m - yaz bir kenara cümlelerimi, yüzüne söylerken kızarıp bozarıyorum

285 30 34
                                    

Elimde bir tabak, yerde bardak kırıkları; bana ait, lacivert bir gömlek. Ellerim titreyerek giydim gömleğimi, sonra yerdeki ıslak cam kırıklarını topladım tabağın içine. Sevişirken su dolu bir bardağı devirdiğini görmemek yere, bilinçsizce yükselmek buna deniyormuş. Tangır tungur bir bardak kırılıyormuş, ne siz cazgırlığını duyuyormuşsunuz yere çarptığı an bardağın, ne de kollarınızı sardığınız kimse. Bir bardak. Niye kırıldığı umurumda değildi. Bir şey yapmıştık o bardağa. Kıpkırmızı bir şeyler yapmıştık.

Değil bardağın acısını duyumsamak, maddiyatını bile görmüyordum. Aldım cam kırıklarını, döktüm hepsini çöpe. Elimdeki boşalan tabağı tezgaha bıraktım. Mutfağın ışığını kapadım ve titreyen elimle salonun kapısını açtım. Durdum eşikte, oradaydı, camın önünde. Sağanağa bakıyordu. Veda cümleleri prova ediyordu kafasının içinde. Bizi bitirdi sanıyordu. Bize yazık ettiğini sanıyordu. Bir dert ortaklığının sonunu gözümün içine soyunarak getirdiğini zannediyordu. Pencereye yaklaştım, hemen yanındaki duvara omzumu yasladım. Yoongi'nin yüzüne baktım, sıkışıp kalmıştı kendi suratına. Sağanağa bakıyordu, sağanağın hiçbir şeyden haberi yoktu. Canı nereye isterse oraya yağıyordu. Bize değil. Bize hiç değil. Canı nereye isterse oraya. Dirseklerime sarıldım, elinde şekerle önümüzden geçip giden küçük insanları izleyen fukara çocukları gibi sağanağı izlemesinde Yoongi'ye katıldım. Kollarını göğsünde kavuşturmuştu, biraz yağmura baktıktan sonra ona döndüm, canını sıkmak istemedim ama sordum "Neden kaçtın buraya?" Dalıp gittiği yerden çıktı, gözleri tül perdenin dalgalarını taradı huzursuzca "Utandım." Nefesimi bıraktım, korka korka "İlkin miydi?" diye sorma nezaketsizliğini gösterdim, "Öyleydi." diye cevapladı. "Pişman mı oldun?" "Hayır." dedi kararlı bir sesle, ama sakin "Hiç pişman değilim." Gülümsedim, ama ay tutulmasına benzedim. "Başına bela olursam ne yapacaksın dediğin şey vardı ya. Bu muydu?" Duraksadı. Sonra gözünü dışarıdan hiç ayırmadan başıyla onayladı. İçime bir soru takıldı, bu soru beni korkuttu, sonra heyecanlandırdı. "Yoongi," dedim "Sen sevdin mi beni?" Hiçbir şey söylemedi. Yüzünde bir mimik bile hareketlenmedi, baktığı o tek noktaya, pencerenin ardına bakmaya devam etti. "Neden bana bakmıyorsun?" diye sordum, sesi çatallaştı "Sana bakarsam canım ağlamak ister. Ben bunu yapmak istemiyorum." "En azından soruma cevap ver. Seviyor musun sen beni?" Yaslandığım duvardan doğruldum, pencerenin önüne, onun yanına yürüdüm. Ben göğsünde birleştirdiği kollarından bir elini kurtarıp avcumun içine alırken başını salladı "Evet, çok seviyorum seni."

Ben nereden bilseydim bunun olacağını? İç geçirdim elimin içindeki elinin parmaklarıyla oynarken, giderek yavaşlayan sağanağa bakarak başımı omzuna yasladım "Niye ben, Yoongi?" dedim "Niye ben?" Başımı kaldırmadan yüzüne baktım, hala gergin görünüyordu. Ona baktığımı biliyordu. Bana bakmıyordu. Cevap da vermiyordu. İçinde bir papağan vardı, kendi tüylerini yolarak "Yazık! Yazık! Yazık!" deyip duruyordu, öyle görüyordum. Elimdeki eline baktım; ama madem yazık, madem bir somun ekmeği bölüşmek gibi bölüşülen tek kullanımlık iki yalnızlık bugün tahtakurusu gibi içten içe yine gelmelerin altını kemiren bir hisse evrildiyse, neden sormuyordu kendine: O zaman elimi tutan bu diğer el ne? Bu kötü bir şeyse, zararlıysa, niçin elim boş kalmıyor?

