4. BÖLÜM / KADIN (Anne'nin anlatımıyla)

54 4 0
                                    



Rüzgar dokunmamış gül istedim. Gitti buldu getirdi. Dağları delmesini istesem eminim bunu da yapardı. İlk başta hiç istememiştim onu. İnsan sevemez bazen. Ona hiç ısınamamıştım. Ama onun beni sevdiğini hissedebiliyordum.

Babam buralardaki birçok babadan farklı davrandı ve onunla evlenmek isteyip istemediğimi sordu. Kızının mutlu olmasını istiyordu elbette. Oysa çocukluktan kadınlığa geçen her genç kız artık geleneğin elinde, rüzgarın önündeki bir yaprak gibidir. Babalar kimi uygun görürse onunla evlendirilir. Okula gidemez, hatta okuma yazma bile bilmezler. Ev işlerinden anlamaları, yemek yapmaları ve güzellikleri yeterli sebeplerin başında gelir. Sadece kadın olmak bile zorlukların en başında yer alır. O an babama dönmeden, sessizce "Siz bilirsiniz" sözleri dökülüverdi dudağımdan.

Sonrasında evliliğimizde önceden düşündüğüm ve korktuğum her şeyin yersiz olduğunu fark ettim. Bana o kadar iyi ve içten davrandı ki hayatımda bu kadar yanıldığım daha önce ve sonrasında hiç olmamıştı. Adeta beni el üstünde tutuyor, değer veriyor ve kötü de davranmıyordu.

Sonrasında çocuklarımız oldu. Gerçek bir babaydı. Sevgi dolu, ilgili, sorumluluk sahibi, çalışmaktan çekinmeyen, yorulduğunu belli etmeyen...

...

Bir akşam komşumuz yaşlı Şerif geldi. Kapı onunda gizlice ve uzun uzun konuştular.

Kulağımıza geliyordu. Ortalık tekin değildi. Gelenler vardı. Eli silah taşıyan, kural nedir bilmeyen, savaşmak, can almak ve yakıp yıkmaktan başka şey bilmeyen kara adamlar.

Bir sabah altı arkadaşıyla yola çıktı. Yaşlı atımız Devran'a binip uzaklaştı gitti arkadaşlarıyla. Dağlara doğru gidiyorlardı.

Çatışmaların olduğunu, köye çok yaklaştığını duyuyorduk komşulardan. Herkes bir endişe içinde bekleşiyordu.

Kocaları savaşmaya gitmiş kadınlar akşamları bir evde toplanıyor, sessiz ve uzun geceler boyunca gözlerimiz kapıda, kulağımız gelebilecek haberlerde bekleşiyorduk.

On gün kadar sonra, sabaha karşı kapı önündeki sesler ile uyandım. Dışardan birisi bana sesleniyordu. Tanımıştım, bu yaşlı Şerif'in sesiydi.

Önce atımız Devran'ı gördüm, önünde yaşlı Şerif duruyordu. Başı öndeydi. Tek başına ayakta dikiliyordu.

"-Nerede?" diye sormaya mecalim kalmamıştı. Atın üzerinde beyaz bir kefene sarılmış, yer yer kan izlerinin vücudunu kapladığı eşimin cansız bedenini gördüm.

"-Ben dönebildim, sadece senin eşini geri getirebildim. Sen şanslısın. Diğerlerinin bedeni dağlarda kaldı" dedi yaşlı Şerif titrek bir sesle.

"-Aslında bende dönmemeliydim. Bende ölmeliydim. Ama eşinin benden son isteği bedenini sana ulaştırmamdı. Şimdi son isteğini yerine getirmiş oldum"

Yaşlı Şerif tek başına eşimin mezarını kazdı. Köyde bu işi yapacak erkek neredeyse kalmamıştı. Acımı duyan komşularım yanıma koştu. Erkeklerimizin yokluğuna ağladık. Bu savaşı başımıza saranlara lanet ettik.

Yaşlı Şerif'in ve komşularımın yardımıyla evimizin hemen yakınına defnettik onu. Her gün ziyaretine gidiyorum. Her gün varlığını ve sonrasında derin yokluğunu hissediyorum.

Sonraki günlerde erkeklerden dönebilenler dönmüştü. Ama köyün kadınlarının neredeyse yarısı dul kalmıştı. Her evden ağıtlar yükseliyordu. Ve artık her ev kendi acısıyla yaşayacak ve kaderine rıza gösterecekti.

Henüz otuzlu yıllarımın ortasındayım ama gençliğimi çoktan uğurlamış, genç olduğum günleri hiç yaşamamış ya da asırlar geçmiş kadar unutmuştum.

İşte o gün yaşlanmaya başladığımı hissettim. Çocuklarımın karnını doyurmak için kadın başıma çalışmak zorundaydım.

Erkenden kalkıyor, hayvanları sağıyor, satmak için ayıracağım peynir veya yoğurt için süt ayırıyordum. Hayvanların otlarını veriyor, tezeklerini atıyordum. Sonrasında çocukların yemekleri, çamaşırları ve daha birçok ev işi ile ilgileniyordum. Sabahları sobayı yakamayacak kadar küçüktüler. Bazen komşuların tarladaki işlerine gidiyor, onların çamaşırlarını yıkıyor, yemek yapıyor ve kötü günler için bir kenara koymaya çalışıyordum. Babasının ölümünden sonra çalışmak için kömüre giden Mehran'ı çok özlüyor ama acıyı içime damlatıyordum.

Gözüm hep ufuklardaydı. Mehran'ın dönüp geleceği yol ile bir gün aniden geleceği söylenen kara adamların yolu aynıydı. Bakışlarım gün içinde defalarca ister istemez bir tepenin üzerinden aşıp evime doğru gelen toprak köy yolunu gözlüyordu.

Henüz on iki yaşındaki kızım Hüda tek yardımcımdı. Çocukluğundan beri hep zayıf ve içli bir kız olmuştur. Onu çalıştırmaya kıyamam. Bahçede çalıştığım zamanlarda duvarın dibine çömelir saatlerce bana bakar. Küçük kızım Raziye ile ilgilenirken bile hep sessizdir. Zaten bu toprakların kadınları hep sessizdir. Acaba aklından neler geçiyor?

Raziye'nin arkadaşı Bahar hemen hemen her gün gelir ve görmeyen kızımın eli ayağı olur. Baharın varlığı benim için öyle bir nimet ki anlatamam. Ve her sabah olduğunda Raziye heyecanla Bahar'ı bekler, azıcık gecikecek olsa meraklanır. Gelmeyecek olsa merakından yerinde duramaz.

Son zamanlarda ise Bahar'ın bebeği ile oynayarak akşamı ediyorlar. Onları öyle mutlu görünce ister istemez mutluluktan gülümsüyorum. Sonra da gülüşümü saklamaya çalışıyorum. Bir gören olacak diye utanıyorum. Eşi ölmüş dul bir kadın nasıl gülebilir? Oysa gülmek ne kadar da büyük bir nimet. Gülmeyi unutmuş bizim gibi kadınlar... O kadar çoklar ki. Gülüşünü saklayan kadınlar ülkesinde gülmek en büyük suçtur.

Var ile yok arasında yaşayan, tanıdığım tüm kadınlar böyledir.

...

Geçen gün eski bir gazetede yer alan bir fotoğrafı gösterdi komşum bana. Denizin kıyısında yüzükoyun yatan üç dört yaşlarında yaşamını kaybetmiş bir çocuğun fotoğrafıydı bu.

Her evladın ölümü o ailenin yıkımıdır. Lastik bir bot ile başka bir ülkeye gitmeye çalışırken babasının ellerinden kayıp dipsiz karanlıklara savrulan cansız bedenini deniz geri vermişti. Küçük bedeni kumsalda bir soru işareti gibi uzanıyordu. "Neden?" diyordu küçük bedeni adeta. "Neden?"

Daha güzel bir hayat için güvenli bir hayat için ülke ülke insanları savuran ve çoğu zaman arkasında parçalanmış aileler bırakan bu savaş, bu göç dalgası... Artık buralarda da konuşulmaya başladı. Tehlikenin her geçen gün yaklaştığı, hükumet güçlerinin ve milislerin artık dayanma gücünün kalmadığı konuşuluyor kısık seslerle.

Oysa ben köyümün küçük ve kıvrımlı sokakları ile az ilerideki tarlamızdan başka bir yer görmemiştim. Büyük bir şehrin sokaklarında hiç yürümemiştim. Benim küçük ve mutlu dünyam buradaydı. Başka bir yerin beni mutlu edemeyeceğini biliyordum. Acaba benim yaşam tarlam kuruyor muydu?

Ve göç bizimde kapımızı çalarsa ne yapacağız, nereye gideceğiz. Hayatımda bu köyün dışına bile sadece birkaç kez çıkmışken, sınırlardan nasıl geçecek, yabancı topraklarda nasıl yaşayacaktık.

Ya benim çocuklarımın sonu da fotoğraftaki çocuk gibi olursa?

Düşüncesi bile bir insanı çıldırtabilir bu sorunun.

Böyle bir olayı haber alan her aile ilk önce kendi çocuklarını düşünür. Bende ister istemez çocuklarımı düşündüm. Mehran, Raziye ve Hüda. Onlar için her şeyimi verebilirim. Hatta hayatımı bile...

Ve onların ellerini asla bırakmam.

KÖMÜR KARASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin