Arabadan indiğimizde hava soğumuştu. Binalara baktığımda neredeyse yıkılacak olduğunu görmüştüm. Üç gün içinde büyük şehirler harabeye dönmüştü. Jeno'nun arabasından bütün eşyalarımı almıştım. Şimdi beraber yürüyorduk. Nereye gideceğimiz hakkında fikrimiz yoktu.
"Acıktım ben." dediğinde ona baktım. Midesini tutuyordu.
"Yakınlarda bir market olmalı. Oraya gidelim." dediğinde adımlarını bana yakınlaştırdı. Etrafımıza bakarak yürüyorduk. Meydan olduğunu düşündüğümüz büyük bir alana geldik. Buradaki binaların çoğu yıkılmıştı, camları kırıktı. Park edilmiş arabalar hasar görmüştü, camları ve kapıları kırılmıştı, ters dönmüştü. Sessizce onların yanından geçtik. İleride market tabelası gördüğümüzde oraya doğru yürümeye başladık. İçeriye göz gezdirdiğimizde kimse yoktu. Rafların çoğu boşaltılmıştı. Adımlarımızı yavaşlatıp yiyebileceğimiz bir şeyler baktık. Kekler, hazır makarnalar, meyve suları ve bisküvilerden başka bir şey yoktu. Jeno bunları çantasına doldururken tavana bakıp güvenlik kameralarını kontrol ettim. Hiçbiri çalışmıyordu. Bir süre sonra Jeno elimi tuttuğunda bakışlarımı ona çevirdim.
"Benim çantam doldu, seninkine de koyalım."
Omzumda asılı olan çantamı alıp fermuarını açtım. Ben yiyecekleri çantama doldururken o etrafa bakıyordu. Neredeyse tüm rafı çantama doldurduğumda gök gürültüsü yankılandı.
"Yağmur yağacak sanırım. Gece nerede kalacağız?" dedim. Fermuarı kapatırken ayağa kalkıyordum.
"Evlerden birine gireriz. Hadi gel."
Birlikte marketten çıktık. Etrafımızdaki büyük binalar yıkılacak gibi durduğundan onlara gitmedik. Çevredeki tek katlı evlere bakacaktık. Birileri yoksa geceyi orada geçirecektik. Askerlere yakalanmadan güzelce uyumak istiyordum. Sokak aralarında dolaşırken gözümüze kestirdiğimiz bir evin içine girdik. Ev, Jeno'nun geride bıraktığımız evi kadar dağınıktı. Kapıyı kapatıp arkamızdan kapının sürgüsünü çekti.
"Bir kapının olması mucize." dediğimde kıkırdadı. Ben diğer odaları kontrol etmeye başladığımda oralar da dağınıktı ama pencereler sağladı. Dışarıdan biri gelecekse kırması gerekliydi. Tekrar salona döndüğümde Jeno koltuğa oturmuş sehpanın üzerine çantasından çıkarttığı yiyecekleri koyuyordu. Karşısına oturduğumda gözlerini bana çevirdi. Kısa bir süre baktıktan sonra bir kek uzattı. Çilekliydi.
"Çileğe alerjim var, sen ye." dediğimde keki ona tekrar uzattım. Omuz silkip elimden aldı. Birkaç saniye sonra hindistan cevizli başka bir kek uzattı.
"Hindistan cevizine alerjin yok dimi?" dediğinde kıkırdadım. Elinden alıp paketi açarken "Yok." dedim. Omzumda asılı olan çantamı sehpanın üzerine koyup keki yemeğe devam ettim. Arada onu izliyordum. Ağzındaki çiğneyişini ve yutuşunu. Farkında olmadan kaşlarını hareket ettiriyordu. Sevip sevmediğini anlayamıyordum. Ben, onu izlemeye dalmışken gök gürüldedi. Sıçradığımda dikkatini çekebilmiştim. Sanırım korkumu gözlerimde görmüştü. Yavaşça yerinden kalkıp yanımdaki boş mindere oturdu.
"Burada temiz bir battaniye bulursak uyuyabiliriz." dedi bir kolunu omzuma atarken. Birlikte mi uyuyacaktık? İki gecedir yaptığımız gibi.
"Birlikte mi uyuyacağız?" dedim aniden. İçimden düşündüğümü zannediyordum ama birden ses tellerim titremiş ve çenem aralanmıştı. Kendime engel olamamıştım.
"Bu seni rahatsız ediyorsa, karşı koltukta da uyuyabilirim." Yanımdan kalkarken söylemişti. Bu hareketi, annemin mektubundan daha çok kırmıştı kalbimi. Haklıydı, her zaman yanımda birini isterdim ama bu kişi Jeno muydu bilmiyordum. Onu tanımıyordum. Onun hakkında bir düşüncem yoktu, sadece bir fotoğrafın arkasında yazana göre hareket ediyorduk. Bir zamanlar annelerimiz sevgili olmuş olabilirdi, biz daha konuşamıyorken nasıl ruh eşi olabilirdik ki?
"Hayır öyle demek istemedim."
Yerinden kalkıp odalardan birine girdi. Sadece arkasından bakmıştım. Ne demiştim ki? Sadece bir soru sormuştum. Kekin paketini kapatıp temiz mi yoksa pis mi olduğuna emin olamadığım sehpanın üzerine bıraktım. Jeno'nun hala çıkmadığı odaya ilerledim. Ağzında tuttuğu kekle dolapları karıştırıyordu. Dikkatini çekmek için geldiğimi belli edercesine ayağımı yere sürttüm. Omzumu kapının kasasına yaslayıp ona bakmaya başladım. Ağzındaki keki tutarken içinden ısırmak geliyor muydu merak etmiştim. Dolabın kapaklarını açıp üst rafına baktı, sanki orada değilmişim gibi yaptı bunu. Daha sonra parmak uçlarında yükselip rafta katlı olan battaniyeyi çekti. Bana döndüğünde elinde tuttuğunu uzattı. Hiçbir şey söylemeden elimden aldım. Daha sonra ağzındaki keki ısırıp paketini kapattı. Cebine koyduğunda hala kapıya yaslanmış bir şekilde onu izliyordum. Arkasını dönüp yeniden dolaba ilerledi. İkinci battaniyeyi de çekip kapakları kapattı. Onun önünden yürüyüp salona ilerledim. Koltuğu açıp karşılıklı yattık. O, hemen uykuya daldı. Ben ise kafamda bir sürü soruyla kaldım. Ona sormak istediğim o kadar çok şey vardı ki, sadece söylediğim ufacık bir soruda kesmiştik konuşmayı.
Dönüp durmuştum sürekli. En sonunda böyle olmayacak deyip koltuktan kalktım. Camın kenarına gidip birazcık eğildim. Asılı olan tülün arkasından etrafı izledim. Sanki şehirdeki tek nefes alan canlı bizmişiz gibi hissettim o an. Tek bir hareket bile yoktu. Daha sonra arkamı dönüp Jeno'ya baktım. Birazcık üzerini açmıştı. Sessiz olmaya çalışarak yanına yaklaştım. Elimi ona değdirmemeye çalışarak battaniyeyi üzerine örttüm. Kıpırdanmamıştı, uykusu ağırdı anlaşılan. Bir süre başında dikildim. Sonra bunun mantıklı olmadığına karar verdim. Çünkü olur da uykusundan uyanırsa, gözünü açar açmaz beni görecekti. Uyku sersemi biri için bu çok korkutucu bir durumdu. Yine sessiz olmaya çalışarak koltuğa oturdum. Oda kararlık değildi ama aydınlık da değildi. Evin karşı kaldırımında bir sokak lambası dikiliydi. Ve yanıyordu. Evlerde elektrik yokken, şehrin yalnızca sokak lambalarında elektrik olması beni şaşırtmıştı. İşte o sokak lambasından içeri sızan ışık, Jeno'nun yüzünü aydınlatıyordu. Tüm detaylarıyla göremiyordum ama hiç ışık olmamasından iyi haldeydik.
Kirpiklerine dokunmak istedim. İçimden bir ses bunu yapmam gerektiğini söyledi. Kendi içimde, kalbimin ve beynimin derinliklerinde bunu yapmam için ileri doğru itildim. Tam ona dokunacakken geri çekildim. Uykusundan uyandırmazdım onu. Ondan izin alıp bunu yapmalıydım. Ben yine yerimde duramadım. Yerimden kalkıp cama gittim, mutfak olduğunu tahmin ettiğim odaya girip çekmeceleri kurcaladım. Banyoya, yatak odasındaki özel yerlere bakmamaya dikkat ederek neyin nerede olduğunu öğrenmeye çalıştım. Bir sorun olana kadar burada kalacaksak eğer, bazı şeylerin yerlerini öğrenmeliydim. Ayağımı komidine çarpınca bağırmamaya dikkat ederek acımı yaşamaya çalıştım. Çıkan sesi duymuş muydu emin değildim. Birkaç dakika sonra acısı geçtiğinde hiçbir şey olmamış gibi Jeno'nun yanına yürüdüm. Onu gördüğümde tekrar üzerini açmıştı. Benim çıkarttığım sesten dolayı olabileceğini düşündüğüm için örtmedim. Sessizce oturmaya devam ettiğimde sıkılmaya başlamıştım. Uyuyamıyordum. Kabus görürüm diye endişeleniyordum, onun söylediğine göre sayıklamıştım. Ne söylediğimi, ne gördüğümü ve o anki yüz ifademi göremediğim için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bu da uykularımın kaçmasına sebep oluyordu.
"Renjun..."
Uykulu sesini duyduğumda ne yapacağımı bilemedim. Yüzüm cama doğru dönüktü. O yüzden ne şekilde durduğunu bilmiyordum. Bir kez daha uykulu sesiyle adımı söylediğinde gözlerimi ona çevirdim. "Efendim Jeno?" dediğimde başını eline yaslamıştı. Yeni uyanmış olmasına rağmen dikkatlice bana bakıyordu. Eliyle koltuğa vurdu birkaç kere. Beni çağırıyordu.
"Gel buraya."
Yanıtlamadan yerimden kalktım. Onun yanına geldiğimde kollarını açtı. Koltuğa oturup birkaç dakika bekledim. Beni gerçekten istiyor muydu yoksa birkaç saat önce söylediği şey için mi pişman olmuştu anlayamadım. Ben otururken eliyle omzuma dokunup kendine çekti. Kafamın yarısı yastığa yarısı onun koluna denk geliyordu. Göğüsü sırtıma yaslıydı. Boşta kalan elini üzerime atmıştı. Nefes alışverişini sırtımda hissederken artık uyuyabileceğimi anladım. Uyumak için tek eksiğim oymuş. Göz kapaklarımı yavaşça kapatırken sesi kulağımda yankılandı.
"Bak! Bu hızlanmayı normal biri yaptıramaz. Ruh eşin benim Renjun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAUDADE | NOREN
Fiksi PenggemarSaudade, portekizce bir kelime. "Bir zamanlar kaybettiğin bir şeyin sonsuza dek kaybolduğunu ve bir daha asla senin olmayacağını anladığın an yaşadığın bir his." anlamına geliyor. Tıpkı Renjun'in hissettiği gibi... 8.7.20 başlangıç tarihi. 25.5.21 b...