İki arada bir derede kaynamıştı sorum, yineledim. "Niye ben, Yoongi?" Ben sordukça daha da gerildiğini fark edince belki güler diye "Yokluktan mı?" dedim. Bir sessizlik oldu, bu kelimeyi kullandıktan sonra komik olmadığını, aslında doğru olduğunu fark ettim. Yine de güldüm, ona bakmayı kestim, işaret parmağının eklemlerini okşarken "Tabii öyle, başka adam vardı da sen mi sevmedin." dedim. Onaylamasını bekliyordum. Beton gibi durup camdan dışarıya bakarak kendini kemirmeyi bıraktı sonunda, başını eğip omzundaki suratıma baktı. Fırsat bu fırsat, göz göze geleyim diye ben de baktım ona. Birkaç saniye öyle bakakaldı. Sonra burnundan güldü. Dalga geçer gibi değil, komik bulduğu için. Onunla beraber güldüm, öyle özgüvensiz gülüyorduk ki. Gevşediğini sezdim, sonra tekrar dışarıya bakarak kendi içini rahatlatmak ister şekilde iç çekti "Nedenini bilmek veya çözmek istemiyorum." "Öyle mi?" "Evet, çünkü nedenini bilirsem-" "Ortadan kaldırmanın yolunu da bilirsin." Şaşırarak yüzüme baktı, devamını tamamen doğru şekilde getirmiş olmam hayret vermişti. "Nereden anladın, Namjoon?" dedi, boynum ağrımaya başladığı için kafamı omzundan kaldırıp duruşumu düzelttim. Hiçbir yanıt vermedim. Bir şey biliyormuş gibi gülümsüyordum, kendisi anlasın istiyordum. Yüzüne baktım, sonra baktığım yeri takip etmesini umarak elimin içindeki eline baktım. Avcumdaki kemikli parmaklarına bakıp çenemle onları işaret ederek "Bu duyguyu tanımıyorum, ama bana abes gelmediğini, beni hayatta ve uyanık tuttuğunu biliyorum. Hayatta, ve uyanık. Nedenini, nereden geldiğini ben de bilmek istemiyorum." dedim. Elini sıkıca tuttum bu sefer "Çünkü bilirsem elini bırakmak için hangi yoldan gitmem gerektiğini de bilirim. Ben bunu bilmek istemiyorum. Bu duyguyu seviyorum." Hala şaşkındı, 'yazık yazık' diye kafa çitileyen papağanı sustu, o konuştu "Ben yalnız değil miyim?" Gülümsedim ona, bunun bana ne getireceğini bile düşünmedim, bir insan gibi gülümsedim. Yüküm bir insanınki kadarmış gibi, aynada sadece yüzümü görüyormuş, içimdekini görmüyormuşum gibi, kalbim bir insanınki kadar büyükmüş gibi, göz pınarları henüz kurumamış gencecik biri gibi; iyi bir insan gibi gülümsedim. "Hayır." dedim "Bundan sonra sen de, ben de, yalnız değiliz. Bu kelimenin anlamını unutacağız." "Nasıl yani?" dedi, gözleri nemleniyordu "Sen de beni seviyor musun?" Diğer elini de tuttum, yere baktım, çünkü bana bakarken mutluluktan ağladığını biliyordum. "Bilmiyorum." dedim "Bunun adının ne olduğunu bilmiyorum. Ama burada ol. Burada dur, gitme, ve gideceksen yine gel istiyorum. Seninle kendi jargonumuzu kuralım, bu lisanı kimsenin anlamasını istemiyorum." Yüzüne baktım, dingin görünüyordu, beynindeki gürültü susmuştu. "Ben içine dönük biriyim sanırım, Yoongi. Bazı günler bu kapının arkasında ne olduğunu düşünmek dahi istemiyorum, her şeyin dünküyle aynı olduğunu bilsem bile. Anlıyor musun?" Güldü. Sonra biraz daha güldüğünü gördüm "Öyle dağınık konuşuyorsun ki..." Kahkaha attı, kendimi ifade edemediğimi, içine edip batırdığımı düşündüm, ama sonra devam etti "Bana inanılmaz gelen, seni anlıyor olmam." Rahatladım, daha kısık, daha korkak bir şekilde ona katıldım gülmesinde. Ellerini yüzümün iki yanına koydu, tam gözümün içine bakmaya başladı "Evet," dedi "Kendi jargonumuzu kuracağız, üstümüze on tane kapı kapatacağız, sıkı sıkı kilitleyeceğiz. İçeriye kimseyi almayacağız, dışarıda hiçbir şey değişmeyecek olsa bile, en azından biz çıkmayalım diye buraya, bugüne, ve yarına kapanacağız. Bu içini rahatlatacak mı, eğer böyle olursa beni sevip sevmediğini bilebilecek misin?" Histerik bir şekilde başımı salladım, gözümün önünde bir kolye sallıyordu, uyutup ikna ediyordu sanki. "Çok rahatlatacak." dedim "Bütün kapıları, pencereleri kapatalım. Birini sevme imkanım varsa, bu uçucu duygu hiçbir yere kaçmadan hepsini sana vermek istiyorum." "Kapatalım! Hepsini kapatalım, tamam!" dedi sonra, kollarımı ona uzattım, başını omzuma yasladığında sanki sahip olduğum tek şey o ve onun bilinciymiş gibi sarıldım başına, sırtına, kollarına. "Namjoon," dedi "Hatırlıyor musun, evine ilk geldiğim gün sana bir soru sormuştum. Kardelen evde yetiştirilir mi diye." Dalgın bir şekilde "Evet," diye mırıldandım dışarıda giderek daha da hafiflemiş, çiseleyen yağmurun asfaltı pırıl pırıl yapışını izleyerek başını okşarken "Niçin sordun?" "Öğrendim sonunda." dedi "Evde kardelen yetişiyormuş."

kardelen enigması " namgiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin