Kupkuru soğuklar sinir bozucudur. Soğuk olacaksa ya kar yağmalıdır, ya yağmur yağmalıdır, ya da elinizde sıcacık bir kupada içecek çayınız olmalıdır. Bunların olmadığı kuru soğuklar her zaman çatlaklara sebep olur. Çatlakların nerede olduğu fark etmez.
Kalmış olan son bir buçuk haftasında iki haftalık uzaklaştırmamın, üç kitap bitirdim. Yeni bir yemek tarifi denemek istedim, Hint yemeği yaptım, çok güzel koktu ama tadı kötü oldu, ayarını tutturamadım. Hepsini çöpe döktüm. Apartmanın bodrumuna kilitlediğim bisikleti çıkarayım dedim, çok paslanmıştı, paslı yerlerinden biriyle elimi kestim. Söylene söylene hastaneye gittim tetanos aşısı olmaya, dönerken arabamın bozulmasına az kalmış amortisörü iyice boku yedi. Arabayı servise bıraktım, yürüyerek eve geri döndüm kolumda bir aşı bandıyla. Eve dönünce altı tane film izledim, beşini beğenmedim. Yapacak hiçbir şey bulamıyordum, evde denenebilecek her şeyi denemiştim, sıkıldım. İçim daraldı, en ufak bir fiilden tatmin olamayınca gerildim.
Hayatım tuzsuz, yağı donmuş bir sebze çorbasına benziyordu. Günlerin geçmesini sağlayan, saatin akrebine yelkovanına asılıp değirmen çarkı gibi döndüren tek bir şey vardı, o da neredeyse her gün üç beş kelime etmeye gelen Yoongi'ydi. Geliyordu, bazen konuşuyordu, bazen susuyordu. Ama en azından yanımda oturuyordu. Bunun bir kıymeti vardı, hapşırdığımda 'çok yaşa' diyen birini evimde bulundurmak bana iyi geliyordu. "Çok yaşa!" "Bunu istiyor musun gerçekten?" "İstiyorum, Namjoon, niçin istemeyeyim?" "Yerdeki sarı filtreli bir sigara izmariti gibi, biri beni süpürsün de öleyim diyerek yaşayan biriyim, sence ben yerde bir izmarit olarak çok yaşasam kötü olmaz mı, kirletmiyor muyum dünyayı?" "Sen niye izmarit olasın, bana bak, kötü alışkanlıkların var da süsleyerek saklıyor musun bunları yoksa?" "Yok, ben tek tük sigara içerim, kötü alışkanlığım yok... ama ben kötü alışkanlığın ta kendisiyim, biliyorsun değil mi nasıl hissettirdiğini?" "Biliyorum, balkondan sarkmak gibi, düşersem ne olur acaba diye düşünüyorsun yere bakarken, düşmekten korkuyorsun, ama sarkmaya da devam ediyorsun." "Evet, Yoongi, sarkmaya devam ediyorum." "Ben de sarkıyorum." "Düşersek kim tutacak yasımızı?" "Ben seninkini tutarım, sen de benimkini tutarsın." "Ya nereye gömsünler bizi?" "Bilmem, fark eder mi sence?" "Etmez, o kadar önemli hissetmiyorum." "Peki ya birbirimizin cenazesine nasıl gideceğiz, Namjoon?" "Aynı tabuta girerek."
Ben bu konuşmalardan hiç korkmadım. Hiç ürpermedim. Sadece hoşlandım bu diyaloglardan, gece yatmadan önce tavanla konuşmaya benziyordu. "Yoongi," dedim "Sen odamın tavanı gibi biri oldun." Güldü, televizyonun karşısındaki kanepeme yayılmış, yediği baharatlı krakerin ambalajının köşesine dolan çeşniyi parmaklıyordu "Tavanla konuşma alışkanlığın var mı?" "Var. Olmaz mı, senin yok mu?" "Var, herkesin vardır. Herkes tavanla konuşur, hatta tavanla kavga eder. Hatta tavanın bakışlarından utanmak herkesin en az bir kere yaşadığı bir duygu." Televizyonun sesini kıstım, sehpadaki çerezlikten avcuma üç beş tuzlu fıstık alıp biraz höpürdeterek diğer elimdeki kutu birayı diktim kafama, Yoongi ilk kutuyu çoktan bitirmiş, iki tarafından bastırıp kenara atmış tabiri caizse ağzına sıçmıştı metal kutunun. İkincisini azar azar götürürken parmaklarından baharat yalamaya devam ediyordu. Ona şöyle bir baktım, evime ilk geldiği günden bu yana, yüzüne renk gelmişti, komik bir şey görünce gülüyordu, bana geldiğinde genelde habire yiyip içtiğimiz için kilo da almıştı. "Yoongi," dedim "Seninle tanıştığımız günden bu yana, bir ay geçti. Bir aydır iyiye gidiyorsun." Dibine baktığı kraker ambalajında yalayacak baharat kalmadığını görünce avcunun içinde buruşturup sehpadaki boş bira kutusu çöpünün yanına bıraktı "Ne demek 'iyiye gidiyorsun'?" "İyi işte." Ağzıma doldurduğum fıstıkları yuttum "Böyle mi devam edecek diye sorduğunda, sana etmeyecek demiştim. Bak, gördün mü? Daha iyisin, iyi baktın kendine." Burnundan güldü ufaktan, oturduğu yerde dizlerini kendine çekti "Ben mi iyi baktım kendime, neredeyse her Allah'ın günü senin evindeyim?" Sesi alçaldı "Sen iyi baktın bana." Duyduğum şeye inanamadım, köşesinde milattan öncesinde halıya düşürdüğüm izmaritin yanığı kalmış olan halıya baktım biraz, sonra tekrar Yoongi'ye döndüm "Ben ne yapmış olabilirim, akşamdan sabaha kadar televizyona bakıyorum, sabahtan akşama kadar işteyim, arabam bozuldu, evden uzağa gezmeye bile gidemiyorum. Yoongi, kelimenin tam anlamıyla hiçbir işe yaramıyorum." Kahkaha attım "Ben bir insana nasıl bakılır bilmem." Ama o gülmedi, kaşlarını kaldırdı havaya. Onu ciddileşirken görünce gülümsemem soldu yüzümde. Sonra Yoongi gözüne gelen ikindi güneşinden rahatsız oldu, güneşlikleri kapatmaya kalkarken "Bilmeden yaptın o zaman." dedi, kapattıktan sonra sehpanın önünde durdu, boş bira kutularına baktı, çerezliğe, boş abur cubur ambalajlarına, kocaman televizyonuma, kanepeme, duvarlarıma. Kollarını açıp hepsini gösterdi bana "Tüm bunların bir insanın hayatında neleri değiştirebileceği hakkında en ufak bir fikrin yok. Markette ezkaza tanıştığımızda nezaketen bıraktın numaranı, konuşacak kimse olmazsa diye. Arayacağım aklının ucundan bile geçmedi. Ama aradığımda senin önce evini, sonra omzunu, sonra işte şu kapının önünde gözyaşını paylaşacağın da benim aklımın ucundan geçmezdi." Başını salladı iki yana "Ne yaptığını bilmiyorsun. Hayır, asla bilmiyorsun. Bu eve gelmeye başladığımdan beridir halamın mezarının başında 'keşke beni bir başıma bırakıp gitmeseydin' diye gitgide daha az söylendiğimi de bilmiyorsun. Seninle böyle muhabbet kurdukça gece evimdeki sessizlikten korkmamaya başladığımı da öyle. Artık uyuyabiliyorum, el kadar bir bebek gibi hem de." Aldığım nefes ciğerlerime gitmeden dışarı çıkıyordu sanki, gözümün içine baktı "Yaptın, Namjoon. İstemeden birine çok iyi baktın." Henüz bitirmediği ikinci kutu birayı kafasına dikti, bitirene kadar içti, bitince yine avuçları arasında sıkıştırıp perte çıkardı ve sehpaya attı "Şimdi ne olacak, Namjoon?" dedi "Ya işler senin beklemediğin yönde gelişirse, asla ummadığın bir şekilde başına bela olursam, o zaman ne yapacaksın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kardelen enigması " namgi
FanfictionBir cevabı vardı muhakkak, bu bir bilmece ise bir çözümü olmak zorundaydı, fakat biz çözemiyorduk. Bazı geceler dakikalarca başka hiçbir şey yapmaksızın birbirimizin yüzünde yanıtını aradığımız bir enigmaydı bu. Nitekim hiçbir ipucu göremiyorduk. se...