"Saçmalama, uyanacak şimdi." bilincim yavaş yavaş yerine gelirken, puslu beynimin algıladığı ilk şey endişeli ses tonuydu. Ses kısıktı fakat oldukça yakından geliyordu. Gözlerim hala kapalıydı, başım felaket şekilde ağrıyordu ve altıncı hislerimle birleşen algılarım konuşan kişinin doktorum olmadığını söylüyordu.
"Ne olmuş yani," bu sefer konuşan kişi diğerinin aksine uyanıp uyanmamamla zerre ilgilenmiyor gibiydi. Sesi kalındı, despottu. "...uyansın işte, neredeyse bir gündür uyuyor zaten. Öğrenmemiz gereken şeyler olduğunu biliyorsun Jungkook." cümle boyunca sert çıkan ses tonu Jungkook dediği anda yumuşamış, şefkatli bir anneninkine benzemişti. Bu konuşanlar kimdi bilmiyordum, Yoongi neredeydi? Beni neden bunların yanına bırakıp gitmişti? Yavaştan kanıma karışan korku bir anlığına da olsa ağrılarımı göz ardı etmeme sebep olmuştu. Tehlikede hissediyordum. Korkuyordum.
"O kadar aptalsınız ki onun zaten çoktan uyandığını fark etmediniz." kalbim bir anlığına duracak gibi oldu, attığı yerde tekledi, tam da göğüsüme vurduğu kısımdı işte. Kaburgalarımın kalbime saplandığını hissettim. Kocaman bir delik açıldı tam ortasında. Oydu. Konuşan Min Yoongiydi. Uyandığımı anlamıştı, hiç belli etmemiştim, göz kapaklarımı hareket bile ettirmemiştim ama o anlamıştı. Anlamış ve diğerlerini yanımda konuşmamaları konusunda uyarmıştı.
"Ve onu korkuttunuz," diye devam etti sözlerine. Gözlerimi uyandığımı biliyor olmalarına rağmen açmadım. Yoongi'nin sesi diğerlerinden daha uzaktan duyuluyordu. Eğer bir odadaysak onun henüz kapıdan girdiğini ve girer girmez de durumu anladığını düşündüm. Diğer iki kişiyse karşımda falan olmalılardı... hepsi gözlerini üzerime dikmiş gibi bir his battı çıplak üst bedenime. Neden çıplak olduğumu bile sorgulayamıyordum. Yüzde yüz açılmış duyularım giderek bana yaklaşan ayak seslerini algıladı. Gelenin Yoongi olduğunu biliyordum. En sonunda önümde durdu, yüzünde nasıl bir ifade olduğunu tahmin etmek zor değildi. Muhtemelen dümdüzdü. Mimiksiz, hissiz, ifadesiz. Korkunç.
Buz gibi parmakları alnıma dayandı, çok sıcak olduğumdan parmak uçlarından tenime işleyen soğuğu daha net hissediyordum. Neden bu kadar soğuktu ki teni, kansızlık vardı büyük ihtimalle. Bir doktor olarak kendine bakmıyor olması canımı sıktı, ya da bu bahaneye inanmam.
"Aç hadi gözlerini," nefesi öyle yakından çarpmıştı ki yüzüme o an dediğini yapmamam gibi bir olasılığı düşünemedim. Kirpiklerim titreşti ve hemen ardından acıyan göz kapaklarımı araladım. Gördüğüm ilk şey koyulaşmış gül kurusu dudaklarıydı. Çok hafif yukarı doğru kıvrılmıştı, alay ediyormuş gibi bir izlenim veriyordu. Sonrasında minik burnu, kişiliğine en tezat olan şeydi belki de, sevimli gözsteriyordu onu. Ve kopkoyu gözleri. İşte onda güven vermeyen yegane şey, tehlikenin ta kendisini andıran gözleri. Keskin bakışları gözlerime değdiğinde "Sakin ol." diye fısıldadı. Fısıldadı çünkü öyle yakındı ki onu her halükârda duyacaktım. Dudaklarımı aralayıp da sakinim zaten diyemedim, belki kişisel alanımı ihlal etmeyi kesip çekilse yapabilirdim. Hatta odada bulunan diğer kişilere bakıp şöyle bir değerlendirme de yapabilirdim. En önemlisi mantığımı kullanabilirdim. Lakin o, zaten korktuğu mantığımı kullanmammış gibi geri çekilmek şöyle dursun, parmaklarını yanaklarıma değin indirmişti. Dikkatle yüzünü izledim, kaşları hafiften çatılmıştı, "Ateşin var." dedi. Biliyordum. Ateşim olmasa yanarken titremezdim zaten.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
golden blood • yoonmin
Fanfictionİtiraf etmeliyim ki ateşe dayanıklı değilim. Bunun beni yaktığını hissediyorum, bunun seni yaktığını hissediyorum. - #vampire au #yoonmin