13| time travel [3/3]

120 10 3
                                    

Çift; Markson

medya; bvndit - dumb + markson

______________________

20.Gün;

anlımdan akan teri elimin tersi ile silerken beni göz hapsine alan mark'a bakmaya korkuyordum. o günden sonra, kaçan kovalanır oynuyorduk. ben kaçandım, o kovalayan. yutkunarak bana bakan bayan maria'ya gülümsedim ve işime devam ettim.

saatlerin sonunda yorgunlukla yere serilen örtünün üzerine uzanırken bayan maria meyve tabağını ortamıza koydu. yirmi gün içinde yavaş yavaş alışıyordum ama bir gün gidecektim buradan ve alışmaya başladığım bu ortamı özlemekten korkuyordum. 

çatala batırdığım elma dilimini ağzıma atarken bayan maria, soğuk içeceklerin bulunduğu tepsiyi örtünün üzerine koymuştu. hala beni izleyen mark'dan utanırcasına bardaklardan birini elime aldım. içerken mark konuştu. "o benim bardağımdı." dedi. ona anlamsızca baktım. "yani?" dedim. "içinde ilaç vardı." gözlerimi kırparak ona baktım. hemen ayağa kalkarak çiftlik evine girdim. arkamdan şaşkınlıkla bakan bay ve bayan tuan, neler olduğunu bilmiyordu çünkü mark ile konuşurken onlar gençler gibi cilveleşiyordu. 

arkamdan gelen mark'ın farkındaydım. ama midemde ki ilacı çıkarmak önceliğimdi. tuvaleti öyle bir zorlukla bulurken parmağımı ağzımın içine sokarak içimi bulandırmaya çalıştım. en sonunda midemden her şeyi çıkardım.

rahatlayarak kendimi duvar fayansına yaslarken kapıdan beni izleyen mark'a döndüm. "ne var?" dedim. "kusarken bile," yanıma yaklaştı ve önümde çömeldi. "sevimlisin?" dilimi çıkardım. "bok." dedim. gülerek kafasını eğdi ve geri kaldırdı. "jackson wang, karşımda savunmasız halde duruyorsun ve dediklerine bir bak." tehlikeli bir gülüş sundu. yandan gülerek gözlerimi gözlerine sabitledim. "mark tuan, seni savunmasız hale getirmem için bir kelimem yeter." dedim, kendimden emin bir şekilde. 

bakışmamız öyle uzun sürmüştü ki, yavaş yavaş birbirimize yaklaşmaya başlamıştık. aslında, onunla bir ilişkiye girmekten korkmuyordum. sayılı günler kalmıştı ve ben gidecektim. peki ya benim gitmeme dayanır mıydı mark? yada ben, ondan ayrılmaya dayanır mıydım? doğruyu söylemek gerekirse ondan hoşlanmaya başlamıştım. belki daha da ileriydi bu hoşlantı, aşk.

"neden bana bir şans vermiyorsun?" diye sordu, fısıldayarak. gözlerimi onun gözlerinden çektim ve yakınlaşmamız böylelikle son buldu. "şans vermemek değil konu mark," dedim. "peki ya ne?" dudakları arasından çıkan her kelime, bastırılarak anlık sinirle söylenmişti. "kaybetme korkusu." dedim. dolu gözlerimi gözleri ile tekrardan buluşturdum.

"anlamıyorsun mark ve anlamakta istemiyorsun. tek derdin bir arada olmak, bir 'biz' olmak. ama korkuyorum. sayılı günler kaldı, gideceğim. gittiğimde ne yapacaksın? arkamdan sanki ölüymüşüm gibi yas mı tutacaksın? başka birini bulabilecek misin? beni unutabilecek misin?"

gözlerimden akan yaşlarla ona bakarken gözleri parladı.

"tek derdin bu mu jackson wang? senin gitmen mi? bil ki, senden sonrası olmayacak ama sen gittin diye de yas tutacak değilim. çünkü sen her zaman kalbimdesin ve yaşıyorsun. gelecekte olamayacağız. çünkü zaten gelecektensin. şuan sadece kalan sayılı günlerimizi mutlu geçirsek?"

ağlamaya devam ederken kollarımı ona sardım. belime dolanan kollar ile gülümserken. "zaten ben gidince arkamdan birine baksaydın, gelecekten gelir, onun bir-" 

"tamam, tamam, onun bir güzel saçını başını yolardın." 

"hayır! onun ağzına sıçardım mark tuan!"

we're gonna fly fly | got7 auHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin