Gece Karanlığı

12 0 0
                                    

Gözleri yana yana içiyordu sigarasını. Elleriyle sarmaya çalışıp uzun başarısızlıklardan sonra ellerini tükürükleyip başarmıştı çarşafın bir ucunu diğer ucuna değdirmeyi, bir hamlede aceleyle yaktı ve önce hafif bir nefes sonra derinden iki tane, filtresi yoktu içtiği meretin. Zehir doğrudan ciğerlerine geçiyordu fakat ne hikmetse normal sigaradan daha az rahatsız ediyordu. Etrafta tütün tanelerine bakarken buldu bir de bilgisayar ekranına. Dışarıda köpek havlamaları çok yabancı değildi muhite. Her gece dinmek bilmeyen üst komşu sesleriyle tedirgin olur uykusu kaçardı ama bu geceki başka bir nedendendi. Şöyle bir düşündü bu geceki sebep çok saçmaydı. Bulaşık makinesinden çok ses geldiği için uyumamıştı. Peh der gibi gülümsedi, sonra bir fırt daha çekti ve sigarasını söndürdü. “Hiç uykum yok kahretsin” dedi. Oysa makine durmuştu, her şey yolundaydı ama artık uyumazdı bir kere uykusu kaçınca bir daha düşünmekten kendini alamaz ve sabah ışıklarını görünceye kadar yatakta döner dururdu. O gece de öylece geçti. Sabah erken kalkan karısını işe uğurladıktan sonra yine yattı bu sefer direk uykuya daldı, kalkınca kahvaltısı hazırdı. Yatmadan hazırlamıştı çayını tam tamına 8 dilim ekmek yemiş, üstüne yine keyif sigarasını sarmış karşısında bilgisayarı kendisini yine ekrana kilitlemiş bir şekilde kahvaltısını sonlandırdı.

Bambaşka bir şehirde, yine aynı sabahı uykusuz geçirmiş bir kişi daha vardı, kimdi bilmiyordu ama vardı öyle birisi, her neyse sabah gözlerini ovuştura ovuştura kalktı yataktan, çişini yapıp, hemen viskiye dadandı. Ağzı zaten kokuyordu, umursamadı. Bilgisayarını açtı, sigarasını yakarken web browser’a iki kez tıkladı. Ağır aksak bilgisayarı saniyeler sonra istediği sayfayı açtı. Sayfa haber sayfasıydı. Manşette gördüklerine inanamadı, Ankara’da doğal gaz zehirlenmesi bir ölü diyordu ama inanılmaz olan o değildi, resimde kendisini görünce dondu, inanmadı, etrafa baktı farklı bir şey yoktu, ama bir anda yatakta uzanırken gördü kendisini. Elinde de viski bardağı devrilmişti. Kendisini izlerken etrafta insanlar dolaşıyordu. Masada olan haline tekrar döndü, o sırada bir polis memuru açık kalmış bilgisayarının kapağını kapattı, “elim” diye inledi ama bir şey olmadı. Kapak elinin içinden geçip tık diye kapanmıştı. Etraftaki insanları izledi duygusuz, donuş bir şekilde, en son büyük bir torba getirdiler, “yapmayın!” diyebildi, “ben buradayım”.

Kahvaltıyı istemeye istemeye toplarken müziği açtı, ama dinlemiyordu. Peyniri dolaba kaldırırken bir yandan da o gün yapacaklarını planlıyordu, çok meşgul hissetmesine rağmen programı neredeyse bomboştu. Derken etrafı dağınık bırakıp banyoya girdi, hiç hesapta yoktu ama banyo bir rutindi onun için, suyun ısınmasını beklerken aynada sakallarını, yüzünü inceledi, esmer cildi hafiften kırışmaya yüz tutmuştu. Umursamadı banyoya girdi, çıkışta titreyerek bornoza sarıldı, bornoz da onu sarıvermişti. Bilgisayarın karşısında giyinirken bir yandan da internetten haberleri açtı. Başlıklar arasında önemli bir şey yoktu. Başbakan’ın muhalefete cevabı, yeni çıkan bir telefon, altının tepetaklak oluşu vesaire. Üşümüştü, tam sayfayı kapatıyordu ki, o an suratı düştü, gözlerini büyüterek haberi sağ tıkla yeni bir sayfada açtı. Ankara’da bir ölümden bahsediyordu haber, “Yine doğalgaz, yine ölüm” diye başlık atmıştı gazetenin editörü. Detayları okumadan kaç kişi öldüğüne bakıp sayfayı kapattı. Giyinmeye gidiyordu ki sayfa kendiliğinden açıldı. Spam zannedip yatak odasına geçti. İşe geç kalıyordu hızlıca giyinip bilgisayarına bakmadan kapağını kapadı. Ve evden ayrıldı.

