmen Chan etraftayken harika hissediyordum.
*
sizi seviyorum, kendinize cici bakın. 🧡
-yuu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ıhlamur ağacı. ⚝minchan
Fiksi Penggemar[feci yavaş update:)] "Her şey aynı. Hisler, düşünceler, görüntüler. Hiçbir şey değişmedi. İyi olmadığımı her zaman biliyordum, sevgilim. Fakat söz veriyorum, gittiğim yerde çok iyi olacağım. Tekrar buluşuncaya dek, elveda." © yuu, 11 temmuz 2019