Eve dönerken Jessica'ya söylemek konusunda kararsız kaldım. Sonuçta yakın arkadaşız. Bir yandan da içimden bir ses "Eğer söylersen sonuçlarını da düşünmelisin." diyordu. Büyük bir ihtimalle söylemek için doğru zamanı bekleyeceğim. Yol boyunca Jessica ile konuşmamıştım. Evlerimiz yan yana idi. Birbirimize "Görüşürüz."dedikten sonra evime doğru yürüdüm.
Evimin kapısını çaldığımda beni karşılayan annemle göz göze geliyoruz."Günün nasıl geçti?"dediğinde içim bir tuhaf oldu. Annemin sorusuna yanıt veremedim. Çünkü hayatımda geçirdiğim en berbat günlerden biriydi.
Anneme "İyiydi." dedikten sonra hızla merdivenleri çıkarak odama gittim. Çalışma masamın üzerinde küçük bir not duruyordu. Elime aldığım notu açmadım. Düşündüm. Sonra birden merak etmeye başladım ve notu açtım.
Notta: "Sevgili Maria
Uzun zaman oldu seninle görüşmeyeli. Yakın zamanda umarım görüşürüz. Sevgilerle Peeta."Ah. Olamaz. Uzun bir süre sonra benimle yeniden görüşmek istiyor. Çocukluk aşkım Peeta... En son gördüğümde vedalaşmak için bir parkta buluşmuştuk. Gözleri doluydu. Dokunsalar ağlayacaktı. Ben ise kendimi çok zor tutmuştum. Çünkü Amsterdam'a taşınıyorduk. Onu o günden beri de hiç görmedim. Şimdi kim bilir nasıl biri olmuştur. Notu masanın üstüne koyup yine derin düşüncelere dalıyorum. Telefonumdan gelen mesaj sesini duyunca derin düşüncelerimden sıyrılıp gelen mesajı okumak için telefonumu açıyorum. Mesaj Jessica'dan gelmiş. "Bu akşam cafe de arkadaşlarla buluşuyoruz. Sende gelsene." Mesajı okuduğumda aslında bana iyi geleceğini düşündüm. Kafamı dağıtıp, biraz eğlenirim. Böylelikle Jack'i düşünmemiş olurum. Sadece tek düşündüğüm şey "Jack'i gerçekten seviyormuyum yoksa sadece bir takıntı mı? "
Galiba "Emin Değilim."
Merdivenlerden hızla aşağı inip anneme seslendim. Annem mutfakta akşam yemeği için hazırlık yapıyordu. Benim cafeye gideceğimden habersizdi. ''Anne masamın üzerindeki not ne zaman geldi?'' Annemin sanki bir şeye içi huzursuz olmuş gibiydi. Dalgındı o da benim gibi.''Sen okuldayken onu postacı getirdi. Bir zarfın içindeydi. Bana geldi sanmıştım ama sana gelmiş. Merak etme notunu okumadım.'' Anneme cafeye gideceğimi nasıl söyleyeceğim bilmiyorum. Tekrar odama çıkıyorum. Bilgisayarımı açıp bir şeyler okumaya başlıyorum. Tabii kahvesiz olmaz. Dışarıda yağmur yağmaya başladı. Yağmuru izliyorum, izlerken düşünüyorum. En sonunda cesaret edip annemin yanına gidiyorum. ''Anne Jessica beni cafeye çağırıyor birazdan çıkacağım.'' Üstümü giyiniyorum ve merdivenlerden aşağı inip kapıya yöneliyorum. Kapıyı açtığımda suratıma sert rüzgar çarpıyor. Hızlı adımlarla evden uzaklaşıyorum. Cafeye ulaştığımda bizim grup çoktan toplanmış bile. Paltomu vestiyere verip yanlarına geçiyorum. Alice, Serena, Andy, Brad ve Jessica. Alice sarışın mavi gözlü ve hafif kiloluydu. Ayrıca sınıfımızın en zeki kızı. Serena ise uzun boylu vücut hatları belirgin esmer bir kızdı. Her erkek onunla çıkmak istiyor. Andy sessiz, içine kapanık biridir. Ve Brad genç kızların sevgilisidir sözde. Fakat Jessica'ya aşık ama Jessica bunu bilmiyor tabi. Jesssica'nın yanına oturuyorum hemen. Kendime sıcak çikolata sipariş ediyorum. Jessica ''Haftaya doğum günüm var ve evde küçük çapta da olsa bir parti veriyorum. Sizi de davet ediyorum.'' Brad ile göz temasına geçiyorum. Sanki ufak bir sorun var gibi bakıyordu. ''Bu hafta sonu ben gelemeyeceğim.'' Bunu söyleyen Andy idi. Onun herhangi bir etkinliğe katıldığı pek söylenemez. ''Sana şimdiden nice yıllara, doğum günün kutlu olsun. Görüşürüz.'' deyip masadan kalkıp gitti. Andy böyle gidince tabi herkesin neşesi birden kaçtı. Hesabı Brad ödedi ve bizde cafeden ayrıldık.
Yağmur durmuştu. Hava yine soğuk esiyordu. Jessica ile eve doğru yürüyoruz. ''Sana söylemem gereken bir şey var.'' diyorum. Meraklı gözleriyle bana bakıyor. Bir kaç dakika duruyoruz. ''Söyle.'' Ona nasıl söyleyeceğimi düşünüyorum. ''Brad seni seviyor.'' dediğim an yüzünde hafif bir tebessüm oluşuyor ilk önce. Sonra birden yüzü asılıyor. Ne olduğunu anlamıyorum. Bir şey demeden hızlı adımlarla benden uzaklaşıyor.
Eve geliyorum. Annemle babam oturmuş televizyon izliyorlar. "Ben geldim."diye sesleniyorum. Hemen odama çıkıyorum. Yatağıma uzanıp kitap okumaya başlıyorum. Severek okuduğum kitabı bana yılbaşında Jack almıştı. Birden telefonun titremesiyle irkildim. Jessica mesaj atmış. "Yarın seninle önemli bir şey konuşmam lazım..." Bu kadar önemli olan şey ne acaba?
Ertesi sabah, okula gitmek için beni uyandıran alarmı kapatıyorum. Güneş odamı aydınlatıyor. Üstümü giyiniyorum. Kısa eteğim üstüne giydiğim beyaz gömlek ve bordo renkli kravatla tam bir lise öğrencisi gibiyim. Gözüme ince bir eyeliner çekip çantamı da alıp aşağı iniyorum. Annem erken kalkmış, kahvaltımı hazırlayıp tatlı uykusuna geri dönmüştü. Hızlı bir şekilde kahvaltımı edip evden çıkıyorum. Servis beni ve Jessica'yı almak için bekliyordu. Okula giderken serviste sessizlik hakim. Sadece radiodan gelen aşk şarkısı Jack'i düşünmeme neden oluyordu.
Sınıfa girdiğimde Jack henüz gelmemişti. Ama bizim grup erkenciydi. Jessica ile en arka sıraya oturduk. Sessizce "Benimle konuşacağın özel konu ne Jessica?"diye sordum. "Brad çok iyi biri ama ben Jack'i seviyorum." İşte benim yerle bir olduğum an. En yakın arkadaşım Jessica, sevdiğim hatta aşık olduğum çocuğu seviyor. Bunu duyduktan sonra kısa bir süre de olsa kendime gelemiyorum. Sanki vücudum uyuşmuş gibiydi. Bu arada Jessica meraklı gözlerle bana bakıyor. Ona sadece "Umarım oda seni seviyordur Jessica" dedikten sonra öğretmen sınıfa girdi.
Ders başlayalı yirmi dakika ya geçti ya geçmedi. Kapıyı tıklatarak açan kişi Jack'ti. Solgun görünüyordu. Yorgun, bitkin ve halsiz. Göz kapaklarının altı çökmüş ve şişmişti. Hızlı bir şekilde yakın arkadaşı Edward'ın yanına oturdu. Kendimi derse vermeye çalışsamda bir türlü konsantre olamıyorum. Ve tekrardan sınıfımızın kapısı tıklatılıyor. Bu sefer sınıfa gelen Müdür Bey ve yanında duran sınıfımızın yeni öğrencisi. Müdür Bey yeni gelen arkadaşımızı tanıtıyor. "Arkadaşlar yeni sınıf arkadaşınız Peeta" Peeta mı? O olduğunu sanmıyorum. O burada ve bizim okulda mı? Tanrı aşkına biri bugünü tarihten silsin. "Yakın zamanda görüşeceğiz" demişti. Bu kadar yakın bir zamanı tahmin etmemiştim. Peeta hızlı bir şekilde en ön sıraya oturuyor. Çok geçmeden de tenefüs zili çalıyor. Sınıftan hızla çıkıp lavaboya gidiyorum. Giderken gözlerimden damla damla göz yaşlarım akıyor. Kendimi tutamıyorum ve sel olup gidiyor. Rimellerim yanaklarıma doğru göz yaşlarım ile birlikte akıyor. Çok geçmeden hızlı bir şekilde yüzümü yıkayıp dışarı çıkıyorum. Banka oturup yağan yağmuru izliyorum. Toprak ve yağmurun kokusunu ciğerlerime çekiyorum. Bir süre rahatlıyorum. Sonra çok üşüdüğümü hissedince içeri sınıfa geçiyorum. Peeta ile göz göze geliyoruz. Bakışları çok derin ve güzel. Bu arada Jessica Jack'in yanına geçmiş bir şeyler konuşuyorlardı. Galiba Jessica, doğum gününe davet ediyordu.
Okul çıkışında servislere dağılmadan önce son kez göz göze geldik. Jessica ile birlikte serviste partinin ayrıntılarını konuşuyorduk. Gerçi sadece o konuşuyordu. Jessica'ya "evet" anlamında kafamı sallıyordum. Ama aslında onu dinlediğim falan yoktu. Bugün yaşadıklarım gözümün önünden film şeridi gibi geçiyordu. Servisten indikten sonra hızlı bir şekilde eve yürümeye başladım. Eve girdiğimde evde kimsenin olmadığını farkettim. Mutfağa gidip kendime sıcak bir kahve yaptım. Sonra banyoya gidip küveti sıcak ve köpüklü suyla doldurdum. En çok buna ihtiyacım vardı. Önce sıcak kahvemi içtim. Sonra küvete girdim. Gözlerimi kapadım. İlk defa çok huzurluydum. Hiçbir şey kafamı kurcalamıyordu. Yarım saat kadar banyoda durduktan sonra bornozumu giyip odama geçtim. Aynada kendime baktım. Islak sarı saçlarım, yorgunluktan solgun olan yüzüme bakıyordum. Kendime baktığımda bir kez daha düşündüm. "Peeta'yı mı? Yoksa Jack'i mi? Seviyorum"
Galiba "Emin Değilim..."