Oda olduğu gibi duruyordu, herkes gitmiş, ışıklar kapatılmıştı, gündüz olmasına rağmen pek de ışık almayan oda zar zor aydınlanıyordu, perdeler koyu olduğu için de hava açık olmasına rağmen içeri pek ışık girmiyordu. Ne oturuyor ne de yatıyordu. Dokunma hissi yoktu sadece görüyordu. Normalde gördüğünden daha farklıydı tabi, 360 derece görüyordu, kulakları çok hassaslaşmıştı, iki yan komşusunun kocasıyla kavgasını dahi net bir şekilde duyabiliyordu, “ Kendisini artık sevmediğini söyleyen kocasına sarılmak istiyordu, çaresizce”, oysa ölmeden önce kocasını genç bir hanımefendiyle bir kafede el ele tutuşurken görmüştü, o an üzülse de önemsemeden geçip gitmişti. Şu an o tartışmanın ortasında durup adamı gücü yettiğince dövmek istedi. O an odalarındaydı, ancak kadın kocası yerine kendisine sarılmış bir anda adamın gözleriyle görmüştü, o bunu istememişti. Kenara çekildi ve adama çirkin çirkin baktı. Elini kaldırdığında ise indirmek bir an bir tereddüde yol açtı. O anda eli boşa çıktı. Adam, değil yumruğu hissetmek, kendisini bile görmemişti tıpkı polislerin de görmediği gibi. Çaresizce izledi onları adam “siktir git hayatımdan” dedi, “artık seni sevmiyorum”  kadın o anda yere yığıldı. Kadın ağlamaya başladığında, onun da gözlerinden yaşlar süzüldü, ama elinden bir şey gelmiyor, adama haddini bildiremiyordu,  bir an kendi problemi aklına geldi, o an geri odasına dönmüştü. Bilgisayarın karşısındaydı, alışkanlıktan olsa gerek buzdolabına gitti kapağı açmak istedi ama içerisindeki viskiyi görebiliyordu, dolabın kapağına dokunmasıyla ağzında viski tadı alması bir oldu, sarhoş edecek kadar içmesi için en az beş bardak devirmesi gerekiyordu ama şu an zil zurna sarhoştu. Şu anki halini çözmeye yardım edecek ilk olaydı bu. Hemen telefonuna koştu. Annesiyle konuşabilmek istedi, ama telefon onda bir his uyandırmadı. Yeniden dokundu, bir daha, defalarca denemeden sonra çaresizliği olmayan damarlarında hissetti. Olamaz başka bir yerdeydi, hatırlıyordu bu anıyı. Annesi karşısındaydı ama çok gençti daha. Kendisine bakıyor, öylece gülümsüyordu. Belli ki emziriyordu, göğsünü sıktı iletişim kurmak için ama annesi bunun normal olduğunu kitaplarda okumuştu, içinde kocaman bir duyguyla annesinin duygularını hissetti. Annecim dedi ama bebekler konuşamaz ki gerçeği bir anda duvar ördü. Konuşamadı, sadece sesler çıkarıyordu. Aklına biraz daha büyük olsaydım istediğimi söyleyebilirdim dedi ve 5 yaşına gitti. Her şey çok hızlı gelişiyordu, annesi bu sefer sinirliydi, elindeki sigarayla bacak bacak üstüne çelmiş oğlunu dinliyordu. “Ama anne” diyebildi minik Kerim. Yaramazlık yapmıştı, annesiyle tartışmış, ona “seni sevmiyorum” demişti. Babam senin yüzünden gitti.

İşe yaramamıştı, daha büyük bir zamanında mantıklı şekilde konuşmak için oradan ayrılmaya karar verdi ama ne zamana gitse annesiyle ilişkisi pek de iyi değildi. Başarısız denemelerden sonra aklına o üniversite yazı gelmişti. Yıllar yıllar sonra 2004 yazında annesini görmeye karar vermişti, kavga edeceklerini biliyordu fakat dayanamamış, otobüse atladığı gibi soluğu memleketi olan Gökçeada’da almıştı. Gemiyle adaya geçerken içi hem kıpır kıpır hem de tedirgindi. Gemi yolculuklarını genellikle güvertede geçirirdi, hemşerileriyle sohbet eder, bazen adaya gelen turist kızlara asılırdı, fakat bu sefer güzel havaya karşın içerden hiç çıkmadı. Bir yandan gazetesini okuyup diğer yandan da sık sık gözlerinin içine bakan dedeyi tanır gibiydi. Adam gülümsüyordu. Gazetesini yan tarafa bırakıp, ona seslendi “1151 Kerim Şen, seni hangi rüzgar attı adamıza”. Sesinden tanımıştı lise öğretmenini. Aklı havada bir liseli öğrenciyken, işini iyi yapmanın ne demek olduğunu ilk Alptekin öğretmenden öğrenmişti. “Alptekin hocam” duraksadı, ne diyeceğini bilemedi bir an. “emeklilik yaramış hocam”. Yaşlı adam cevap vermekte gecikmedi. “Yaramış mı, sen öyle san. Beni boşver de sen ne alemlerdesin?  Neler yapıyorsun anlat bakalım” diye devam etti. On yılın muhabbetini bir gemi yolculuğuna sığdırdılar. Ailelere iyi temennilerle vedalaştılar.

Doğru evinin yolunu tuttu. Ayakları birbirine dolaşsa da yolu biliyor sadece hava kararmadan yetişmek istiyordu, aslında bunların hepsi yaşanmıştı, ama nedense her saniyesini hatırlıyordu, her adımda o yaz ki özlem, korku, hasret üçlemesini derinlemesine hissediyordu. Kapının önündeydi. Çalıp çalmama karşısında direnen ellerini bir aslan terbiyecisi kıvraklığıyla boyun eğdirerek kapıya iki defa kesik kesik vurdurttu. Bütün evler birbirinin aynısıydı, hepsi kooperatifin yaptırdığı beyaz dubleks evlerdendi, bir an tereddüt etti, şaşırmış olabilir miydi, ama o an annesinin “kim o?” ifadesini duyunca rahatladı. Öksürerek sesini netleştirip, “Benim anne” dedi. İsmini söylemesine gerek yoktu. Kapı o an açılıverdi, annesi göz yaşlarına çoktan boğulmuştu. Sarıldılar. Normalde yaşanmış olan süreden çok daha uzun sarıldı annesine, ya da olayı daha derinlemesine yaşıyordu, 

KISA KISAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin