1

1.1K 62 14
                                    

Dili tutulmuş, lâl olmuştu sanki. Çatalı tabağına bıraktı. Lokmalar boğazına dizilirken sonuncusunu zoraki yuttu. Doğru mu duymuştu? Zorla evlendirmek mi? Ne hakla? Hangi çağda yaşıyorlardı? Çukur farklıydı evet ama bu kadarı fazlaydı, bu kadarı çok çok fazlaydı.

Yamaç Koçovalı bunu nasıl söyleyebilirdi? Onu zorla evlendirmeye çalışacak kadar mı kendini kaybetmişti? Hem de Celasunla. Akşın'ın kocası, en büyük pişmanlığı, eskiden sevdiği ve onu bir zamanlar sevebildigi için kendinden igrendigi adam. Onun karısı olmasını nasıl isterdi? Hem de kalbinde başkası varken. Bu, olmazdı, olamazdı.

Yamaç'a kafasını çevirdi. Rahat bir şekilde yemeğini yediğini görünce öfkesi daha da arttı.

Sofrada derin bir sessizlik vardı. Kimse konuşmuyordu. Herkese tek tek baktı. Annesine, babasına, abisine, babaannesine... Hepsi suskundu. Annesiyle babası birbirine bakıyordu. Annesi babasını dürtüyordu. Akın, amcasına bakıyordu. Yüz ifadesinde hoşnutsuzluk vardı ama o da susuyordu. Kendisini önemsediğinden degildi elbette ama Akın, Celasun'u sevmezdi. Son bir umutla babaannesine baktığında ise hayalkırıklığı katlanarak artmıştı.

Yutkundu. Niye onlardan bir şey bekliyordu ki? Kimsenin korumasına ihtiyacı yoktu. Kendini korurdu Karaca. Başını dik hale getirdi. Ancak o anda gözleri masadaki gazeteci olduğunu söyledikleri misafir adama takıldı. Bu adam yabancıydı. Onun yanında olay çıkarması yakışık almazdı.

Zaten daha kelimeleri dile dökemeden gözleri yaşlarla doldu. Bu halde konuşamazdı. Gözyaşlarını içine akıtmaya alışkındı o. Uzun zamandır kimsenin ağladığını görmesine izin vermemişti. Güçlüydü, onu kırılgan görmelerini istemiyordu. Hayattan öğrendiği bir şey varsa o da pasif durmanın karşındakinin gücünü artırdığıydı. Eğer güçlü durursa kimse onu ezemezdi, ona zorla bir şey yaptıramazdı. Ayağa kalktı. Yamaç amcasına son bir bakış attıktan sonra sakince eve yürüdü. Eve geldiğinde ise koşarak odasına girdi ve kapıyı kilitledi.

Yatağına ilerledi ve oracığa çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Yatağında ne kadardır yattığını, ne kadardır ağladığını bilmiyordu. Tek bildiği havanın karardığıydı. Kalkıp ışığı açacak mecali yoktu. Karanlığı severdi zaten eskiden beri. Akşın'la tartışırlardı bu yüzden. Akşın her şeyden korktuğu gibi karanlıktan da korkardı.

"Ah Akşın" dedi içinden "Keşke yanımda olsaydın". Konuşmak istediği tek kişi oydu. Kapısına gelip konuşmak isteyen herkesi kovmuştu. Hiçbirinin yüzüne bakmak istemiyordu. Gözleri ağlamaktan yanıyordu. Başında ise felaket bir ağrı vardı. Ellerini şakaklarına götürüp parmaklarıyla masaj yaptı. Ağrı kesici içmeliydi ama aşağı inemezdi. Henüz buna hazır değildi.

Telefonu bilmem kaçıncı kez titrerken gözlerini kapattı. Mesajların Azer'den geldiğini biliyordu ve bu yüzden bakmaya cesaret edemiyordu. Azer bir şey olduğunu anlayacaktı. Nasıl açıklayacaktı ki bunu ona? Azer'in delirip ortalığı birbirine katacağından emindi ama açmazsa da meraktan çatlayacaktı. Zorlukla aldı telefonu ve mesaja tıkladı. Tam 20 tane mesaj vardı. Gözleri buğulu olduğundan net bir şekilde göremiyordu. Elleriyle hızlıca sildi gözlerini.

"Gülüm."

"Nerdesin?"

"Orda mısın?"gibi mesajların altında yine bir şiir mısrası vardı.

"Hadi takas edelim bir şeylerimizi. Gülüşünden ver ömrümden al."

Yine Yılmaz Güney'den.
Normalde bu mesaj onun gülümsemesine sebep olabilirdi ama şu an ağlamasının artmasına sebep olmuştu. Hıçkırıklarına engel olamadı. Kendisini bu kadar seven bir adam varken sevmediği biriyle evlenmesini nasıl beklerlerdi?

GidemiyorumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin