●●○

286 57 69
                                    

Ertesi gün okula gitmedim.

Ondan sonraki hafta ve ondan sonraki ay da. Kendimi bitmiş, tükenmiş hissediyordum. Çaresizdim.

Kendimi eve kapadığım bu süreçte bana ulaşmaya çalışanlar olmuştu fakat ben Mingi'nin hayallerinin de etkisiyle dış dünyadan tamamiyle koptuğumu hissedebiliyordum. Sürekli çalan telefonum, kapıma gelip geri giden kargolar, uzun süredir konuşmadığım annemden ve iyi olup olmadığımı öğrenmek isteyen Jongho'dan sayısız mesaj... Hiçbirine geri dönmedim, hiçbiri için de endişelenmedim.

Geçirdiğim bu boş günlerde ise önemseyerek yaptığım üç şey vardı. Uyumak, yemek yemek ve Mingi'nin hayalleriyle konuşmak.

Alaycı tavırları, her gece üzerime diktiği bazen hüzünlü bazen de sinirli bakışları beni yavaş yavaş bitirse de yaşadığımı hissettiren tek şey üzgün göründüğü hayallerde gözlerinin içindeki birkaç sevgi kırıntısını yakalamamdı. Kalbimi derinden sarsan, çektiğim özlemi bütün hücrelerimde hissettiren o birkaç kırıntı... Böyle anlarda sadece duruyor, ışıltılı, kahverengi irislerine bakıyordum. Sorduğu sorulara, alaylarına karşılık vermeyi unuttuğum için toza dönüşen onu gördüğümde anlıyordum ancak daldığımı.

Beni boğmaya çalıştığı o geceden sonra tekrar saldırmamıştı. Sadece iğneleyici lafları, alaycı gülümsemesi vardı. Bir de o derin bakışları. Sanki hayali bile o geceden sonra bana acıyordu.

Sabah uyandığımda cama çarpan yağmur damlalarının sesini duyabiliyordum. Ayağa kalkıp siyah perdelerimi çektim. Pencereyi açmamla beraber yatak odama dolan o etkileyici toprak kokusunu içime çektim. Güzel bir nisan yağmuruydu. Keşke gece yağsaydı yağmur diye düşündüm. Çünkü bilirdim, Mingi'nin ıslak toprak kokusuna olan zaafını. Eğer gece yağsaydı yağmur, belki yine görebilirdim bu kokuyu aldığında yüzünde oluşan o eşsiz ifadeyi, gözlerini keyifle kapatmasını, ardından bana bakıp gülümsemesini...

Ne zaman kapattığımı hatırlamadığım gözlerimi açtım. Gerçekten ne ara gözlerimi kapayıp Mingi'nin her yağmur yağdığında yaptığı şeyleri hayal etmeye başlamıştım?

Derin bir iç çekip duş almak üzere banyoya gittim. Gündüzleri ne yazık ki onu göremiyordum. Bana ne derse desin, isterse beni yine boğazlasın, geceleri iple çekiyordum onu tekrar görebilmek için. Bu yüzden zamanın hızlı geçmesi için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Saatlerce tavanı izlediğim günler akrep ve yelkovan daha yavaş hareket ediyordu sanki.

Duştan çıktım, yemek yedim, bulaşıkları yıkadım, yemek artıklarını kedilerin yemesi için evin köşesine koydum, çöpü attım. Bunların hepsini yavaş yavaş yapmama rağmen saat daha yeni altıya geliyordu.

Uzun zamandır oyun oynamadığımı fark ettim, ben oyun oynarken vakit daha hızlı geçebilirdi. Televizyonun altından oyun konsolunu çıkartıp rastgele bir oyun açtım. Bu oyunları Mingi ile defalarca oynamıştık. Ezbere bildiğim seviyeleri geçerken boş bakışlarımı, yüzümdeki ifadesizliği görmek için aynaya bakmaya ihtiyacım yoktu. Gözlerimin ne kadar cansız durduğunu, dudağımın ip gibi düz bir çizgi halini aldığını hissedebiliyordum.

Her gece onunla beraber bu oyunu oynarken delicesine eğlendiğim zamanların aksine şimdi zerre zevk almamam, sadece zaman öldürmek için oynamam... Garipti.

Saatler sonra oyunu kapatıp konsolu yerine koymak için ayağa kalktım. Elimdeki aleti eski yerine koymaya çalışırken aylar önce oraya sıkıştırdığım, varlığını bile unuttuğum, yeşil karton kutu kayıp yere düştü. Ters dönen kutunun içinden çıkan, yere dağılmış onlarca fotoğrafa baktım.

Mingi hastanede hayatını kaybettikten sonra eve ilk kez adımımı attığımda bütün fotoğraflarımızı kaldırıp bu kutuya koymuştum.

Dayanamamıştım işte. Evin her köşesinde bulunan, beyaz ve düzgün dişlerini göstererek dolu dolu güldüğü onlarca fotoğrafı görmeye dayanamamıştım. Hissettiğim kayıp, üzüntü, vicdan azabı... Bu duygular üzerime kara bulut gibi çökmüş bana yas bile tutturmamıştı ki.

if i was born again ~ yungi ~ tamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin